Siyasetin işi ülkeyi geliştirmektir, bölmek değil!

Olağanüstü dönemlerde ülkenin ihtiyacı partici, kavgacı siyaset adamları değil, hukuka inanan, barıştırıcı, birleştirici, aldanmayan, aldatmayan, adaletli, dirayetli devlet adamlığı.

Türkiye'de siyasetin dili son yıllarda görülmedik ölçüde hırçınlaştı; hırçınlığın ötesinde saygısız, kaba, suçlayıcı, hakaretlerle dolu hale geldi.
Gün geçmiyor ki, iktidarın bir sözcüsü muhalefetin bir eleştirisine cevap yerine ağır bir söz etmesin, muhalefette de ona benzer ağırlıkta bir karşılık vermesin. Tarafların birbirleri hakkında söyledikleri siyasi tartışma ve eleştiri boyutlarını çok aşıyor. Doğrudan suç iddiası ve ithamı boyutları taşıyor. 

Bu durumda birbirlerine kürsülerden laf yetiştirmek yerine, dilekçelerini ellerine alarak doğrudan savcılıklara başvurup mahkemeleşseler belki daha iyi... Ancak işin şaka kaldıracak yanı yok; bu gergin, kaba, saldırgan, suçlayıcı dil, topluma kötü örnek oluyor. Siyasetin tepesindeki bu akıl almaz görüntü, topluma kin, öfke, husumet tohumları ekiyor.

Siyaset hasımlık üzerine yapılmaz. Yapılırsa ülkeye yarar sağlamaz. Farklı fikirlerin varlığı, sağlık işaretidir, gelişmenin dinamiğidir. Demokrasi farklı fikirlerin toplum önünde tartışılması ve eşit yarışma koşulları içinde halkın onayına sunulmasıyla işlerlik kazanır.

Türkiye'de bu uygar tartışma ve eşit yarışma koşulları zedelendiği için, demokrasinin temelleri sarsılıyor. O nedenle de ne içerde barış ve huzur, ne dışarda etkinlik ve saygınlık kalıyor. 

Bu konuları gözetmek, ülkede siyasetin tarafları üzerinde uzlaştırıcı, barıştırıcı bir işlev görmek, anayasal kurumların verimli ve uyumlu çalışmasını gözetmek ve milletin birliğini sağlamak her şeyden önce Cumhurbaşkanı'nın görevi. Çünkü, adı üstünde o, olaylara bir partici gözüyle bakamaz; çünkü o "Cumhur'un Başkanı."

Ancak, ülke bir süredir bu birleştirici, barıştırıcı makamın koruyuculuğundan, taraflar arasında hakemliğinden, ayrımsız bütün milletin adaletine güven duyacağı himayesinden yoksun durumda. O nedenle ayak belli değil, baş belli değil! Ülke yönetilmekten çok, bilinmez bir sona sürükleniyor görüntüsü taşıyor.

Sayın Erdoğan, önceki seçim başarıların ardından ilk kez halk oyuyla geldiği bu yüksek makamda, partili kimliğini bir yana bırakarak, bütün partilerin ve 'bütün milletin' güven ve saygısını kazanmak yerine, kısa sürede yeniden partisinin başına geçmeyi tercih etti. Sadece geçmekle de kalmadı; partinin tüm günlük iş ve işleyişini bizzat yöneterek 'partili cumhurbaşkanı' olmanın ötesinde 'partici' bir duruş sergiledi. 

Cumhurbaşkanlığı makam ve imkanlarıyla siyaset yapmanın bir süre için kişisel ve partisel bir güç oluşturduğu düşünülebilir. Bu tür imkanlara ihtiyac hisseden bazı siyasetçiler ve fanatik yandaşlar, şahsi çıkarlarını ülkenin yararlarının önünde tutup, bu duruşu övebilir, özendirebilirler. 

Oysa devletle bütünleşmiş görünen bütün siyasi hareketler, dışarıdan güçlü görünmelerine karşın, milletten hızla uzaklaşır, kopar, gerçekte zayıflarlar.

Bugünkü iktidar partisi yönetiminin, bütün farklılık iddiası ve söylemlerine karşın, giderek 1940-50 arası Tek Parti dönemine benzemesi bundandır. 

Bugün Türkiye'de, bir kritik anda bütün siyasetin taraflarını bir araya toplayabilecek, günlük çekişmelerin üstünden olaylara bakılmasını sağlayacak,  milletin birbiriyle uygar ve saygılı bir diyalog kurmasını özendirecek bir makam yok.

İktidar Partisinin sayın Genel Başkanı, kendi partisinin -ilçe kongrelerine kadar- her türlü günlük işini gütmekle kalmıyor; öteki partilere de en sert ve katı üslupla muhatap oluyor, onlara ağır söz ve sıfatları söylemekte sakınca görmüyor. Onu örnek alan çeşitli parti sözcüleri de birbirlerini en ağır söz ve sıfatları söylemekte sakınca görmüyor 

16 Nisan referandumuyla cumhurbaşkanının partisi ile bağını kesme yasağı Anayasa'dan çıkarıldı.* Buna rağmen, partili bile olsa,  görevini yaparken asgari ölçüde uyması gereken yasal kurallar hala yürürlükte.
Örneğin, 103. maddede "görevini tarafsızlıkla yapacağına" dair "Büyük Türk Milleti ve tarih önünde namus ve şerefi üzerine" ettiği yemin duruyor.

İktidar Partisinin sayın Genel Başkanı bu yeminin gereklerini yok sayan bir üslupla siyasi tartışmaların orta yerine dalınca, karşıtlarının da en ağır söz ve sıfatlarına muhatap oluyor. Sonuçta, kişilerin ötesinde makamlar, kurumlar, devlet zarar görüyor.

Bu durum bizim demokrasi tarihimizde örneğini hiç görmediğimiz bir vahamet! Gördüklerimiz karşısında -kişilerin ötesinde- makamlar ve kurumlar adına, daha da önemlisi devlet ve millet adına derin üzüntü ve kaygı duymamak elde değil. 

Kaygı duymamak elde değil; çünkü Türkiye derin sorunları olan bir ülke.
Nüfusumuz hızla artıyor, artan nüfusa verilen eğitimin niteliği de, sunulan istihdam olanaklarının koşulları ve niceliği de yetmiyor. Bu eğitim, üretim, araştırma, bilim ve istihdam koşullarıyla dünyada ileriye gitmek, gelişmiş ülkelerle yarışmak ve saygın bir yer tutmak mümkün görünmüyor. 

İnanç ve etnik köken sorunlarımız var; çoğulcu demokrasi anlayışı özümsenmiş olmadığını için bu sorunlar aşılamıyor, toplum kaynaşamıyor. Son beş yılda iktidarın teslim olduğu eski güvenlikçi devlet politikaları sorunları çözmek bir yana, kanatıyor, kangrene dönüştürüyor.
Siyasi taraflılıklar, makul görüş ayrılıklarının ötesinde hasımlığa, giderek düşmanlığa dönüşüyor.
Türkiye toplumu onarılması güç biçimde derinden bölünüyor.

Her alanda tıkandığımız, yalnızlaştığımız dış politikanın, eğilip bükülen rakamlara rağmen daralan ekonominin yarattığı sorunlar da ayrı.
Bu olumsuzluklar, bizim coğrafyamızda bir ülke için iyiye giden bir gelişmenin işaretleri değil. Türkiye böyle gidemez; bu gidişle ülkenin bütünlüğü, millet birliği sağlanamaz, sağlanamıyor.
Devletin en yüksek makamlarında bulunanların bu gerçeği görmesi, siyasetin tüm taraflarına itidal örneği oluşturması, ortamın hızla normalleşmesi gerekiyor.

Siyaset adamları her toplumda var; kriz anlarında ve kritik  dönemlerde ülkenin ihtiyacı öfkeli, kavgacı, suçlayıcı siyaset adamlığı değil.
Hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasiyi vazgeçilmez bir yöntem olarak benimseyen, barıştırıcı, birleştirici, aldanmayan, aldatmayan, adaletli, merhametli, kararlı, dirayetli devlet adamlığı!

Türkiye'nin var olan sorunlarını aşması ve geleceğe güvenle bakması için, bütün milletin hukukunu adalet ve merhametle koruyacak barıştırıcı bir  "Cumhurbaşkanlığı" anlayışına ve milleti bölmek yerine barıştırmayı ve ülkeyi geliştirmeyi amaçlayan yeni bir siyaset diline ihtiyacımız var.


TBMM'nin Anayasa sayfasında madde değişikliği düzeltilmemiş, bu yasak hala var görünüyor. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi