DURUM VAHİM, Fakat CİDDİ DEĞİL!

Türkiye'nin inanılmaz yoğun bir gündemi var; her hafta, hatta her gün akıllara sığmayan yeni bir olayla yüzyüze yaşıyoruz.

Bizde açık ve katılımcı bir hukuk devleti var. Birisi gözaltına alınınca hakkındaki iddialar önce tv'lerde tartışılıyor, iddianame köşe yazılarında yazılıyor, sonra mahkemelerde okunuyor. Suç, suçlu ve hüküm de, mahkemelerden önce meydanlarda ilan ediliyor.

Türkiye'nin inanılmaz yoğun bir gündemi var; her hafta, hatta her gün akıllara sığmayan yeni bir olayla yüzyüze yaşıyoruz.

Dış politikada beş yıl önce sergilediğimiz iddiaların neredeyse tam karşısındayız. ABD ile birlikte girdiğimiz Suriye girdabından, bir ülkenin harap, bir halkın perişan olmasından sonra, Rusya ile kolkola çıkmaya çalışıyoruz.

Birkaç yıl önce güney sınırlarımızda 'tek dostumuz' saydığımız, ama Irak'ta bağımsızlık gayretine girdiği için, şu an 'milli düşmanımız' haline gelen Barzani'nin, geçen yıl "sen de kimsin?" diye paylamaya çalıştığımız Bağdat yönetimi ile birlikte defterini dürme hesabındayız.

Birkaç ay önce, samimi pozlar vererek şimdiye kadar olmayan düzeyde bir işbirliği ve dostluk övgüleri yaptığımız ABD ve Başkanı Trump'ı, şimdilerde Türkiye'nin ve İslam'ın ezeli düşmanı ilan etmenin zihni ve fiili hazırlıklarını yapıyoruz.

Yakın zamana kadar Ortadoğu'da ve bütün dünyada ABD ve onun müttefikleriyle birlikte değilmişiz, BOP ve Medeniyetler İttifakı Projelerinde aynı dili ve hedefi paylaşmamışız gibi, bütün bunları red ve inkar ile, -ağızlarda eğreti duran- bir anti-emperyalist söyleme niyetlenmişiz.

Dış politikayı içerde hamaset konusu yapmışız; meydanlarda 'Eyy, Eyy!' diye esip gürlüyor, esip gürlediğimiz kimseye -Barzani'den başka- etkili bir yaptırım uygulamaya kalkmıyoruz. Ticaret devam ediyor; üstelik insanımızın en temel ihtiyaçlarını -Sırplardan et almaya kadar- ithal yoluyla karşılamaya kalkıyor; ticari ve siyasi engellemelerin aşılması için Rusya'ya, ABD'ye taşınıp duruyoruz.

Türkiye'de bunca yurttaşımız KHK'larla işinden, aşından, ekmeğinden olmuş. Onbinlercesi gözaltı ve ne zaman sona ereceği belirsiz tutukluluklarla evinden, eşinden, çocuklarından uzak. (Birgün haksız tutukluluğun bile insan yaşamında neye mal olduğunu ancak yaşamış olanlar bilir). Bunca yurttaşımızın mağduriyetine ve hak talebine kulaklarını tıkarken, İran'dan menkul bir 'hayırsever'in mağduriyetinin önlenmesi için, adli, siyasi, diplomatik bütün mesaimizi ABD nezdinde sarfediyoruz.

İçerde de durumumuz dışarıdan parlak değil.

Ülkenin kangren olmakta olan sorununu, demokratik yollardan, hukuk ve barış içinde çözmenin tek siyasi aracı olabilecek partinin, Genel Başkanı ve birçok milletvekili tutukevinde. Seçilmiş belediye başkanları görevden alınmış, bazıları tutuklu. Tümünün yerine devlet memurlarımızı 'kayyım' olarak atamışız.

Yazılı basın resmi bülten, tv'ler seçim dönemlerindeki parti yayınları gibi. Sözde tartışma programlarına muhalif olarak kimin çıkacağı bile iktidarın denetiminde. Arada hizadan çıkan olursa kapatılıyor, yayınlarını durduruyor, sorumlularını hapse atıyoruz.

Ana muhalefet partisinin basın kökenli bir milletvekili, daha önce başka yerlerde yayınlanmış, herkesin bildiği bir haberi yayınlamaktan hükümlü.

Ülkeyi hizaya getirme işini, artık muhalefetle de sınırlı tutmuyoruz. Hangi nedenle olduğu bilinmez, belki "Kendine bunları yapan, bize neler yapmaz?" korkusu salmak için, iktidar son zamanlarda kendi belediye başkanlarımızı kanırta kanırta istifa ettiriyoruz.

Üstelik bu belediye başkanları, partiye dün gelmiş, tesadüfen seçilmiş kişiler değil. 'Dava'nın onyıllardır bilinen isimleri. Operasyon bir yerel seçim hazırlığına benzemiyor, onun ötesinde. Bir tasfiye, yerel seçimi beklemeden yapılması zorunlu görülen bir tasfiye hareketine benziyor.

İşin teselli veren tek yönü, bütün bunların demokratik süreç içinde gelişmesi. Herşey demokrasinin kurallarının dışına taşmadan işliyor. İktidarın, kritik konularda fikirleriyle kamuoyunu aydınlatma nezaketi gösteren değerli sözcüleri, sayın CB'nın "Belediye Başkanlarının istifalarını istemek konusunda demokratik hakkını kullandığını" açıklıyor ve biz bu demokratik hakkı öğrenip rahat ediyoruz.

Gerçi bu hak, gelişmiş demokrasilerde bazı koşullarla onları seçen seçmenlere veriliyor, adına da 'geri çağırma hakkı' deniliyor. Ama olsun, bizim ülkemizde herkesi seçen zaten sadece liderler, parti genel başkanları. O yüzden burada 'ileri demokrasiye' aykırı bir şey olmadığı kanaatinde birleşiyoruz.

Ayrıca sayın Başbakan'ın ABD'ye giderken söylediği gibi, şükürler olsun, "Türkiye bir hukuk devleti." ABD ve öteki sözümona demokratik ülkelerin bunu iyi bilmesi gerekiyor. Üstelik çok da açık ve katılımcı bir hukuk devletiyiz. Biri gözaltına alındı mı, iddiaları, -zanlılar ve savunucularından da önce- tv'lerde tartışarak köşe yazılarında yazıyor, sonra da mahkemelerde okuyoruz. Suç, suçlu ve hüküm de zaten -mahkemelerden önce- meydanlarda ilan ediliyor.

Bütün bunlardan sonra da dünyaya dönüp suçluların ülkemize iadesini istiyor(muy)uz.

Gerçekten vahim durumdayız ve lakin ciddi değil!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi