Hangi birini saysak?

HDP, Türkiye’nin toplumsal zenginliğini en fazla yansıtan bir yelpaze partisidir ve 2015 Haziran seçimlerinde AKP’yi çoğunluktan düşürdüğü için özel olarak cezalandırılmaktadır.

Ragıp ZARAKOLU

Türkiye sonucu ister evet ister hayır olsun bütünüyle gayrı meşru bir referanduma ite kaka götürülüyor.

Bir mucize kabilinden hayır sonucu çıksa bile, bu referandumun gayrı meşruluğu tartışılmaz.

Eğer olanca hile hurda ile evet dayatmasına Türkiye toplumu pes etmiş sayılsa da, ilk andan itibaren kurulan sözde başkanlık sistemi hiçbir meşru temele sahip olmayacak.

Ve bu yeni maceralara kapı aralayacak.

Bu referandumun gayrı meşruluğu konusunda sayılacak gerekçelerin hangi birini söylesek?

En başta referanduma OHAL altında gidiliyor. Devletin olanca olanakları evet dayatması için zorlanıyor.

Bu aslında özürlü TC demokrasisinin daha doğumundan bu yana gelen bir kötü alışkanlığı.

1945 yılında oluşan Yeni Dünya durumundan dolayı TC, ülkenin tek partisi CHP şeklen çok partili sisteme geçildiğini ilan etti.

Ama en baştan "ana muhalefet " görevi, Teşkilatı Mahsusanın Rumları etnik arındırma masasından, Başbakan olarak Dersim soykırımının ikinci safhasının sorumlusu olan Celal Bayar önderliğinde, CHP içindeki B takımına verildi.

1945 4 Aralık sol basına yönelik pogrom ile Özgür basın susturuldu, zaptu rapt altına alındı. Sebahattin Ali ve Serteller gibi özgür basının temsilcileri sıkıyönetim tarafından tutuklandı.

1946 yılında sıkıyönetim altında, aynı General Evren’in 1982 referandumu gibi seçimlere gidildi.

1946 yılı Aralığında ise, 2. Dünya Savaşı çoktan bittiği halde kaldırılmamış olan Sıkıyönetim, bürün sol parti ve bağımsız sendika merkezlerini basarak kapattı.

1948 yılında ise özgür basının Sebahattin Ali gibi bir sembolü derin devlet tarafından katledildi ve Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar gibi özgür basının temsilcileri zindana konuldu.

CHP’nin kazanmasını garantilemek üzere hazırlanan seçim yasası altından, kumar masasından, "Artık Yeter" diyen seçmenin oyları ile, TC devletinin B Takımı zafer lazanmış olarak çıktı.

Son cumhurbaşkanlığı seçiminin 3 adayı olan ve seçime "Seni Başkan Yapmayacağız" sloganı ile katılan ve oyların yaklaşık % 10’unu alan Selahattin Demirtaş, halen Bulgaristan sınırı yakınındaki özel bir tecrit cezaevine tutulmaktadır.

Bunun ne siyasi terbiye ile, ne de futbolculu tarzını hep öne çıkardığına göre spor adabı ile bağdaşır bir yanı yoktur.

TBMM’nin üçüncü büyük siyasi partisi olan HDP’nin eş başkanları ve bazı milletvekilleri cezaevlerinde hukuki meşruluğu olmayan kararlar ile rehin tutulmaktadır.

HDP, Türkiye’nin toplumsal zenginliğini en fazla yansıtan bir yelpaze partisidir ve 2015 Haziran seçimlerinde AKP’yi çoğunluktan düşürdüğü için özel olarak cezalandırılmaktadır.

Yerel yönetimler, tarihinin en büyük tasfiyesini yaşamıştır. Bu temizlik hareketi, karşısında merkezi yönetim kolonyalist ve işgalci bir konuma düşmüştür.

TC devleti Makkartici anlayış ile 60 sonrası Türkiye solunu hep TKP üzerinden engizisyon mahkemesine çekmiş ve cehennem soruları yöneltmiştir.

Bugün benzeri politika Kürdistan İşçi Partisi üzerinden denenmektedir.

Geçmişte, devlet istedi diye TKP’yi lanetleme şantajını Türkiye solu nasıl kabul etmedi ise; bugün de Türkiye solu devletin KİP’i lanetleme şantajını kabul etmeyecektir.

Bu bayatlamış şantaj politikaları hiçbir çözüm sağlamayacaktır.

Ne yazık ki, 28 Şubattan bu yana benimsediği Kürt karşıtlığı politikası ile CHP, bugüne gelinmesinde ve "Başkanın" elinin güçlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Bir demokratik zafer olan ve AKP’nin dizini kıran Haziran seçimlerinden sonra inisiyatifi "Başkan"a bırakan onlar olmuştur.

HDP karşıtlığı konusunda AKP ve MHP ile blok kuran, donunulmazlıkların kalkmasında sorumluluğu olan da CHP önderliğidir.

Kaldı ki Kürt sorununa siyasal çözüm bulmak üzere, KİP ile masaya oturan ve HDP yönetilerinden arabuluculuk yapmasını isteyen TC devletinin kendisi ve hükümetidir.

Bugün TC tarihinin en kirli ve karanlık ittifakı kurulmuştur. Kimin kimi ne zaman sırttan hançerleyeceği de belli değildir.

Belki de ilerde bu nedenle birbirlerini yargılayacak ya da yargılatacak olan da kendileri olacaktır.

Türkiye siyasi tarihinin en "geri" momentlerinden biri yaşanmaktadır. 150 yıllık bir anayasa mücadeleleri geleneği çöp tenekesine atılmıştır.

Hedef alınan Başkanlık modelinin, inanın en çok dillendirilen Latin Amerika’da falan bile yeri yoktur.

Model, monalitik bir yapının mirası üzerine kurulan Türki Cumhuriyetlerdeki Başkanlık sistemidir.

Ya da post-kolonial dönemin Afrika başkanları…

Son Uganda ziyaretinde "Başkan", "Başkanın" konuşmasını coşku ile alkışlamaktaydı masayı yumruklayarak.

Herhalde orada burada bir çok inşaat ve yatırım yapan yeni Türk sermayesi kaplanları da, Rusya’dan buralara taşan oligarklardan ilham aldılar.

Başkanlık sarayları bile Çavuşescu’dan çok oralardan mülhem.

Turgut Özal’ın ziyaretinde Kazakistan Başkanı olan Nursultan Nazarbayev hala "Başkan"!

Türkmenistan Başkanı, Saparmurat Atayeviç Türkmenbaşı (Niyazov) ömrü vefa etmediği için sadece 15 yıl Başkanlık yaptı! Yerine geçen Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov, ise hayatı boyunca devlet başkanı olarak kalabilmek amacıyla anayasayı değiştirmeyi planlıyor, artık kimden ilham aldıysa?

Özbekistan’ın ilk devlet başkanı sadece 25 yıl görevde kaldı. Ama Özbekler hiç olmazsa 2016 da yeni bir Başkan seçmeyi başardılar.

İlk Kırgizistan Başkanı Askar Akayev 15 yıl başkanlık yapmıştır. Şimdi Putin’in yanında "mülteci" konumunda. Ama son Başkan Almazbek Şarşenoviç Atambayev’in de Putin ile pek sıkı fıkı.

Gelelim Azarbeycan’ın ilk ülkücü Başkanı Elçibey’den erki yeniden teslim alan ve hanedana dönüşmüş olan Aliyev ailesine: 1993 yılından beri baştalar.

Ve biz "Başkanımızın" sadece 3. Yılındayız!

Haydi hayırlısı!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi