12 Eylül sonrası kur-işlet-devlet partileri ve AKP...

Darbe siyasetinin önemli bir yanı daha vardır, o da hemen hemen her siyasi görüşün yada bireylerin kendi darbeleri vardır.

Bu yazı biraz dizi gibi olacak sanırım, o yüzden ilk yazıda AKP’nin olmaması gayet doğaldır.

Dünyada kaç ülkede var bilmiyorum ama Türkiye’de darbe siyaseti denilen bir siyaset var. Bu darbe siyasetinin en ilginç yanı, darbelerin demokrasi adına yapılıyor olmalarıdır. İlk başlangıcı 27 Mayıs 1960 darbesidir ve demokrasi yürümüyor diye genelde demokrasilerde olan, yani seçimle iktidara gelmiş olan bir hükümetin başbakanını ve 2 bakanını idam etmiştir, çünkü demokrasiyi getirecektir.

Darbe siyasetinin önemli bir yanı daha vardır, o da hemen hemen her siyasi görüşün yada bireylerin kendi darbeleri vardır. Şunu demek istiyorum, benim gibi bugüne değin yapılan darbe ve girişimlerinin hepsine karşı çıkan insan sayısı gayet azdır. Kimilerine göre 27 Mayıs, kimilerine göre de 12 Mart yada 12 Eylül darbe değildir.

Bunları açıklamak için 2 örnek vermek gerekirse, biri Nazlı Ilıcak, diğeri de Ataol Behramoğlu’dur. 27 Mayıs darbesinde Nazlı Ilıcak’ın babası tutuklanmış ve yargılanmıştır ama Nazlı Ilıcak’a göre 12 Mart 1971 darbe değildir. Aynı Nazlı Ilıcak 12 Eylül’de de mahkûm olmuş, gündüz serbest dolaşıp, geceleri hapse girmiştir. (Böyle bir yasa var) Peki bu darbe ayrımı yapan Nazlı Ilıcak şimdi nerededir, haksız bir şekilde darbecilik yapmaktan hapistedir, onu içeri atanlar da darbecilerdir. (Nazlı Ilıcak bugün artık 12 Mart 1971’e darbe diyor olabilir ama ben geçmişiyle ilinti yaptım.)

Ataol Behramoğlu da 12 Mart darbesini yaşamış, 12 Eylül darbesinde de hem tutuklanmış, hem de yurt dışına gitmek zorunda kalmış ama CNN’de Cüneyt Özdemir’in programında 28 Şubat’ın darbe olmadığını, askerin zaruri durumlarda böyle şeyler yapabileceğini savunmuştur. Aynı Ataol Behramoğlu Kürtlerin ağırlıklı olduğu HDP’nin barajı ciddiye almadan seçimlere bağımsız katılmasına da fena halde sinirlenmiştir.

Kendilerine göre darbe beğenenlerin ortak özellikleri vardır, bunların başında gelen, o darbenin kendilerine ve görüşlerine fazla dokunmamış olmasıdır. 27 Mayıs darbesi sonrası hazırlanan anayasa CHP ve Türkiye solu için gayet önemlidir ve o yüzden hiçbirinin dili 27 Mayıs’a darbe demeye dili varmaz. O kadar bence utanmazca bir olaydır ki, başbakan ve 2 bakanın asıldığı günün önemine binahen resmî tatil ilan edilmiştir.

Ben 12 Mart 1971 darbesi sonrası İngiltere’ye gittiğimde bana 1,5 yıl Akile Gürsoy sahip çıkmıştı İngiltere’de. Akile’yle ortak paydamız vardı, O Celal Bayar’ın torunuydu ve baskılardan dolayı ortaokuldan sonra İngiltere’de okumak zorunda kalmıştı, ben de 12 Mart sonrası okuldaki baskılardan dolayı aynısını yaşadım. Ne yapmak isterdim biliyor musunuz, Akile’yle birbirine geçişleri olan ortak bir anı-roman yazmak, bütün Türkiye’yi bir aile gibi algılayıp, kendimizi de abla-kardeş yada kardeş çocukları gibi anlatabilmek.

Annem beni görmeye geldiğinde Akile’nin de annesi eski Adalet Partisi milletvekili Nilüfer Gürsoy da gelmişti. O dönem cumhurbaşkanlığı boşluğu vardı ve ortam çok gergindi. (Sonra da Fahri Korutürk seçildi.) 2 anne kısa süreliğine cumhurbaşkanlığı konusunu konuşup, tartıştılar ama ortak noktaları vardı, biz onları yolcu ederken, bize darbenin kendilerinden ayırdıkları çocuklara nasıl bakılırsa, öyle bakıyorlardı, ikisinde de sevgi ama çaresizlik, mahcubiyet ama dik duruş bağır bağır bağırıyordu. O sırada Emine Gürsoy da İngiltere’de başka şehirdeydi, bizden Ali benden 1 sene sonra İsviçre’ye gelmişti ama birileri hâlâ kimi darbeleri seviyordu.

27 Mayıs darbesi sonrası kurulan anayasanın en büyük özelliği CHP’nin esasında bir anlamda takiye yapmasıdır. Sonuçta 27 Mayıs anayasasından önceki anayasa 29 Ekim 1924’te Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı sırasında kabul edilmiştir. Bu dönem ciddi bir şekilde tartışılacak bir dönemdir esasında, ilk anayasada devletin dininin İslamiyet olduğu yazmasına karşın 1928 yılında bu madde kaldırılmıştır. Daha sonra kadınların oy hakkı, Türk Dil Kurumu gibi maddeler eklenmiş, dönemine göre daha da demokratikleştirilmeye çalışılmıştır.

1960’ların CHP’si 27 Mayıs anayasasını demokratik bulurken esasında Atatürk’ün anayasasını rafa kaldırmıştır. İşte uzun uzun tartışılması gereken de budur, ben bundan sonraki yazılarımda tek parti dönemini yazarken CHP yerine Devlet Partisi diye yazacağım. Sonuçta tek parti olduğunuz zaman alınan meclis kararları asla bugünkü, hatta 1946 sonrası CHP’sini bağlamamalı.

Dersim katliamını tartışırken yıllarca CHP’nin özür dilemesi istendi. Oysa katliamın yapıldığı yıla baktığımızda başbakan Demokrat Parti’nin kurucusu Celal Bayar, genelkurmay başkanı Millet Partisi’nin kurucusu Fevzi Çakmak. (Daha sonra MHP’yle birleşti) Özür dilemesini isteyen de hep Demokrat Parti’nin devamı olduğunu söyleyen sağ partiler ve MHP.

Yazının başında da yazdığım gibi bu yazı bir dizi gibi olacak belki de bu başlıkla ileride kitaplaşır yada kitabın adını "TÜRKİYE’NİN KUR-İŞLET-DEVRET PARTİLERİ" yaparım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi