The Turkish Trump

Amerikalılar Trump’la, biz de burada onun milli ve yerli versiyonuyla uğraşıyoruz. Büyük bir ihtimalle kendi aralarında anlaşamayacaklar ama yine de ruh ikizi gibiler.

Ragıp Duran

Tanzimat’tan bu yana Batı dünyası ile bir aşk-nefret ilişkisi içinde Türkler ve Türkiye. Bir yandan Batı’ya özenilir, bir yandan da, komplo teorileri ve aşağılık kompleksleri nedeniyle, Batı’dan nefret edilir bu memlekette.
Akademik çalışmalarda ya da kahve sohbetlerinde, Batı ile sürekli olarak kıyaslarız kendimizi: Batı’dan neden geriyiz? Batı bizi sevmiyor mu? Ancak kabul edelim, neredeyse bütün alanlarda Batı’dan geride olsak da, iki konuda Batı’dan ileriyiz. Birincisi saat! Hele son kış saati düzenlemesiyle Türkiye, mesela İngiltere’den (GMT) tam tamına 3 (Yazıyla üç!) saat ileride… İkincisi de siyasi baskılar, sansür konusunda.
İngilizlerin liberal-sol, bağımsız ve ciddi gazetesi ‘The Guardian’da, 30 Ocak tarihli nüshasında, ‘ABD’nin geleceğini görmek istiyorsanız, (bugünkü) Türkiye’ye bakın’ başlıklı bir haber-yorum yayınlandı.

Liz Cookman imzalı yazıda, İngiltere’nin iki müttefiki ABD ve Türkiye, daha doğrusu Donald Trump ve R.Tayyip Erdoğan karşılaştırılıyor.
Bu yazının tam metin Türkçe çevirisine bir yerde rastlayamadım, özetler ve alıntılar çıktı bazı internet sitelerinde. Türkiye’de çalışan ‘free lance’ gazeteci Cookman, Trump’ın bugünlerde yaptıklarını ve yapacaklarını, Erdoğan’ın zaten önce Türkiye’de yapmış olduğunu hatırlatıyor ve Brexit sonrası İngiltere’nin ‘Trump ya da Erdoğan gibi dostlara ihtiyacı olup olmadığını’ sorguluyor. Yazara göre, Trump ve Erdoğan, ‘ülkelerinin çıkarlarını ön planda tutmayan iki egomanyak’(!).
Gerçekten de bu iki lideri kıyasladığımızda, Cookman’ın yazdığı ayrıca benim eklediğim olağanüstü benzer hatta ortak özellikler sahneye çıkıyor.

  • İkisi de muhalefette iken, yerleşik düzene, elitlere karşı kampanya yürütüp iktidara geldiler
  • İkisi de sağcı, dindar görünümlü ve çok zengin insanlar
  • İkisi de milliyetçi
  • İkisi de toplumun eğitim ve kültür olarak en az gelişmiş kesimlerinden oy ve destek alıyor
  • İkisi de kadın haklarına, kürtaja ve LGBTİ bireylere karşı
  • İkisi de damatlarını devlette önemli mevkilere getirdi.
  • İkisi de kendisine yönelik eleştirileri, ‘vatan hainliği’ ya da ‘teröristlikle’ suçlayıp, muhaliflere saldırıyor.
  • İkisi de komedyenlerin, karikatüristlerin mizahi oklarına karşı insafsızca davranıyor.
  • İkisi de yargı denetime karşı. Trump, ABD Anayasa’sını ihlal eden kararını iptal eden yargıçlara ‘sözümona hakim’ diyor, Erdoğan aleyhinde karar veren hakim ve savcıları tutukluyor, meslekten ihraç ediyor.
  • Trump, CİA’nın işkence yöntemlerini açıkça desteklerken, Erdoğan özellikle 15 Temmuz sonrası medyaya yansıyan işkence vakaları konusunda susarak destek verdi.

Beni en çok ilgilendiren alan medya.

Trump da Erdoğan da, aslında yapısı/doğası itibarıyla zaten muhalif/eleştirel olması gereken medyaya karşı çıkıyor. Dolayısıyla, medya, iki lider için de tehlikeli, tehdit içeren, yani kendi iktidarını sorgulayan bir mecra.
Trump, açık açık mesela CNN İnternational’i, somut kanıt olmadan,‘Yalan Haber’ yapmakla suçluyor. Kendi düzenlediği basın toplantılarında soru sormak isteyen muhabirleri şiddet kullanarak salondan attırıyor. Erdoğan da, kendisini övmeyen, BBC’den Reuters’a, New York Yimes’dan Der Spiegel’e, Cumhuriyet’ten Özgür Gündem’e kadar çok sayıda medya organını alenen kınadı. Kendisi sadece yandaş medya mensupları ile görüşüyor. Çünkü zaten egemen medyanın belki de yüzde 90’ını ele geçirmiş durumda. Hakiki gazetecileri hapse attırıyor. Bağımsız habercilik yapmak isteyen medya kuruluşlarını da kapatıyor, yasaklıyor, el koyuyor.
Erdoğan, 2002’den bu yana adım adım, yandaş iş adamları ve pek yasal ve meşru olmayan yöntemlerle, medya mülkiyeti haritasını çok büyük ölçüde değiştirdi ve kendisine bağımlı büyük bir medya ordusu yarattı.
Trump, bu konuda Erdoğan’dan geri. Çünkü, mevcut Amerikan medyasından son derece rahatsız olan Trump, ancak Başkanlık seçimlerini kaybetseydi, damadı aracılığı ile Trump TV’yi kurma planı yapmıştı. Kuşkusuz, Başkan da olsanız, ABD’de, Türkiye’de olduğu kadar kolay bir şekilde, New York Times, Washington Post ya da CBS, ABC, CNN gibi egemen medya organlarını satın da alamazsınız, susturamazsınız da. Trump henüz, muhalif medya şirketlerine kayyım atanabileceğini de bilmiyor.

Araya sıkıştıralım: Liderlerin bu kadar çok birbirine benzemesine rağmen, ABD’de Trump’un Beyaz Saray’a (Neden Saray ki? White House, Beyaz Konut demek sadece. Yoksa Akkonut mu?) yerleşmesinin hemen ardından yarım milyon kadın sokaklara dökülüp Trump’a güzel bir mesaj verdi. Hele, bilahare, bir yargıcın kalkıp da ‘Başkan dahi olsa, kimse Anayasa’nın üstünde değildir’ açıklaması Erdoğan’ı çok kızdırmıştır herhalde: ‘Yahu Mustafa bunlarda HSYK yok mu? Ne biçim ülke böyle, Başkan’a laf ediyorlar…’

Trump ile Erdoğan’ın farklı düşünüp, farklı uygulama yürüttüğü bir başka medyatik alan Twitter, daha genel deyişle sosyal medya. Erdoğan, Kaplan/Selvi/Küçük üçlüsü kadar kendisine sadık olmayan Twitter’i, yanılmıyorsam ‘Çağımızın belası’ olarak nitelemişti. Trump ise kelimenin gerçek anlamıyla bir ‘Twitter Manyağı’. Başkan olmadan önce de bugün de, Trump, uzmanlara göre, Twitter’i son derece etkili ve yoğun bir şekilde kullanıyor. Kendi kişisel hesabından, Washington saatiyle sabahın 3’ünde öyle bir mesaj atıyor ki, o andan itibaren, bütün sosyal medya, üstelik egemen medya da (Radyo, TV ve ertesi günkü gazeteler) bu twiti paylaşıyor, çoğaltıyor, eleştirel bir şekilde yaklaşsa bile, bir yerde meşrulaştırıyor. Trump, Başkan olarak, normal devlet işleyişinde, danışmanlarını, bakanlarını, Ulusal Güvenlik Konseyini hatta bazen Temsilciler Meclisi ve Senato’yu bilgilendirip ikna etmesi gereken konularda, pat diye atıveriyor twitini, bir delinin kuyuya taş atması gibi, sonra uğraş bunun yankılarıyla, etkileriyle, sonuçlarıyla… Danışmanları, ‘Yapmayın etmeyin’ demiş ama tıpkı Erdoğan gibi o da sadece kendi sesini duyan/dinleyen bir lider olduğu için twitlere devam.

Erdoğan, hem muhafazakar olduğu hem de bilim ve teknoloji dostu olmadığı için, ayrıca Türkiye’de, ABD’deki kadar sosyal medya kullanıcısı olmadığı için, sosyal medyaya bizzat kendisi kara çalsa da, yurttaşların vergisi ile oluşturulan Aktroll havuzundan sosyal medyaya iktidar propagandası şırıngalanıyor. Bu cenah, bu aralar referandumda Evet’i pek savunamadığı için olsa gerek, susmuşsa benziyor. ‘Efendim talimat gelmedi, ne yazacağımızı pek bilemiyoruz. Şimdilik Hayırcılara saldırıyoruz sadece’. N’est-ce pas?

Başta ABD’de olmak üzere bu aralar iletişim akademileri, meslek örgütleri ve medya uzmanları, Trump twitleri bağlamında, önemli bir konuyu tartışıyor. Çünkü ABD’de ve galiba bütün dünyada, artık yurttaşların çok büyük bir bölümü HABER ihtiyaçlarını, Facebook, Twitter, Whatsapp, İnstagram…gibi sosyal medya mecralarından alıyor. Aslında ilk başta esas olarak insanların kendi aralarındaki iletişimi hızlandırmak ve belki biraz da toplumsallaştırılmak (ya da galiba bu iletişimi ticarileştirmek) üzere tasarlanmış olan bu sosyal medya mecraları, şimdilerde eskinin geleneksel/klasik gazete-radyo-televizyonlarının yerini almış gibi görünüyor. Sosyal medyada isteyen istediğini, haber ya da yorum kılığında sunma imkanına sahip iken, dolaşan bu bilgiler, klasik gazetecilikte çok önemli olan tarayıp seçmeden, editoryal denetimden, double check’den (her haberi en az farklı 2 kaynaktan doğrulamak) , şimdilerde moda olan fact checking’den (olgunun doğruluğunun denetimi) geçmeden anında binlerce, milyonlarca insana ulaşabiliyor. Gazeteciliğin/haberciliğin ölümüne olmasa da bayılmasına yol açabilecek bir gelişme bu… Bilgi daha demokratikleşirken, bilgi ve haber daha kolay, daha hızlı ve daha çok insana ulaşırken, bilginin özellikle haberin içeriği ve kalitesi de büyük erozyona uğruyor sosyal medyada.
Bitirirken, nereden aklıma geldiyse… Pink Floyd’un ikinci lideri Roger Waters’ın şahane bir şarkısı vardır: Fletcher Memorial Home.
Mütekait kralların, tiranların, diktatörlerin yaşlılık dönemini geçirdikleri bir evi anlatır. Evin sakinleri arasında, şarkının yazıldığı dönem itibarıyla, (Bu şarkı, Waters, Pink Floyd’dan ayrılmadan önce kaydettikleri son albüm olan Final Cut’da yer alır.1983) Reagan, Haig, Begin, Thatcher, Paisley, Brejnev, McCarthy, Nixon, Latin Amerika’dan ünlü ve zengin mezbaha sorumluları vardır. Sadece birkaç dize:
(…)
Her gün kapalı devre tv ekranlarında
Seyrederler kendilerini
Böylelikle hala gerçek olduklarından
Emin olabilirler
Hayatla hissedebildikleri tek bağlantıdır bu
(…)
Bizim onlara saygı göstermemizi mi bekliyorlar?
Parlatsınlar madalyalarını, sırıtsınlar haşin haşin
Bir süre daha oyun oynayıp eğlendirsinler kendilerini
Bum bum bang bang, öldün olm sen uzan yere
(…)
Herkes burada mı?
Nasılsınız? Eğleniyor musunuz?
Şimdi artık işin sonuna geldiniz!

Orijinal sözler için tıklayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi