16 Nisan'da nükleer santrallere de Hayır

Dün Fukushima'da meydana gelen zincirleme felaketlerin, inşa edilmeleri halinde Akkuyu'da, Sinop'ta yaşanmayacağının garantisini bize kim verebilir?

PELİN CENGİZ

Bundan tam altı yıl önce tarihler 11 Mart 2011'i gösterdiğinde Japonya'da meydana gelen deprem ve tsunami sonrası Fukushima'daki nükleer santrallerin zarar görmesiyle, telafisi mümkün olmayan, insanlık tarihinin en büyük nükleer felaketlerinden biri yaşandı. Nükleer santralde art arda patlamalar oldu, soğutma sisteminin arızalanmasıyla reaktörlerin soğutulması günlerce sürdü, soğutma için kullanılan binlerce ton su denize döküldü, önemli miktarda radyoaktif madde toprağa, havaya, suya karıştı. ABD'nin California açıklarında Fukushima kazasından kaynaklı nükleer sızıntı tespit edildi, radyasyon bulutları Avrupa'ya kadar ulaştı. Felaketten etkilenen alanda yaşayan 140 bin civarında insan "nükleer mülteci" olarak yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldı.

Felaketin üzerinde altı yıl geçmesine rağmen nükleer kabus bitmiş değil, reaktörlerdeki sorunlar halen sürüyor. Fukushima'da hala nükleer sızıntı mevcut. Santralin çevresinde günde 8000'e yakın personel görev yapıyor ve bu insanlar çalışmaları sırasında azami radyasyon sınırına ulaşıyor. Fukushima nükleer santralinin işletmecisi TEPCO'nun çalışmaların işçiler açısından güvenlik içinde yürütüldüğünü açıklamasına rağmen geçtiğimiz yıllarda radyasyona maruz kalan işçilerde akut kan kanseri teşhisi konulduğu açıklanmış, Japon devleti de durumu doğrulamıştı.

Doğaya ve insana verilen geri dönüşü olmayan, tarifsiz zarar bir yana bu temizleme çalışmalarının çok uzun yıllar süreceği tahmin ediliyor. Fukushima'da yaşanan nükleer facia, nükleer güvenlik konusunda yayılmaya çalışılan tüm önyargıları da kökünden sarstı. Facianın yıldönümünde halen bu felaketin zararının boyutları tam olarak hesaplanabilmiş değil. Sızıntının devam ettiği nükleer santrala gönderilen insansız, radyasyona dayanıklı robotların bile kısa sürede amaçlarına ulaşamadan işlevsiz hale gelmesi durumun vahametini gösteriyor. Santralin yıkımı ve radyasyonun ortadan kalkması için en iyimser şartlarda 40 yıllık bir süre öngörülüyor.

Nükleer Karşıtı Platform da, felaketin yıldönümüne dair açıklamasında aynı noktaya dikkat çekti: "Güvenlik maliyetleri nükleer enerjiyi giderek daha pahalı hale getirirken, artık hiçbir kimse nükleer konusunda tam bir güvenlikten söz edememektedir. Çünkü zaten böyle bir ihtimal yoktur. Nükleer santralların arıza durumunda vereceği büyük ve giderilemez zararlar ortadadır. Çernobil ve Fukushima felaketlerinin insan yaşamına ve çevreye verdiği zarar, aradan geçen uzun yıllara rağmen hala tam olarak hesap edilemiyor. Kaç kişi bu nedenle öldü ve halen ölmekte belli değil. Bu kazaların verdikleri zararların maddi boyutlarının büyüklüğü de hesap edilemiyor. Üstelik geleceğimize sirayet eden sağlık zararları da öngörülemez boyutlarda. 1986 yılında meydana gelen Çernobil kazasının neden olduğu radyasyon yayılımını kısmen de olsa önleyebilmek için kazadan 30 yıl sonra Avrupa Birliği Ukrayna'daki bu santralın üzerine çelik örtü örtmeye çalışıyor.

Kaza riskinin düşük olduğuna yönelik iddialar gerçekçi olmadığı gibi olası bir kazanın büyük etkisi de göz ardı edilmektedir. Büyük kaza oranı yüzde 1'e yakındır. Bunun yanında yüzlerce daha alt derecede kazalar meydana gelmiş ve hala meydana gelmektedir."

Daha geçtiğimiz şubat ayında uluslararası medyada Fukushima'da radyasyon seviyesinin 2011'deki nükleer kazanın ardından ölçülen en yüksek seviyede olduğu yönünde haberler yer aldı. Fukushima'nın kaçınılmaz şekilde Japonya'nın başına bundan sonra daha çok iş açacağı belli. Artık nükleer enerji değil, nükleer enerjiden vazgeçmek bir zorunluluk…

Tabi burada santralin işleticisi TEPCO'ya dair şu bilgileri de tekrar hatırlamakta fayda var. TEPCO yetkililerinin yıllar boyunca teknik raporları değiştirerek sistemlerdeki arıza ve kazaları gizledikleri, düzmece raporlar hazırladıkları ortaya çıkınca santralde faaliyetler durdurulmuştu. Ancak, 2003 yılında bazı düzeltmelerden sonra tekrar işletmeye açılmıştı. Kazadan 10 gün önce ise çeşitli aletlerin, pompaların ve dizelli elektrik üreteçlerinin 11 yıldır bakımlarının tam yapılmadığı açıklanmıştı ama pek kulak asan olmamıştı.

Her ne kadar deprem ve tsunaminin etkisiyle tetiklenen bir kaza olsa da, bizzat hükümetin kazanın soruşturulması için kurduğu uzmanlarda oluşan komisyon, Fukushima'da yaşananları, "tamamen insan eliyle yaratılmış bir felaket" olarak nitelendirmişti.

Dolayısıyla, istediğiniz kadar ileri ve güvenilir teknolojiyle nükleer santral inşa ettiğinizi iddia edin, nükleer enerjinin kaza riski hiçbir koşulda sıfırlanamıyor, kazaların büyük bölümü insan hatasından ve hesaplanamamış nedenlerle gerçekleşiyor.

İşletme güvenliğini bile tam olarak sağlayamadığınız bu santrallerin radyoaktif atıkların bertaraf edilmesine yönelik henüz ne bir nihai çözüm ne de bir teknoloji mevcut.

Nükleer santrallerin çözüm değil, ölüm getirdiğini sonuna kadar savunmak gerekiyor. Bunun bir demokrasi meselesi olduğunu aynı zamanda nasıl bir dünya hayal ettiğimizin meselesi olduğunu anlatmak ve nükleer sevdalılarına karşı yeni bir dil yaratmak gerekiyor. Nükleerle ilgili kamuoyunun daha fazla şeffaflık, daha fazla denetim, daha fazla hesap verilebilirlik talebi ne kadar fazla olursa nükleer hayranı hükümetler de o kadar köşeye sıkışacak.

Dün Fukushima'da meydana gelen zincirleme felaketlerin, inşa edilmeleri halinde Akkuyu'da, Sinop'ta yaşanmayacağının garantisini bize kim verebilir?

Artık nükleer santralleri, enerji kaynaklarını çeşitlendirme ya da enerji açığına çözüm olarak sunanları, yaşam hakkı üzerinden konuşmaya davet etmenin zamanı geldi de geçiyor. 16 Nisan'daki referandumda demokrasi mücadelesini bir de bu boyutuyla düşünmek gerek. Yaşam hakkı için, nükleersiz bir Türkiye için, doğanın hakları için 16 Nisan'da nükleere de Hayır!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi