Avrupa defterini Erdoğan iktidara gelene kadar kapattım!..

Bizler 12 Mart darbesinden çıkışının keyfini yaşarken 12 Eylül darbesinin geliş sürecinin taaa o zamanlardan başladığını fark edemedik, zaten o yaşlarda buna olanak da yoktu.

Dün uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla konuştum telefonda, 2003'te Paris'e geldiğimde tanıdım Arif'i ve  ayrı şehir yada ülkelerde olsak da bağımız hiç kopmadı. 3 ameliyat olmuş Arif, ben ona geçmiş olsun diyecekken, "Ya kardeşim, Ahmet tam da İngiltere'de lisede derken, bir bakmışım İsviçre'desin, ona alışayım derken İskoçya'da". Anlaşılan benim yaşarken başımın döndüğü gibi, onun da okurken başı dönmüş.

Bir daha okula gitmemek üzere döndüm Türkiye'ye ama her zaman yaşamımızın gidişine yön veremiyoruz. Bir de baktım ki beni askere alacaklar, ben ülke ülke lise ve kolej diye gezinirken meğer askerlik yaşım gelmiş de geçmiş bile. Tek çarem var okula gitmek ama orada okuduklarım burada geçerli değil ve 20 yaşımda orta 3'ten tek ders sınavım var. Onca ülke ve okul derken ben Burhaniye Lisesi'nde sınava girdim ve diplomamı aldım.

Ören'deyim, 1971'den beri hiç o kadar uzun kalmamışım Türkiye'de, tam olarak kopmamışım ama yine de alışmaya çalışıyorum. Ama geldiğim bir yerden belli olmalı, bir olay olmalı. Bunun için hiçbir çabam yok ama ben kimileyin olayların beni kovaladığına inanıyorum artık. Bu arada Ören'le ilgili anlatacağım olayları tarih sırasına göre anlatmayacağım, olayların akışına göre yazacağım. Yaşamımda çok önemli bir yeri olduğundan da çokça okuyacaksınız.

Biz Sunar Sitesi'nde kalıyoruz, yazar ve sanatçıların kurduğu bir yazlık site ama proje büyük ve herkesin parası yetişmeyince Balıkesir'den öğretmenler de dahil olmuş. 1970'den beri yazları hep oradayız. Bizim sitenin karşısı Öğretmenler Mahallesi, orada da öğretmen yazlıkçılar var, bir de oranın yerlileri, yani gençlik olarak 3 grubuz.

Diğerlerine göre en yeni grup biz olduğumuzdan herkesle arkadaş olmak istiyoruz. Şeytanın Sofrası diye bir lokanta–kahve tarzı bir yer var, tek eğlence yeri o var. Kendi aramızda King yada Ohel, bazen de Briç oynamaktan sıkıldık, yerli gençlerle oynamak istedik. Ali gitti teklif etti, biz duymadık ama çok ters cevaplamışlar. Sesler yükseldi derken 15'erli, 20'şerli gruplar olarak kapıştık. Kimsenin kolay ayıracağı bir kavga değil ama tam yumruklar ve tekmeler havadayken Şeytan amca bir bağırdı, alayımız sus-pus ve hazrola geçtik.

Yine herkes yerine oturdu ama birbirimize pispis bakıyoruz. Baktım olacak gibi değil, yıllarca küs kalacak değiliz ya, nedenini sormaya gittim. Meğer sorun bendeymiş, Ali'de değil. Saçlarım uzun, o fazla sorun değil ama sorun mayomda, 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şey kavgaya neden oldu. Ta ilk gittiğim okuldan kalmış, Amerikan bayrağından bir mayo. Ben nasıl devrimciymişim, Amerikan mayosu giyilir miymiş? Beni bir gülme aldı, nasıl gülüyorum ama, hem onlar hem de bizimkiler bana garip garip bakıyor. Sonunda biraz kendime gelir gibi oldum ve "Ya siz dalga mı geçiyorsunuz, deli misiniz, hiç düşünmemiştim ama ben o bayrağı kıçımda taşıyorum, kıçımda Amerikan bayrağı reklamı mı yapıyorum, Marks Spitz arka arkaya rekorları böyle mayoyla kırmadı mı ve hep beraber adama hayran olmadık mı?" dedim ve 2-3 saniyelik bir sessizlikten sonra hep beraber kahkahayı bastık ve aradan geçen 48 yıl o kadar güzel dostluklar kuruldu ki.

Mahallede birbirimize karşı maçlar yapıyoruz, voleybol, futbol ve basketbol ama başka mahallelerle yapacaksak ortak takım çıkartıyoruz. Sadece spor değil, 70'lerden itibaren yavaş yavaş devrimcileşmeye başlamışız ve ilk mitingimize hep beraber katıldık, ilk yazı yazmaya beraber çıktık. Doğal olarak da ilk devrimci hainliğimizi de o yaşlarda yaptık.

Hainlik dediğime bakmayın, bu hainlik hepimizin ara sıra söylemek zorunda kaldığı beyaz yalan gibi bişey. Turan Güneş, Burhaniye'ye konuşmaya gelecek, CHP Gençlik Kolları'ndan haber geldi, yazılamaya çıkıp çıkamayacağımızı sormuşlar. Biz de çıkarız dedik, boya ve fırça onlardan, yazılama bizden. Henüz daha ayrı ayrı örgütlere girmemişiz ama çok ilginçtir hepimiz o yaşlarda hangi örgüte sempati duyduysak, sonra o örgütlerde çalıştık.

Bu önemli, çünkü elimizde bedava boya var ama bize verilen sadece CHP sloganları, bu da işimize gelmiyor. Kendimize göre 2 slogan belirledik, "NATO'suz Türkiye" ve "Bağımsız Türkiye". Hem örgüt işine girmek istemiyoruz, hem de CHP'yi kızdırmak. 12 Mart darbesinden de yeni çıkmışız, 16-18 yaş gruplarıyız. Herkes 78 Kuşağı dese de ben bizim yaşlardaki gençleri 68 Kuşağı ile 78 Kuşağı'nı buluşturan kuşak olarak adlandırırım hep. 68 Kuşağı yok olmasın diye çok uğraştık ve bu bize çok pahalıya mal oldu ama en azından ben hiçbir eylemimden pişmanlık duymadım.

Gerçekten de dağlara taşlara yazıyoruz ama 5'er kez "NATO'suz Türkiye" ve "Bağımsız Türkiye" yazıyorsak, 2'şer kez de "Karaoğlan Ecevit" yada benzeri şeyler yazıyoruz. Yani CHP'ye yaptığımız oyun bu, onlar da yazıları görüyor ama ses çıkarmıyorlar, sonuçta bizler CHP'li değiliz ama bir dayanışma içindeyiz.

Miting alanının yazıya çıkmakla aynı olmadığını da o gün öğrendik, bu sloganları çokça atınca 2-3 kez Turan Güneş bizi susturmaya çalıştı, baktı susmuyoruz, bizi kovdu miting alanından. Akşam sanırım o zamanın CHP milletvekili Şükrü Koç'lar da yemekteydi, gece oğlu Çağatay'ı çağırmaya gittiğimde gördüm, bize yaramaz çocuklara bakar gibi gülümsedi, Çağatay da bizimleydi ve o yıl ODTÜ'yü yeni kazanmıştı.

Bizler 12 Mart darbesinden çıkışının keyfini yaşarken 12 Eylül darbesinin geliş sürecinin taaa o zamanlardan başladığını fark edemedik, zaten o yaşlarda buna olanak da yoktu. Yeni ülkeden çıkış sürecine girmiştim ama farkında değildim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi