Gazetecilerin arasında yükselen duvarlar

Gazeteciler ‘haber yazmak suretiyle algı oluşturmak'la suçlanıyorlar ki böyle bir suçlamanın ne ceza kanununda ne basın kanununda yeri var. Kaldı ki bu mantıkla her gazeteciyi tutuklayabilirsiniz, bakınız cezaevindeki 154 gazeteci!

Mehveş EVİN

Cuma gecesi kah bilgisayarın, kah ocağın başında Silivri'den 21 gazetecinin tahliye edilmesi, daha doğrusu edilememesi haberlerini takip ettim. Mahkemenin o gün tahliyesine karar verdiği 13 gazetecinin Silivri’de tutulduğu, sekizinin ise yeni suçlamalarla Vatan Emniyet’e götürüldüğü ancak ertesi gün netleşti.

Absürtlüğün karşısında bu cümleyi tekrar tekrar kontrol etme ihtiyacını hissediyorum. Evet, hem hukuk kuralları, hem gazetecilik açısından hakikaten akıl uçurtan bir durumla karşı karşıyayız.

Sözkonusu 21 gazeteci, FETÖ üyeliği suçlamasıyla aylar önce tutuklanarak cezaevine konmuştu. Kamuoyunda pek gündeme gelmese de suçlamaların önemli bir bölümü de fuatavni hesabına dairdi. 196 sayfalık iddianamenin 27 sayfasında fuatavni'nin tvitleri ve bunun üzerinden yapılan haberler ‘delil' olarak sunulmuştu.

Suçlamaların tamamı, gazetecilerin yazdıkları haber, yorum, tvit ve rt'lerden oluşuyordu. Murat Aksoy ve Atilla Taş'ın da dahil edildiği bu çorbada Gökçe Fırat hariç, tüm gazetecilerin görünen ‘suç'u cemaat veya cemaate yakın medyalarda çalışmış olmaktı…

Önemli bir nokta: Gazeteciler ‘haber yazmak suretiyle algı oluşturmak'la suçlanıyorlar ki böyle bir suçlamanın ne ceza kanununda ne basın kanununda yeri var. Kaldı ki bu mantıkla her gazeteciyi tutuklayabilirsiniz, bakınız cezaevindeki 154 gazeteci!

Ama mesele kanun-kuraldan çıkıp keyfiyete dönüşünce işte böyle tuhaf uygulamalar ortaya çıkıyor.

Waterboarding işkencesinden pek farkı yok

Tahliye haberinin geldiği Cuma akşamüstüne dönelim. Bir zamanlar coşkuyla fuatavni'yi veya 17-25 Aralık sonrası cemaat medyası haberlerini rt'leyenler de aslan kesildi, başka gazeteciler içerideyken ‘FETÖcü gazeteciler'in tahliye edilmesine isyan etti. Bunu yaparken de genelde Aksoy ve Taş ayrı bir yere konuldu.

Ne var ki bunu yaparken Saray'ın baş muharriri ile aynı noktada buluştular. Sözkonusu zat geri kalır mı, hakim ve savcıları göreve çağırdı. Neticede gerçekten birileri harekete geçti. O gece 21 gazeteci eşyalarını toplayıp sevdikleriyle buluşmak için saniyeleri sayarken yeniden gözaltına alındılar.

Kim olursa olsun, böylesine ağır bir psikolojik oyunu haketmiyor. Suç varsa ıspatlarsın, zaten aylardır cezaevindeler. Önce tahliye sevincini yaşatıp ardından gözaltına almak, waterboarding işkencesinden çok farklı değil.

İnsan elbet kendine yakın buldukları için daha çok sevinir. Ancak aylardır hapiste kalan gazetecilerin tutuksuz yargılanmasına neden böylesine büyük öfke duyulur? Tek nedeni, bu kişilerin cemaat medyasında çalışmış olmaları mı?

Eğer kişiler hukuk kuralları gereği değil, çalıştıkları kurum üzerinden kriminalize edilecekse kimse güvende sayılmaz. İktidara en yakın duranlar dahil!

‘Adalet herkese lazım' derken bunu kast ediyoruz, sadece kendi sosyal grubumuz, eşimiz dostumuz için değil…

Mezhep değil gazetecilik üzerinden tartışmalıyız

21 gazetecinin çoğunu tanımam, ancak bazılarının zamanında bizzat iktidarın ‘algı operasyonu'na nasıl dahil ve destek olduklarını veya seslerini çıkarmadıklarını bilir ve hiç hazetmem.

KCK basın davasından Ahmet'le Nedim'in tutuklanmasına, cemaat medyasında ilgili haberleri yapan ve yaptıranlar, tetikçilik yapan AK medyacılardan çok farklı bir yerde değil.

İyi de asıl sorumlular ortada yok. Fatura, tekrar tutuklanan 21 gazetecinin bir kısmı gibi, alt kadrolarda çalışanlara veya yazarlara çıkartıldı. Görünen yüzler, geride kalanlar onlar olduğu için hepsi aynı torbaya konup günah keçisi ilan edildi.

Maksat, onların üzerinden cemaati -ve toplumun daha geniş kesimlerini susturmak- ve nefret korosuna katmaksa, başarılı olundu.

Murat Aksoy'la ilgili yapılan yorumlara bakalım: Murat iki çocuklu, Murat iyi gazeteci, demokrat ve Alevi. Murat mecbur oldu cemaat medyasında çalıştı.

Evet, ben de Murat Aksoy'u tanıyorum ve suçlamalarla ilgisi olduğuna inanmıyorum. Ama bu, tanınmayan gazetecilerin suçlu olduğu anlamına gelmez.

İster istemez şu sorular akla geliyor: Peki başkalarının çoluğu çocuğu, yakını, ailesi yok mu? Onların geçim derdi yok mu? Basın sektöründe herkes bayıldığı kurumda mı çalıştı/çalışıyor? Murat'ın farklı bir mezhepten olduğunun altının çizilmesine niye ihtiyaç duyuluyor?

Alevilik vurgusundansa meseleyi gazetecilik, vicdan, ahlak üzerinden tartışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Cemaat medyasında çalışıp suçlananlar neden yalnızlaştı?

Gazeteci dostlarımla konuştuğumuz bir başka mesele şu: ‘FETÖ' üyeliğiyle suçlananların yakınları, kendilerini son derecede yalnız hissediyor, sahiplenilmedikleri için sitem ediyor.

Bu duygu son derecede anlaşılır.

Fakat şöyle de bir gerçek var: Cemaatin, zamanında başka kesimlerin başına açtığı belalar unutulmadı. Nasıl unutulsun? Bugün dahi sol ve Kürt hareketine açılan soruşturmaların çoğunu cemaatin yarattığı hukuksuzluk batağına borçluyuz. Kaldı ki darbe girişiminin ardında olup biteni hala bilmiyoruz.

Basın, 15 Temmuz’dan çok önce kutuplaştırmadan hem payını aldı, hem bizzat rol oynadı. Gazetecilerin arasında öyle duvarlar yükseldi ki kimse birbirini göremez oldu. Cemaat medyası örneğinde, ön plana çıkan isimlerin haricinde şeffaf olmayan bir yapı sözkonusu.

Şimdi bu duvarlar, bu gerçekler yokmuş gibi davranmak pek çok gazeteci kolay değil. Ne yazık ki birkaç ismin özür dilemiş olması da yürekleri soğutmaya yetmedi çünkü güvenilmiyorlar.

Herşeyi soldan, demokrat kesimden beklemek yerine cemaat medyasında çalışanların hikayeleri duyulabilse, belki zamanla bu güvensizlik duygusu kırılacak. Belki gazeteciliği kötüye kullananla, kullanmayan ayırt edilebilecek.

Gazetecilerin birbirine karşı muhbirliğe teşvik edildiği, kimin kimi nasıl ve nereden vuracağının belli olmadığı bir ortamda, yeni dayanışma yolları aramak şart.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi