Şam neden Moskova için önemli?

Rusya’nın, Suriye’deki politik gelişmelerde rolünü oynamaya devam etmesi gerekiyor. ABD de tüm gücünü Esad’ı devirmek için kullanmayı bırakmalı…

İşxan Miroyev

Birçok uzmanın görüşüne göre Suriye’deki sorunun çözümü Rusya için bir otorite sorunu haline gelmiş durumda. Durum, Moskova açısından ilkesel önem arz ediyor. Aynı zamanda Rusya’nın uluslararası alandaki etkisini göstermesi açısında da kritik. Rusya diplomasisinin daha önce savunduğu çizgiden vazgeçmesi, taviz vermekle eşdeğer olacaktır.

Rusya, Suriye konusunda baştan itibaren net bir pozisyon aldı ve bundan kaynaklı ABD ve Avrupa’yla ters düşmekten bir an olsun çekinmedi. Moskova, bölgesel etkisini Esad’a yönelik baskı oluşturmak için kullanmayı reddetti ve tarafları ulusal barışı sağlamak için ortak hareket etmeye davet etmeyi esas aldı.

Maalesef Kremlin’in bu politikası sonuç alıcı olamadı ve zamanla Rusya’nın Batı ve Arap dünyasıyla olan ilişkilerine ciddi zarar olarak geri döndü.

Tabi ki Rusya görmezlikten gelinemez ve Batılı ülkeler dayatma ile Moskova’yı işbirliğine zorlayamazlar. Batı’nın Rusya’yla ortak çıkarlar çerçevesinde işbirliği kurması gerekiyor.

ABD ve Avrupa artık şunu kabul etmeli: Dünya düzeni değişmiştir. Rusya, Batı’nın bir parçası değil ve olamaz da. Rusya, reel olarak kendisini denge unsuru olarak görmekte ve bunu yaparken de geleneksel yaklaşımını sergileyerek ideolojik tutum takınmaktadır.

Rusya’nın Suriye’deki politik gelişmelerde rolünü oynamaya devam etmesi gerekiyor. ABD de tüm gücünü Esad’ı devirmek için kullanmayı bırakmalı ve en güncel olanı gerçekleştirmeyi,  yani sorunun politik çözümü için çaba harcamalı. Washington ve Moskova’nın Suriye’deki iktidarın değişimine yönelik pratik bir mekanizma oluşturması gerekiyor.

ABD ve Rusya’nın Suriye’deki taraflar içinde diyaloga en yatkın olan kesimleri belirlemeleri ve onları teşvik edecek koşullar oluşturmaları, diyalog istemeyen gruplaraysa baskı uygulayarak onları görüşme masasına oturtmaları lazım. Hiçbir uzlaşıya gelmeyen grupların izole edilmesi ve bunlara yaptırım uygulanması da kaçınılmaz.

Batı’nın hegemonyal gücünün zayıfladığı ve dünyadaki durumun çok değişken olduğu bu günlerde Rusya kendini Batı karşıtı bir denge unsuru olarak konumlandırmakta. Çünkü, yeni dünyanın oluşum karakterini etkileyecek bir konumda olduğunun farkında.

Suriye’ye ilişkin var olan çelişkiler asıl olarak dünya düzeni konusundaki çelişkilerin yansımasıdır. Yani insan hakları ve özerkliğinden kaynaklı sorunların, güç kullanma ve güç kullanmaya ilişkin sorumlulukların karşıtlıklarıdır.

Bu karşıtlıklar eski ‘’Soğuk Savaş Dönemi’’ndeki ABD ile SSCB arasındaki Ortadoğu endeksli rekabetten temelden farklıdır ve bölgedeki yeni ideolojik karşıtlık ve hegemonyal istemlerle ilgilidir.

Günümüzdeki durumu eskisinden farklı kılan diğer bir unsur ise uluslararası krizin Suriye’de katı bir iç çatışmaya dönüşmüş olmasıdır ki bu kendi başına bölgesel değişimin en önemli noktasıdır ‘‘Arap Bahar’’ıyla adlandırılmıştır.

Rusya’nın Suriye krizine yaklaşımını anlamak için öncelikle Libya’daki olaylardan başlamak gerekiyor. Washington önce Kremlin nezdinde çatışmaya karışmayacağına ilişkin bir izlenim oluşturdu. Rusya, ABD’nin Libya’ya çok müdahil olmayacağını hesaba katıyordu. Dönemin ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in açıklamaları da bu izlenimi güçlendiriyordu. Gates, o günlerdeki açıklamasında güvenli bölge oluşturulması için askeri operasyona ihtiyaç olduğunu, ancak bunun da ABD’yi üçüncü kez (Irak ve Afganistan’dan sonra) müslüman bir ülkede çatışmaya dahil edebileceğini belirterek, uyarıcı mesajlar veriyordu.

Rusya, 2011 yılındaki Libya krizine karşı aldığı tavırla şunu gösterdi: Moskova, Batıya ters düsen herhangi bir rejimi otomatik olarak savunma niyetinde değil.

‘‘Soğuk Savaş Dönemi’’ndeki Kaddafi hiç de sanıldığı gibi Sovyetler’in kuklası değildi ve Batı’yla daha 2003 yılında barışmıştı. Ayaklanmalar başladığı döneme dek Rusya Libya’yla  işbirliği içerisindeydi ama bu işbirliği Libya’nın Avrupa ile olan işbirliği kadar yoğun değildi. Başkan Putin Libya’yı ziyaret etmiş ve Kaddafi’yi Moskova’da kabul etmişti. Ama Rusya yönetiminin Libya diktatörüne karşı en ufak bir acıma hissi duymuyor, yaşananlardan kendine pay çıkarmıyordu. Bunun içindir ki Kaddafi’nin devrilmesine de üzülmediler.

Rusya, eşdeğer bir ortak olarak kabul edilmesi durumunda Batı’yla –BM Güvenlik Teşkilatı çatısı altında– üçüncü bir ülkede insanların yaşamlarının korunması ve sivil özgürlükler için askeri operasyonların örgütlendirilmesi ve hayata geçirilmesinde işbirliği yapmaya hazır olduğunu gösterdi.

Tabi bu işbirliği, iktidarların doğrudan devrilmesini, darbe hazırlıklarını, yabancı devletlerin başkanlarını iktidardan uzaklaştırma gibi baskı mekanizmalarını içermiyor. Rusya’nın üçüncü bir ülkede rejim değişikliğine karşı çıkması sadece bağımsızlık ilkesi ve içişlere müdahale etmeme ilkesinden kaynaklı olmayıp, eski rejimlerin devrilmesinden sonra gelişecek olası durumlarla da ilgilidir.

Kaddafi’den sonraki Libya’da Rusları tedirgin eden yaşanan genel kaostu. Ülkenin parçalanması ve devrilen rejim tarafından stoklanan silahların tarumar edilmesi ve sonuçta bütün bölgeye yayılmasıydı.

Kaddafi’nin Rusya’da az dostu vardı ve Putin onlardan değildi. Ancak diktatörün devrilmesinden sonra Batı’ya olan güven sarsıldı. Rusya, Batı’nın kendisini eşit bir ortak olarak kabullenmesini, çıkar ve görüşlerine saygı gösterilmesi gerektiğini düşünüyor. Ama Rusya Libya örneğinde gördü ki Batı, operasyonların yapılması konusunda Moskova’yı muhatap almıyor. Bir de Kaddafi devrilir devrilmez iktidara gelen Libya’nın yeni yönetimi, Batılı şirketlerle eskiden yapılmış anlaşmaları hemen onayladı ama Rus şirketleriyle yapılan anlaşmaları onaylamadı.

Böylelikle, NATO’nun yaptığı harekatla ilgili rahatsızlığını gösterdi. Çünkü bu harekat BM’nin yetki kullanımına tersti ve asıl olarak sadece sivil halkı savunmak için uçuşa yasak bir bölgenin oluşturmasını içeriyordu.

Bu durum Moskova’da ciddi bir rahatsızlığa yol açtı ve bu rahatsızlık Suriye sorununda kendini dışa vurdu. Rusya, Libya dersini daha da hatırlatacaktır eminim.

Şam, Rusya’nın Ortadoğu’daki son ortağı değil. Çoğu uzmanlar böyle yansıtmaya çalışıyor olsa da. Gerçeği şu: 1990’lı yıllarda Moskova kendini bölgedeki jeopolitik rekabetten çekti. O zaman Mihail Gorbaçov ve Eduard Şevarnadze SSCB’nin bölgedeki ortaklarından Saddam’a sırtlarını dönmüşlerdi. Saddam, Kuveyt’i işgal etmiş ve ABD, Saddam Hüseyin’e karşı uluslar arası bir koalisyon oluşturup 1. Körfez Savaşı’nı başlatmıştı. 1991 sonbaharında, SSCB’nin resmi olarak dağılmasının arifesinde Moskova yeniden İsrail’le diplomatik ilişkilerini oluşturdu ve Filistin sorununa olan yaklaşımını değiştirdi.

O günden bu yana Rusya’nın bölgedeki konumu ticari çıkarlarla, Ortadoğu’daki ülkelerin Kuzey Kafkasya’daki teröristleri desteklememeleri şartıyla, kutsal topraklarla olan ilgi, deniz bölgelerindeki ve Körfez’deki tatil imkanlarıyla sınırlıydı.

Moskova’nın Suriye’yle olan ilişkilerine bölgedeki çıkarları da etki yapıyor. Aynı zamanda İran’la, Türkiye’yle, İsrail’le ve Batı’yla olan ilişkilerine de. Bundan dolayı Rusya’nın Suriye’nin geleceğiyle ilgili net bir planının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi