OHAL'de AİHM konferansı: Hukukta yeni bir yol açılmalı

OHAL'de AİHM konferansı: Hukukta yeni bir yol açılmalı
Ankara'da düzenlenen 'OHAL'de AİHM' konferansında, tutuklu milletvekilleri, savunma hakkı, sokağa çıkma yasakları, medya ve akademide yaşanan sorunlar tartışıldı.

Derya OKATAN


ARTI GERÇEK- Ankara Barosu, Mülkiyeliler Birliği ve İnsan Hakları Derneği, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası'na bir konferansla başladı. "OHAL'de AİHM" başlıklı konferansta, tutuklu milletvekilleri, savunma hakkı, sokağa çıkma yasakları, medya ve akademide yaşanan sorunlar tartışıldı.

Ankara Barosu Eğitim ve Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen konferansın açılış konuşmalarını Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan, Mülkiyeliler Birliği Başkanı Dinçer Demirkent, İHD Eş Başkanı Öztürk Türkdoğan ve hukukçu Kerem Altıparmak yaptı.

Baro Başkanı Av. Sağkan, Türkiye'de iki yıl boyunca uygulanan OHAL'i "Tek adam rejimini kemikleştirme aracı" olarak tanımladı. Sağkan, "Bu düzen, yeryüzünün güçlülerini tiranlaştırırken, geri kalan herkesi ağzı bağlı, sesi kısık, umudu yok edilmiş seyircilere çeviriyor" dedi. 

Dinçer Demirkent, idarenin hukuka değil, hukukun idareye bağlı olduğunu söyleyerek, "Bu çağda insan hakları mücadelesinin nasıl sürdüreceğini anlatmak, öğretmek, tartışmak ve yol bulmak zorundayız" dedi.

İHD Eş Başkanı Öztürk Türkdoğan, Türkiye'de gerçek bir demokratikleşme yolunda adım atılabilecekken çatışma sorununun çözülemediğini ve ülkenin insan hakları konusunda hızla geriye gittiğini söyledi.

Hukukçu Kerem Altıparmak, AİHM'in Selahattin Demirtaş kararının uygulanmamasını hatırlattı. "AİHM, Türkiye'nin bu adımı atabileceğini tahmin edebilirdi" diyen Altıparmak, AİHM'in dokunulmazlıkları kaldıran anayasa değişikliği başvurusunu karara bağlaması gerektiğine işaret etti. Altıparmak, "Hukuk sistemi başlı başına bir ihlal aracına dönüştü" dedi.

Açılış konuşmalarının ardından "AİHM, Milletvekilleri ve Avukatlar" başlıklı oturumda HDP Milletvekili Ayşe Acar Başaran, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve Av. Şenal Saruhan konuştu.

BAŞARAN: HUKUK TERBİYE ARACI OLARAK KULLANILIYOR

Başaran, sadece yüzde 50 değil Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun OHAL'den mağdur olduğunu söyledi. Siyasal iktidarın yeni bir sistem inşa edilirken önünde duran herkesi öğütüp geçme gibi bir planı olduğuna dikkat çeken Başaran, "Hukuk toplumsal şekillendirme, terbiye aracı olarak kullanılıyor" dedi.

Milletvekillerinin kürsüde söylediği sözün fezlekeye dönüştüğünü ve Meclis'te dahi ifade özgürlüğü olmadığını kaydeden Başaran, hiçbir mahkemenin iktidarın inisiyatifi dışında adım atamadığını, Adalet Bakanlığı'nın milletvekili dosyalarının akıbetini sormak için yerel mahkemelere bilgi notları gönderdiğini belirtti.

Dokunulmazlıkları kaldıran Anayasa değişikliğinin hukuksuz olduğunu ifade eden Başaran, bu değişikliği HDP'yi demokratik siyaset arenasından silmenin aracı olarak nitelendirdi. Başaran, AİHM dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin başvuruyu karara bağlamadığı için milletvekillerinin hala risk altında olduğunun altını çizerken, "AİHM dokunulmazlıkların usule aykırı şekilde kaldırıldığının farkında. Bu insanların politik nedenle tutuklu olduğunu da belitiyor ama başka dengelerin daha önemli olduğu bir dönemden geçiyoruz" dedi.

Başaran, adalet mücadelesinin toplumsallaşması gerektiğini vurguladı.

TANRIKULU: YARGI MÜHENDİSLİK YAPIYOR

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Enis Berberoğlu ve Eren Erdem davalarında teammüllere aykırı uygulamaları anlattı. Gözaltı kararından mahkeme heyeti değişikliğine kadar bir dizi uygulamayı anlattıktan sonra "Takip eden bir yargı sistemi var" diyen Tanrıkulu, şöyle devam etti: "Yargı hiç bu kadar mühendislik yapmamıştı. Milletvekilerine karşı hem algı oluşturuyor hem mühendislik çalışması yapıyor. Bunu yapanlar sürekli yükseldi, o mahkeme üyeleri Yargıtay üyeleri oldu."

MOBİL CEZALANDIRICI HEYETLER VAR

HDP eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in söylemediği sözler nedeniyle cezalandırıldığını belirten Tanrıkulu, Önder'in "Türkiye'yi gülistana çevireceğiz" sözünün "kabristana" olarak, "HDK" sözünün de "PKK" olarak fezlekeye geçirildiğini hatırlattı. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nin konuşmanın bilirkişiye gönderilmesi talebini kabul etmediğini ve TCK 7/2. maddeden Türkiye'de ilk kez 4 yıl 8 ay ceza verdiğini belirten Tanrıkulu, "Mahkeme heyetinin kompozisyonu belli" dedi. Tanrıkulu, "hükümeti ikna eden yargı pratiği sonucu" ÇHD üyesi avukatların tutuklu yargılandığı dava dosyasının 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nden alınarak 26. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verildiğine dikkat çekti. Tanrıkulu, "Mobil cezalandırıcı heyetler var adliyede. Dava konusuna, kişiye göre mahkemeler kompozisyon oluşturuyor" dedi.

SARUHAN: O HALDE BİZ DE VARIZ DEMELİYİZ

Avukat Şenal Saruhan ise 1996 yılında darbe dönemlerinde hukukun işleyişine dair bir röportaj veren Av. Gülçin Çaylıgil'in konuşmasından alıntılar yaparak, bugünkü uygulamalarla benzerliğine dikkat çekti.

OHAL'in ilanının gereksiz olduğuna işaret eden Saruhan, "Tüm Türkiye topraklarına yönelik saldırı söz konusu değildir. Birkaç ille sınırlıydı ve bastırılmıştı. OHAL ilanı için hükümet güçlerinin o darbeyi engellemeye gücünün yetmemesi gerekir. Burada bir zorunluluk yoktu" dedi.

Terörle Mücadele Yasası içinde yargılananların OHAL kapsamında değerlendirildiğini hatırlatan Saruhan, ancak TMK'nın zaten hukuksuz olduğunu, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü engellediğini vurguladı.

Avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olduğunu belirterek, ulusal ve uluslararası yasa ve sözleşmelerde avukatlık mesleğini koruyan maddeleri hatırlatan Saruhan, OHAL'de savunma hakkının ve masumiyet karinesinin yok sayıldığına işaret etti. Saruhan, yasada açıkça belirtilmesine rağmen avukatların müvekkilleriyle özdeş hale getirildiğini belirterek, "Biz bır sırat köprüsünde duruyoruz; ya sanık ya avukat kürsüsüne çıkıyoruz" dedi. Saruhan, Türkiye'deki avukatların tehdit altında olmasının uluslararası kuruluşlar tarafından da tespit edildiğini ve Türkiye'nin yargılama alanında en geri noktada olduğunu ifade etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "TSK'da türban laikliğe aykırı" diye mütalaa veren Danıştay savcısına ilişkin "sen kimsin ya" sözlerini hatırlatan Saruhan, "O savcının başına gelebilecekleri hepimiz tahmin ediyoruz" dedi.

Hukuk sisteminin öc alma mantığı ile yürütüldüğünü ifade eden Şenal Saruhan, şöyle devam etti: "Bir önceki darbeden, OHAL'den, sıkıyönetimden ders çıkarılarak hukuk alabildiğine cendere altına alınıyor ve doğrudan egemenlerin hukuku olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda hepimizin dik durmaya, hukuka sarılmaya ihtiyacımız var. Tehlike ile karşı karşıyayız ama o halde biz de varız demek gerekiyor. AİHM'e güvenemeyeceğiz. Sistem tün dünyada kendine yeni yollar bulmaya çalışıyor ama insanın değeri, onuru, insan haklarına dayalı bir hukuku inşa edecektir diye inanıyorum."

Oturumun moderatörlüğünü yapan Ankara Baro Başkan Yardımcısı Av. Aşkın Demir de adalet için daha fazla mücadele edeceklerini dile getirdi.

TÜRKDOĞAN: CEZASIZLIK DUVAR GİBİ KARŞIMIZDA DURUYOR

Konferansın ikinci oturumunda sokağa çıkma yasaklarına ilişkin konuşan İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, OHAL veya sıkıyönetim yoksa sokağa çıkma yasağı uygulanamayacağını ancak 2015'de fiili bir durum yaratıldığını kaydetti. Sokağa çıkma yasakları döneminde 337 sivil öldürüldüğünü ancak devletin bunu kabul etmediğini söyleyen Türkdoğan, Sur ve Cizre're yaşamını yitirenlerle ilgili soruşturmalarda bir tek kişinin dahi savunmasının alınmadığının altını çizdi. Türkdoğan, yargının devletin cezasızlık politikasını meşrulaştırdığını belirterek, ekledi: "Cezasızlık duvar gibi karşımızda duruyor."

AİHM'in bu konuda bir yol açabileceğini ancak endişeleri olduğunu dile getiren Türkdoğan, AİHM'in sadece belli kişilerin sağlık hakkına erişimi noktasında tedbir kararı verdiğini, sokağa çıkma yasağı ile ilgili bir tedbir kararı vermediğini hatırlattı. Oysa bu koşulların yaşam hakkı ihlali, işkence ve kötü mumaleye sebep olduğunun altını çizen Türkdoğan, AİHM'in yaşam hakkıyla ilgili esastan değil usulen kararlar vermesini de eleştirdi.

"Bu dönem Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru yolunun çökmemesi için AİHM özel bir çaba içerisinde" diyen Türkdoğan, ancak çatışmalı süreç devam ettiği sürece bu mekanizmaların işlemeyeceğini vurguladı.

OHAL'DE AKADEMİ: ARINDIRMA, KİMLİKSİZLEŞTİRME, SİNDİRME

Ardından Av. Ziynet Özçelik, "OHAL, akademi ve AİHM" başlıklı bir konuşma yaptı. Özçelik, OHAL'in akademiye etkisini "Arındırma, kimliksizleştirme, sindirme" olarak tanımladı.

Sindirmenin "arındıramadığı" insanlara yönelik olduğunu vurgulayan Özçelik, kimliksizleştirmeyi ise akademisyenlerin tüm yetilerini kullanmasını engelleme olarak tanımladı. İki yılda 15 vakıf üniversitesinin kapatıldığını, 6081 akademisyenin ihraç edildiğini, bunlardan 153 akademisyenin geri alındığını aktaran Özçelik, en fazla ihraçların sosyal ve beşeri bilimler alanında yaşandığına dikkat çekti. İhraç edilenler arasında 407 barış bildirisi imzacısı olduğunu anımsatan Özçelik, OHAL işlemleriyle ilgili idari yargı, AYM, OHAL Başvuru Komisyonu, AİHM ve iş mahkemelerine başvuru yapılabildiğini ancak sonuç alınamadığını kaydetti.

Barış Akademisyenleri davalarının avukatlarından olan Özçelik, "Biz henüz iç hukukta da AİHM'de de etkili yargı denetimini sağlayabilmiş değiliz. Bunu zorluyoruz ama zorlarken nasıl yapacağız? Şunu görmek zorundayız. Bugüne kadar insanların İkinci Dünya Savaşı ve öncesinde aldığı derslerle oluşturduğu kurumlar bugünün ihtiyaçlarına yanıt vermiyor. Dünyada sisteme ilişkin bir kriz olduğunun farkındayız. Krizin insanlık yararına çözülmesi noktasında yetersiz kalınıyor. Uluslararası sermayenin temsilcileri, 'bu eşitsizlik üreten sistemde rıza üretemiyoruz, çünkü refah payı veremiyoruz öyleyse yargıyı araçsallıştıralım' diyorlar. Bu mesele sadece Türkiye'ye özgü değil. Baroların, insan hakları merkezlerinin çok daha etkin olması gerektiğini düşünüyorum. Haklarımızın bizden çalınması girişimine karşı raporlama, görünür kılma, dünyada üst birlikler, benzer kuruluşlarla bunları paylaşma ve savunmanların önerilerini açığa çıkaracak toplantılar organize etmeiyiz. Böyle krizler bize, insanlığa yeni araçları üretebilme ve yeniden düşünebilme olanağı da verir. Biz savuma hakkıyla, insan haklarıyla ilgili önemli görevler üstlenebiliriz."

PEKİN: AİHM BEKLENTİLERİ KARŞILAMIYOR

Avukat Tora Pekin ise Türkiye'nin dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi olduğunu söyledi. "Yargıda esas olan tarafsız olması ve bunu her aşamada göstermesi gerekir. Şimdi bu taraflılık gözümüze sokuluyor" diyen Pekin, şöyle devam etti: "Türkiye'de medya büyük oranda iktidarın kontrolü altında. Yargı zaten saldırının ana estrümanı. Anayasa Mahkemesi durumu idare etmeye çalışıyor ama yetmiyor. Uluslarası toplum ses veriyor ama yetersiz kalıyor. AİHM'den beklenti var. Ama AİHM beklentiyi karşılayamıyor."

AİHM'deki tutuklu gazeteciler davalarında hükümetin tutuklulukları haklı göstermek için mafya davalarından örnekler verdiğini belirten Pekin, "Bu kabul edilebilir değil" dedi.

AİHM'in tutuklu gazetecile dosyalarında uzun süre direndiğini, ancak Anayasa Mahkemesi'nin Şahin Alpay ve Mehmet Altan dosyasınan ele aldığını söyleyen Pekin, "O ilişkinin artık bir hukuk tartışması değil siyasi nedenlerle yürüyen bir ilişki olduğunu gösteren tesadüfler var" dedi.

TAHİNCİOĞLU: AİHM TÜRKİYE'NİN ÖRF VE ANANELERİYLE UYUM SAĞLADI

Gazeteci Gökçer Tahincioğlu ise Ergenekon davalarının başladığı 2007-2008'in aslında OHAL'in fiili başlangıcı olduğunu belirtti.

O dönem cemaat medyasının artık medyanın amiral gemisi haline geldiğini kaydeden Tahincioğlu, Ergenekon'un "kumpas" adını almasıyla birlikte ise gazetecilerin konumlanmasında sıkıntısı olduğunu kaydetti.

OHAL'de yaklaşık 170 basın kuruluşunun kapatıldığını, bugün itibariyle 162 gazetecinin hapishanede olduğunu hatırlatan Tahincioğlu, şunları söyledi: "Kolu kanadı kırılmış bir medya yapısı var. KHK'larla kapatılan yayın orgalarının tüm mal varlığına el konuldu. 620 sarı basın kartı iptal edildi. OHAL sonrası muhalefetinden iktidara yakınına kadar her bir yayın organı ve gazetecinin terbiye edildiğini düşünüyorum. Otosansür genlerimize işledi. Gazetecilere bir daha yazamayacak hale getirecek kadar bedel ödetildi. Buna karşı gazetecilerin inadı sürüyor ve sürecek."

Tahincioğlu, AİHM konusunda ise şu değerlendirmelerde bulundu: "AİHM, Türkiye örf ve ananelerine uyum sağlamış gibi gözüküyor. Bu kurumlar bir kapıyı açıp bir kapıyı kapatarak hukuku etkisiz hale getiriyor. Bunu teşhir etmemiz gerekiyor. Ben de inatçı olmak gerektiğini düşünüyorum."

Öne Çıkanlar