Cumhurbaşkanının işi zor! Hükümeti yok, yetkisi çok!

Dünyanın hiçbir demokrasisinde tek kişiye verilmesi mümkün olmayan yetkiler toplumsal barışı ve bütünlüğü onarılmaz biçimde bozacağı düşünülmeden bir kişiye verilmeye çalışılıyor.

Ertuğrul Günay

Yaklaşık 45 gün sonra halk oyuna sunulacak olan Anayasa değişikliğinin getirdiği sistemin -ne olduğu bir yana- adı konusunda bile kamuoyunda tam bir uzlaşı sağlayamadık.Yeni sistem arayışları önce ‘Başkanlık' vurgusu dillendirilerek başladı. Sonra, hem bu isimlendirmenin topluma pek sıcak gelmediği, hem de yakın geçmişte MHP'nin bu kavrama yönelttiği ağır eleştiriler düşünülerek değişiklik paketinin adına ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi' denildi.

Şimdilerde kamuoyuna sunulan pakete, -herhalde daha da gösterişli bir isim arayışıyla- ‘CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ' deniliyor.

İşin ilginç yanı, dünya hukuk ve siyaset literatüründe ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' diye bir kavram yok. Dünyada, başkanlık, yarı başkanlık sistemleri var; parlamenter demokrasiler, krallıklar, meşruti monarşiler yahut diktatörlükler var. Ama ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' diye bir anayasal sistem, yönetim, rejim yok.

İşin daha da ilginç yanı, getirilen anayasa değişikliğinde, gerçekte bir ‘Hükümet' de yok. Nitekim, değişikliğinin 16. maddesi Anayasa'nın bütün maddelerinden ‘Bakanlar Kurulu' sözcüklerini çıkarıyor, tümünün yerine ‘Cumhurbaşkanı' sözcüğünü getiriyor.
Böylece, bugün "Yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılır" diyen Anayasa'nın 8. maddesi, "Yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır" biçiminde yeniden yazılıyor.

Denilebilir ki, Başkanlık sistemlerinde yürütme yetkisi esasen Başkanındır. Doğru, ama bütün dünyada Başkanın bu yetkisi bazı kural ve sınırlara bağlıdır. Örneğin, Başkanlık sisteminin en -hatta tek- iyi işleyen örneği sayılan ABD'de Başkan, Bakan olarak atamayı düşündüğü kişileri Senato'nun onayına sunar; kabul edilirse görevlendirebilir. Büyükelçiler, yüksek mahkeme yargıçları ve birçok üst düzey yönetici adayı için de aynı kurallar geçerlidir.

ABD'de bir Başkan Yardımcısı vardır; seçimden önce kim olacağı halka açıklanır, seçime girer ve ulusal iradeden geçerse bu göreve gelir. ABD'de Başkan, kimin milletvekili ya da senatör olacağı konusunda en küçük bir müdahale imkanına sahip değildir. Yasama organına karışamaz, hele yasamayı feshetmesi sözkonusu dahi olamaz.

Bizim anayasa değişikliği paketinde bu kuralların hiçbiri yok.

Cumhurbaşkanı parti başkanı olabilir; böylece yasama organının seçiminde birinci derecede etkilidir. Dilediklerini Meclis dışından Bakan diye; yine dilediği kişileri, dilediği sayıda Yardımcı diye atar. Böylece ulusal iradenin ne seçim, ne de onay sürecinden geçmemiş kişiler yürütme erkinde görev alırlar.

Bakan diye atanmış kişilerin Cumhurbaşkanı dışında Meclis'e ve millete karşı da hiçbir sorumluluğu yoktur. Onlar gerçekte ‘Bakan' değil, Cumhurbaşkanının görevlendirdiği danışmanları konumundadır.

Çünkü önerilen sistemde tüzel kişiliği olan, anayasal bir kurum olarak bir ‘Hükümet' yoktur. Maddeleri yüzeysel, okuyanların anlamakta, anlasalar da kabul etmekte zorlandıkları bu gerçek, TBMM Başkanlığının resmi bir yayınında da açıkça duyurulmuş: "SİSTEMDE BAKANLAR KURULU OLMAYACAKTIR." deniliyor. (Meclis Bülteni, sayfa 42)

Şimdi ortaya ‘ne kuş/ ne deve' garip bir model atılmış görünmektedir. Dünyanın hiçbir demokrasisinde tek kişiye verilmesi mümkün olmayan yetkiler, nereye varacağı, sistemi tıkayacağı, işlemez hale getireceği, toplumsal barışı ve bütünlüğü onarılmaz biçimde bozacağı düşünülmeden bir kişiye verilmeye çalışılıyor. Bir kişinin bu kadar yetki ve sorumluluğu tek başına taşımasının imkansızlığı bir yana, bu düzenleme Türkiye'nin yüzelli yıllık anayasacılık, yüz yıllık cumhuriyet ve yetmiş yıllık demokrasi mücadelesine de haksızlıktır. Bunca bedellere mal olmuş birikim ve deneyimden sonra bu maddeler, Türkiye demokrasisinin ortasına düşen bir ‘hilkat garibesi" gibidir.

Esasen bu sistemi savunmak zorunda kalanlar da, önerdikleri modelin dünyada örneği olmayan ‘ucube' niteliğini farketmiş olsalar gerek, başına ‘Türk Tipi' diye bir sıfat daha ekliyorlar. Böylece kabul etmemiz istenen sistemin ‘TÜRK TİPİ CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ' diye görkemli bir ismi olduğunu öğrenmiş oluyoruz.

Bu ‘Türk Tipi' vurgusunu akıl ederek öteki tartışmaların önünü keseceklerini umanlar, herhalde toplumumuzun hamaset duygularına seslenmeyi düşünmüşler. Nitekim, 12 Eylül Anayasası'nın başlangıç bölümünde de bizim dünyadan farklılığımızı ve tabii üstünlüğümüzü belirten böyle bir vurgu vardı; "bu anayasada tarif edilen hürriyetçi demokrasi" diye..
‘Şimdi bu görkemli sıfatı akıl edenler, ‘Türk Tipi'nin ne olduğu konusunda uzun uzun tartışabilir, tarihten nice örnekle nasıl ‘istikrarlı' bir yönetim modeli sergileyebileceğimizi tüm dünyaya ilan edebilir, ABD'ye de, AB'ye de demokrasi konusunda hadlerini bildirebilirlerdi.

Ancak tam da bugünlerde Türk soylu kardeş devletlerimiz ‘Türk Tipi' yönetimin ne olduğu konusunda -anlama güçlüğü olanların dahi kolayca anlayabileceği- anlamlı ve duygulu örnekler verdiler.

Komşu ve soydaş ‘Türk Tipi' Cumhurbaşkanlarından biri, eşini ‘Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı' ilan etti; diğerinin de  imzalayıp verdiği ‘Çay' adlı kitabını Bakanları saygıyla öpüp başlarına koyarak aldılar.

Böylece, bu değişiklik paketine görkemli adlar arayan ve bulanlar da, bu Anayasanın Türkiye'yi nasıl bir yönetim anlayışına götürebileceğini uzun uzun anlatma zahmetinden önemli ölçüde kurtulmuş oldular.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi