Ayşe Düzkan çıkacak yine yazacak

Ayşe Düzkan çıkacak yine yazacak
'Sürekli tokat' siyasetiyle gazetecilere dönük baskıların ne anlama geldiğinin düşünülmesine fırsat vermeyen iktidar, bir gazeteciyi daha hapse gönderiyor.

Candan YILDIZ


ARTI GERÇEK - Gazetecilere/gazeteciliğe dönük baskılar sıradanlaşmışken, en temel haklardan biri olan fikir özgürlüğünde ısrar eden gazetecileri cezalandırmak iktidarların geleneksel refleksi olarak devam ede geliyor. Ayşe Düzkan sıradaki isimlerden…

Feminist, yazar, gazeteci Ayşe Düzkan, mücadelelerin kesişimselliğini sembolize eden "05 17" isimli kitabında yer alan "Özgürlük kesintisiz bir mücadeledir" başlıklı yazısında şöyle der: "özgürlük mutlak bir hal değil; mutlak anlamda özgür olamazsınız ancak daha özgür olursunuz, o yüzden özgürlük bir hal değil bir süreç; bazen düşsek de kalkıp devam ettiğimiz kesintisiz bir mücadele süreci."

İLGİLİ HABER: HAPİS CEZASI ALAN 5 GAZETECİYE ULUSLARARASI DESTEK

Düzkan’ı yargılanmasına rağmen sınır ötesine taşımayan, hapis cezası almasına rağmen yazmaktan alıkoymayan, cezaevine girecek olmasına rağmen yıldırmayan işte bu bilinç. Mahkeme de zaten teyit etmişti! Ayşe Düzkan’dan beklediği, aradığı "pişmanlık belirtisi"ni görememişti. Bastı cezayı…

"Kürt’e dokunan yanar" dersinden kalmaktan çekinmeyen Ayşe Düzkan’ın yine kitabından gidelim. Barışa olan inancını, kenarda sessiz kalarak, temenni düzeyinde tutmayan Ayşe Düzkan’ın bıraktığı bu notlar, onun kesintisiz mücadele anlayışının bir parçası. "Türkler için düşünme vakti" başlıklı yazısında der ki: "yüzyıllardır birlikte yaşayan, kültürleri birbirine çok yakın, yemekleri, türküleri, adetleri benzer, evlatları birbirine aşık olan iki halkın çocukları neden 30 yıldır savaşıyor?"

Ayşe Düzkan ayda bir yazdığı Yeni Yaşam Gazetesi’ndeki son yazısında; "son dönemde birçok gazeteci sürgüne gitmek zorunda kaldı çünkü aldıkları ya da alma riski taşıdıkları cezalar ömürlerinin ciddi bir kısmını oluşturuyor. insanın yakınlarından, yurdundan, -hele de gazetecilik gibi dille yapılan bir mesleği varsa- anadilinden uzak olması, avrupa’da adım başı ırkçılığa maruz kalmak nasıl zor bir iş, bilen bilir. ben de, ege’nin sahillerini, denizi, istanbul’un sokaklarını,vapurları, istiklâl caddesi’ni, müziğin iyi, içkinin ucuz olduğu barları, pazar yerlerini, buralara mahsus yemekleri, pul biberi seviyorum, insanı uykusundan uyandıran ezana, gündüzleri ona karışan çan seslerine, hiç dinlemesem de sözlerini bildiğim alaturka şarkılara, 15 yaşıma kadar varlıklarından bihaber olduğum alevilerin deyişlerine, kürtçeye, çocukken kulağıma çalınan rumcaya, çok sonra tanıştığım ermeniceye, şimdilerde duyduğum arapçaya aşinayım, bütün bunlardan ve anadilim türkçeden kopmak çok zor geliyor bana, çünkü bütün bunlar yurdum, yoksulluğa ve savaşa mahkum edilmesi karşısında kahroluyorum ve sürgündeki arkadaşlarımı düşününce…" demişti. 

Cezaevi bilmediği bir şey değil Ayşe Düzkan’ın… Bir sohbetimizde "sabır benim işim" demişti. Tevekküle sırtını dayamış bir sabırdan söz etmiyordu. Neden cezalandırıldığı sorusuna verdiği yanıttaki özgüvendi onu sabırlı kılan. 18 aylık mahpusluğa hazırdı. Ne de olsa kadınları güçlendiren "ayakta kalma mücadelesinden" geliyordu. 

Yine "05 17" kitabından devam edelim. 1997 8 Mart’ında okuduğu metinde şöyle der: "çünkü bu dünya, bu topraklar, bu şehir, bu sokaklar, evler, hayat yalnız onların değil, bizim de hakkımız. bu dünyanın, bu ülkenin halini kimse beğenmiyor. ve bu dünyanın gidişi bugünden farklı olacaksa gelecek bizim de olacak."

Sömürülen, ezilen bir cins olarak kadınlara seslenen bu sözleri siz genele de teşmil edebilirsiniz. Zira ezilenler kümesi oldukça geniş. Somalı kadınlar da var… Yırcalı kadınlar da… Barış Anneleri de… Şule Çet’ler de…

"Sürekli tokat" siyaseti ile bilgilenme hakkına hizmet eden gazetecilere dönük baskıların ne anlama geldiğinin düşünülmesine fırsat vermeyen iktidar bir gazeteciyi daha hapse gönderiyor. Ama Ayşe Düzkan çıkacak ve yine yazacak. 

Ne de olsa "kışın sonu bahardır"…

Öne Çıkanlar