Hadi normalleşelim!

Normalleşmek, hukukun üstünlüğünü korumayı şart koşmak ile mümkündür. Rejimin illegal eylemleri sürdükçe öfkeyi bastırmanın faydası yok. Saray’dan ricacı olmak Sultan’ın varlığını kabul etmektir. Rehine pazarlığı yapmıyoruz, yasalara uyulmasını istiyoruz.

Özgür Özel’in önce Recep Tayyip Erdoğan’ı ardından Devlet Bahçeli’yi ziyaret etmesi “normale dönüşün” bir işareti olarak değerlendiriliyor. Partiler arasında yeni görüşmelerin yapılacağı konuşuluyor.

Normalleşme, CHP’nin yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkmasından bu yana en çok tartıştığımız kavram. Peki normale dönüş ne demek? Normal zamanlarımız hangi tarihti? Hangi dönemde ortak bir mutluluk yaşadık bizler?

90’larda İnönü Stadyumu’nda Madonna konserine gidenlerin özlediği şey mi normal yaşam? Aynı tarihlerde Beyaz Toroslu katiller Kürt halkına zulüm ediyor, insanları asit kuyularına atıyordu. Siyasal İslamcıların bastırıldığı, devletin ve ordunun laikliğe sonuna kadar sahip çıktığı dönem mi normal olan? Aynı tarihlerde kadınlar başörtüsünün üzerine peruk giyip üniversite kapılarında aşağılanıyorlardı.

Birilerinin normalinin diğerlerinin felaketi olduğu yılları beraberce yaşamadık mı? Normalleşme dediğimiz şey esasında hukuk değil mi? Eşit, adil, evrensel bir hukuk devletine dönüşten bahsediyoruz öyle değil mi?

Hal böyleyse Erdoğan ve çevresindeki yapıların bizleri hukuka döndürmek gibi bir niyeti olmasa gerek. Siyasi baskılardan kurtulmuş, bağımsız ve güçlü bir yargı Erdoğan’a gün yüzü göstermez. Devlet Bahçeli, Özel ile görüşmesinden yarım saat önceki grup toplantısında yeniden evrensel hukuka savaş açtı. AIHM’i şeytan, Kavala’yı Soros çocuğu ilan etti. Milli yargıdan bahsetti.

Rejimin normalleşecek veya yumuşayacak bir imkanı kalmadı. Çok fazla suça bulaştılar.

Muhalefette önemli bir güç haline gelen Özgür Özel, ülkenin normalleşmesi için bir kırmızı çizgi çekmek durumunda. Memleketin büyük bir anormallik içinde olduğunu, bunun kalıcı olmadığını, yeni normal için evrensel hukuku referans almanın gerekliliği meselesinde hemfikirsek yumuşama ölçümüzü iyi ayarlamakta fayda var. Türkiye, hukuk konusunda patates püresine döndü. Yeni bir yumuşamayı kaldıracak gücümüz kalmadı.

Selahattin Demirtaş ve Kürt tutsaklar, Osman Kavala ve gezi tutsakları, KHK ile hayatları karartılan milyonlar, siyasi cinayetler gibi hem AYM’nin hem AIHM’in tapu gibi kararı olan siyasi kumpasları alaşağı etmek için milim taviz verilmemeli.

Normalleşmek, hukukun üstünlüğünü korumayı ilk şart koşmak ile mümkün olacaktır. Rejimin illegal eylemleri sürdükçe öfkeyi bastırmanın bir faydası yoktur. Saray’dan ricacı olmak Sultan’ın varlığını kabul etmektir. Rehine pazarlığı yapmıyoruz, yasalara uyulmasını istiyoruz.

Tamam normalleşelim ama kadar da yumuşamayalım derim.


Hayko Bağdat: 1976 yılında Rum bir anne ve Ermeni bir babanın dördüncü çocuğu olarak İstanbul’da doğdu. Esayan ve Mkhitaryan Ermeni okullarında eğitim aldıktan sonra, 1994’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü‘ne başladı. Babasının beklenmedik vefatı sebebiyle eğitimini tamamlayamadı. 2002 yılında Yaşam Radyo’da Türkiye’de ilk azınlık sorunlarını gündeme taşıyan “Sözde Kalanlar” programı ile gazeteciliğe başlayan Bağdat, Türkiye’nin önemli basın organlarından gazetecilik, köşe yazarlığı ve yorumculuk yaptı. 2007 yılında katledilen gazeteci Hrant Dink’in ardından kurulan ve adalet arayışını sürdüren “Hrant’ın Arkadaşları” ekibinin kurucuları arasında yer alan Bağdat’ın “Türkiye’de Ermeni ve öteki olmayı” anlatan ilk kitabı ‘Salyangoz’ 2014’te, ikinci kitabı ‘Gollik’ 2015 yılında, üçüncü kitabı ‘Kurtuluş Ҫok Bozuldu’ ise 2016 yılında okurlarıyla buluştu. Kitabından esinlenerek kurguladığı tek kişilik gösterisi Salyangoz, 2016’de Türkiye’nin bir çok şehrinde seyirci ile buluştuktan sonra, tüm dünyaya yayılan turneleri ile beğeni topladı. 2017’de Almanya’ya taşınan Bağdat, Berlin’de gazeteciliğe ve üretmeye devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hayko Bağdat Arşivi