Darbelere salladığım el!..

Beş karış suratla geldim havaalanına, hâlâ kafamda umutlar ve tilkiler dolaşıyor ama çaresizim. İşte orada, o saat, o dakika Ali'ye el salladım uçağa giderken, anneme, babama...

Henüz 14'üme girmemiştim ve ikinci darbemi yaşadım. Esasında 2,5 da diyebilirim ama 9 Mart 1971 darbe girişimi başarısız olunca 2,5 diyorum. 12 Mart darbesi geldi ve gelenek bozulmasın diye babamı yine içeri aldılar. Bu kez korkmuştuk, çünkü babam yeni kriz geçirmişti ve ameliyattan hafızası sayesinde kurtuldu. Siyami Ersek rontgenini çekmiş ve sonuçta kanser bütün vücuduna yayılmıştı. Annem eve perişan geldi ama bize bişey söylenmiyor. Meğer babamın elinde askerdeyken bomba patlamış ve kimi şarapnel parçaları hâlâ vücudundaymış. Babam bunu anımsayınca öğrendik biz de olanları. Kanser neyim yokmuş yani.

Darbeli günleri daha sonra yazacağım ama babamın kısa süreli gözaltı kararından sonra bizlerin yurt dışında okumasına karar vermiş babam. Ben neden Ali'den 1 yaş küçük olmama karşı erken gittim, çünkü Ali St. Joseph Lisesi'ndeydi ve 2 yıl hazırlık okudu. 1 yıl da sınıfta kaldı ama ben de kaldığımdan o konu eşitlendi. Doğal olarak ben orta okulu Ali'den 1 yıl önce bitirdim.

Hiç gitmek istemiyorum, konservatuar en büyük hayalim ve oyuncu olmak istiyorum. Tiyatro aşkımı ve anılarımı yazacağım daha sonraki bölümlerde. Evde kavga – gürültü var ve ben gitmemek için her türlü numarayı yapıyorum. Gitmeme 1 gün kala bir kız arkadaşımla buluştum ve nerede olduğunu anımsamıyorum ama zurna gibi sarhoşum. Benimle başa çıkamayınca eve getirdi. Gözünüzün 13 yaşında bir sarhoş delikanlıyı getirin ve kapıdan girer girmez, yamuk bir şekilde "Beni asla gönderemezsiniz, durum ciddi, biz evleniyoruz" dediğimi anımsıyorum, annemle babam bana ayıp olmasın diye gülüyorlar ama utanmayayım diye kahkahayı koyamıyorlar. Füruğ şaşırmış durumda, kızcağız sanırım utancından yerin dibine girmiştir ve ben yatakta sızmışım, sabah uyandığımda havaalanına gitmem için her şey hazırdı.

Beş karış suratla geldim havaalanına, hâlâ kafamda umutlar ve tilkiler dolaşıyor ama çaresizim. İşte orada, o saat, o dakika Ali'ye el salladım uçağa giderken, anneme, babama... Daha fazla bakmadan arkama ağlaya ağlaya bindim uçağa...

Ali'yle Diyarbakır TÜYAP Kitap Fuarı'nda mola sohbeti. Bizi niye bu kadar karıştırırlar anlamam...

Ben işte o günden sonra Ali'yle hiç şakalaşamadım, (3-4 ay Lozan'da aynı odada kaldığımız dönem hariç), Ali'yle beraber yaramazlık yapamadım, onu kızdıramadım, beraber serserilik yapamadım. O yada ben hastalandığımda birbirimizin yanında olamadık. Benim şimdi ikizlerim var ama ben ikiz olmayı Ali'yle yaşadım ve tattım. Ben bikaç aylıkken ağzımda kelimeleri gevelerken Ali benim çevirmenliğimi yaparmış annemle babama. Artık sorularıma cevap verecek bir kardeşim yoktu, biz Ali'yle beraber ne bir çapkınlık yaptık ne de serserilik. Oysa Taksim'de kuyrukların olduğu bir dönemde, (Sanırım tatil için gelmiştik Türkiye'ye) Ali'nin arkadaşı Uğur Müldür ve ben sıra yapmış ve 10 dakika sonra arkamıza baktığımızda kuyruk olduğunu görmüş ve güle güle kaçmıştık. Ve bu halk bize ne kuyruğu olduğunu sormamıştı bile.

Artık tavla oynayamıyor, gece onu kızdıramıyordum. Hafta sonu olduğunda 600 kişilik tarihi okulda, o kalın taş duvarların arasında herkes annesinin, babasının ve kardeşlerinin yanına giderken ben, 5 İranlı ve bir Çinli öğrenci kalıyorduk okulda. Yaşamıma Akile Gürsoy girdi işte o an. Celal Bayar'ın torunu Akile, aynı şehirde üniversitede antropoloji okuyordu ve bana yaşamımı kolaylaştırmak için o kadar çok şey yaptı ki, asla unutamam.

Zıt düşüncelerimiz vardı, 5 dakika bile siyaset konuşmadık, ablası Emine Gürsoy başka şehirde üniversitedeydi, kızkardeşi Bilge de 1 yıl sonra benim gibi liseye gelecekti. 1 yıl sonra darbelerden dolayı Akile, Emine ve Bilge başka başka şehirdelerdi, biz de Ateş ağabeyim İtalya'da, Ali İsviçre'de, ben de İngiltere'deydim. Darbe hepimizi bir kenara atmıştı ve ben Ateş ağabeyimi 3-4 senede bir, Ali'yi de 2-3 senede bir görmeye başladım.

İşte o zaman artık hastalandığımda aklıma annem-babam yada kardeşlerim gelmemeye başladı. Serseriliğimi ya tek başıma yada başkalarıyla yaptım, sinemaya yada tiyatroya gidecek başka insanlar girdi yaşantıma. Ali geçenlerde matematik ödülü aldığında eşim Hilal "Aradın mı Ali ağabeyi" dedi. Aramadığımı fark ettim ve utandım kendimden. Kendime göre bir nedeni vardı ama başka bişeyi fark ettim, ben Ali'ye durup dururken "Nasılsın" diye telefon açmayalı yıllar olmuş. Babam öldüğünde Ali Türkiye'ye yerleşti, yani 25 yıl ayrı memleketlerde yaşamışız. Bizim inisiyatifimiz dışında, darbeler sayesinde.

Oysa hiç unutmuyorum, teyzem İzmir'e taşınmıştı, ben de İzmir'deyim, annem gelmiş, onları görmeye gideceğim ama adres yok, annem bahçeye çıktı, kolay bulayım, onu göreyim diye. Sarıldık ve bana "Ali yoğun bakımda oğlum" demesiyle az daha yere düşüyordum, annem zor tuttu ve "Oğlum bizim Ali değil, enişten" dedi. Şimdi utanarak yazıyorum ama eniştem olması bana müjde gibi geldi. Geçenlerde Matematik Köyü'ne 2 müfettiş gelmiş, Ali kadar sıkıştı kalbim, delirecek gibi oldum.

Annem de şikayet eder çok az aradığımdan, bu sevgisizlik değil, belki hergün görüşenlerden çok daha fazla seviyorum onları ama bizi bişeyler koparmış, uzaklaştırmış ve ben bütün bu kitabı yazarken kendimle hesaplaşacağımı söylemiştim ya, işte artık bunları yok etmeye çalışacağım, durup dururken arayıp hatırlarını soracağım. Aynı durum onlarda da var çünkü, beraber atlatmalıyız bunu, yıllar sonra çözmeliyim bu sorunumu.

Babam 3 oğluna para göndermek için belki de 2 misli çalışıyordu, Nesin Vakfı kurulmuş ve bir de onun için yani insanüstü çalışıyordu. Bize para komik bir şekilde gelirdi, yasak olduğundan daktilo kopya kağıdının arasına koyar da gönderirdi babam. Zarfta para olduğu belli olmasın diye bizim yöntemimizdi.

Aynı korkuyu yaşıyorum şimdi ama fark ettim ya korku olmaktan çıktı, kızlarım ve oğlumla, canım eşim Hilal'le kopmaktan korkuyorum. Ben Almanya'dayım, Hilal Fransa'da ve çocuklar Türkiye'de. O yüzden neredeyse hergün konuşuyorum onlarla, birini aramazsam diğerini arıyorum. Hilal'i günde 5 vakit gibi tabi ki... Aynı babam gibi, dik durmaları için elimden geleni yapmaya çalışıyorum, tabi ki Aziz Nesin değilim ama gücümü zorluyorum, biz ayrıldığımızda 5 ayrı eve bölünmüştük, sanki tarih tekerrür ediyor gibi, yine 5 eviz. O yüzden kimse beni bundan dolayı, yaptıklarımdan ötürü yargılamasın, ben aldığım eğitimi uyguluyorum, belki değişik uyguluyorum ama şimdilik başka şansım yada çarem yok. Devrimi göremeyeceğimi biliyorum ama Türkiye'nin toparlanma dönemini göreceğimden eminim, hepsini o zamana erteliyorum, nasıl olsa düzlüğe çıkacağız.

Hilalimi günde 5 kez aramamın nedeni de o, uzaklık ve darbe bizi de koparır diye ödüm patlıyor. Türkiye'de fuarlar nedeniyle, burada da işlerimiz nedeniyle onunla da serserilik yapamadık, sinemaya gidemedik, onun oyunlarını seyrettim ama beraber tiyatroya gidemedik. 5 yıl sonra, ilk kez geçen gece yürüdük karanlıkta ve ormana doğru. Belki Hilal iyi bir psikologla konuşur ve "Darbeler ve Kopuş" diye bir senaryo yazar, ben beceremiyorum o tür yazıları.

Aynı Ali'de olduğu gibi, dişi ağrıdığında yanında olamadığım için geriliyorum, onu dişçiye götüremiyorum, hastalık olmak zorunda da değil, sevdiğimi görmem için gerekçe de olmamalı zaten. O yüzden, her Almanya'ya gelişimde evden el sallayarak ayrılmıyorum, yarım saat sonra dönecekmiş gibi bir havayla çıkıyorum, sevgimi ona bırakarak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi