Kendimle hesaplaşmam ve eleştirmenim Hilal Nesin!

İşte güzel insan Hilal, bitek şeyin sözünü verebilirim, elimden geldiğince objektif olmaya çalışacağım. Anlayacağın haksız olduğum yerde başkalarını suçlayamam.

Hemen hemen herkesin daha fazla ciddiye aldığı bir eleştirmeni vardır. Babamın eleştirmeni önceleri annemdi, belki de evdeki yaşam tarzımızdan dolayı otomatikman başlamıştı bu sistem. Babam her yeni öykü yada başka konuda bişey yazsa annem okur ve düzeltirdi. Bir yazıyı düzeltmeye başladığınızda işin içine editörlük de girmeye başlar ve "Şurası böyle olsa daha iyi olmaz mı" diye başlayan konuşmalar ilerde ciddi tartışmalara kadar gider. Hele o yazılar kitaplaşma noktasına gelmiş ve matbaaya gidecekse, son haline gelene kadar üzerinde uzun uzun konuşulurdu.

İleriki yıllarda annemin yerini Ali aldı. Evli kaldıkları sürece annemle yazı eleştirileri devam etti ama Ali yurt dışında olduğundan babamla mektuplaşarak birbirlerinin eleştirmenleri oldular. Doğal olarak bu karşılıklı eleştiri ve özeleştiriler içerisinde Aziz Nesin kitapları yoktu ama yaşamın her saniyesi vardı diyebilirim. Ancak benim yine de ilk olarak anımsadığım olay babamın Tatlı Betüş kitabının kapağı üzerine olmuştu. Babam Ali'ye kitabı göndermiş, Ali'de kitabı çok beğendiğini ama kapağın çok bayağı olduğunu ve Aziz Nesin'e yakıştıramadığını yazmıştı babama. Babam da Ali'ye esasında haklı olduğunu ama satış için böyle bir kapak yapıldığını söylemişti. Sanırım ilk kez aynı konu ve tartışmada 2 kişinin de haklı olduğunu bu tartışmada gördüm.

Tanık olduğum bir başka eleştiri olayı da Ruhi Su ile babam arasındaydı. Ruhi amca plak yapmadan önce babama gelir belki 20, belki 25 türkü söyler ve konuşup tartışırlar ve karar verirler. Kulağı bu kadar kötü (Benim de bu arada) olan babama neden geldiğini hiç çözemedim. Ruhi amca kimi eleştirileri kabul eder, kimilerini de etmezdi. Bunu Ruhi amcanın kimi LP'lerini beğenmemesinden biliyorum. İlginç bir aydın dayanışmasıydı bu.

Ben de bu yazı dizisine başlarken kendimle hesaplaşacağımı yazmıştım. Ve bu kararı esasında eşim Hilal'in bir yazısı sonrası aldığımı da yazdım. Tatil benim için çok iyi geçti diyemem, tansiyonum çıktı, 1 gece daha hastanede kaldım, bugün baktığımda eşimle gereksiz bir konuda tartıştım, arkadaşlarımla tartıştım, siyasi anlamda zaten yazılarımla hep tartışır durumdayım, Türkiye'nin geleceğinin artık çok kötüye gittiğini tartıştım hem kendimle hem arkadaşlarımla. Yani çoğu benim hatam olmak üzere tatili tatil olmaktan çıkardım. Tatil bitti ve gazeteye döndüğümde o kadar bunalmışım ki twitter'dan "Benim dışımda herkes o kadar haklı ki, bir labirentin içinde sıkıştım kaldım ve çıkışı yok labirentin. Dünyanın en aşağılık insanı bile 1-2 kez haklı olur, beynim patlamak üzere ve kendimi boş ve yok hissediyorum" diye bir mesaj çektim.

Hilal okur okumaz aradı ve "Sen kendinle mi hesaplaşacaksın, yoksa başkalarını mı suçlayıp kendini aklayacaksın" dedi. Esasında haklıydı ama ben başka bir nedenden dolayı yazmıştım bunu. Ne Hilal'e ne aileme, ne de arkadaşlarıma haklıyım demek istemiyordum, bunaldığım başka bişeydi. Söylemek istediğim saatin bile 2 kez doğruyu göstermesi gibi bişeydi, o 2 an belki çok kısa bir zaman dilimidir ama doğrudur.

İkincisi 24 Haziran seçimlerinin sendromu sanırım bende yavaş yavaş çıktı. O gece hepimiz ARTI TV'ye çıktık ve kendimizce doğrularımızı söyledik. Ertesi gün Celal Başlangıç'la sohbet ediyorduk ve Celal çok ilginç bir saptamada bulundu, "Ahmet biliyor musun, dün akşam hepimiz programda konuşurken gülüyorduk, sonradan fark ettim bunu" dedi. Söyleyince ne diyeceğimi şaşırdım, gözümde canlandırdım ve evet, hepimiz zafer kazanmış gibiydik ama beynimiz öyle değildi. Oysa seçimler yapılmadan önce yaptığımız planları dinleseniz, siz bile şaşırırsınız. Kısaca şunu söyleyeyim, birimiz 24 Haziran gündüzü dönüş bileti bile alabilirdi. Ve ben kendimi daha deneyimli zannederek kötü olan arkadaşlarıma moral vermeye başladım. Oysa kendi başıma kaldığımda öyle değildim, kendime göre sorumluluklarım vardı ve bundan sonra daha ne kadar Avrupa'da kalacağımızı bilmiyordum. Bu seçimden sonra olasılıkları tartıştıkça arkadaşlarımla hepimizi karalar bağlamaya başladı. İşte söylemek istediğim çıkışı olmayan labirent buydu, Erdoğan yada sistem bize doğruyu göstermişti ve belki de Hilal'in beni eleştirirken söylemek istediği buydu, ben hâlâ başkalarını suçluyordum.

Üçüncüsü de şu, evet ben kendimle hesaplaşacağım ama bu hesaplaşma "Ben şu aptallığı yaptım, şu yanlışı yaptım" diye olmayacak. Ben yaşadıklarımı, tanıklıklarımı yazacağım ve aralarında bazılarına özeleştiri vereceğim. Babam beni 13 yaşımda İngiltere'ye gönderirken haklıydı ama bu gitmek istemeyen beni haksız duruma düşürmez ki. Bu bölümü çok yazacağım, direnmeliydim, kalmalıydım, döndüğümde artık 20 yaşımdaydım ve bunun üstesinden gelebilirdim ama işin belki de kolayına kaçtım, sınır dışı edilmem bir itirazla terse dönebilirdi ama ben belki de yaşamımım en büyük hatasını yaptım.

Ben esasında en büyük özeleştirimi Aziz Nesin - Ali Nesin Mektuplaşmaları'nı ve Meral Çelen - Aziz Nesin Mektuplaşmaları'nı yayınlayarak yaptım. Babam önüme kocaman dosyaları koydu ve "Bunlar Düşün Yayınevi'nde çıksın, iyice oku ve kiminle ilgili hangi yazının girmesi sana göre sakıncalıysa buna da sen karar ver" dedi. Haklıydı, mektupları yazanlar benim kadar objektif davranamazdı ve ben bu mektuplaşmaları 4 cilt olarak yayınladım. Doğal olarak 25 yılın mektuplaşmalarında bütün aile sorunları da vardı. Kimse bunları bilmek zorunda değildi ve ona göre bir düzenleme yaptım. Sadece benimle ilgili hiçbir yazıya dokunmadım. Bu mektuplarda ilginç bişey gördüm, babam benden şikayetçiyse Ali savunuyor, Ali şikayetçiyse de babam savunuyor.

Bence bir çocuğun nasıl yetişmesi gerektiğini öğrenmek isteyen herkes bu kitapları okumalı. Kendimle ilgili bölümleri neden çıkarmadım, bunun tek bir nedeni var, kendim yazmadan kendimle bir iç hesaplaşmaydı bu esasında. Bugün hâlâ bu mektupları okuyup da bana siyasi olarak kızanlar babamın yazdığı "Ne olacak bu Ahmet'in hali" bölümünü yüzüme vururlar. Kimse bilmez ki ben isteseydim o bölümü çıkarırdım ve insanlara bu fırsatı vermezdim. Bitek yerde ikilemde kalmıştım, babam Ali'ye benim Dev - Yol'a girdiğimi ve şikayetçi olduğunu yazmış, ikircikli kaldım yayınlamakta dönem itibariyle ama avukatla konuştuktan sonra onu da çıkarmadım.

Şaka söylemiyorum, bu kitapların neredeyse 5'te birinde ben varım, Ali'nin nasıl yetiştiğini okurken benim de yanlışlarımı, bazen de doğrularımı okuyacaksınız. Aynı olayı annemle babamın mektuplarında da ben yaptım ve kendimle ilgili tek satıra dokunmadım.

İşte güzel insan Hilal, ben şimdi bu anılarımda o kitaptakileri bir de kendi kalemimden yazacağım. Bitek şeyin sözünü verebilirim, elimden geldiğince objektif olmaya çalışacağım. Anlayacağın haksız olduğum yerde başkalarını suçlayamam, kanıtı onların kaleminden zaten yazılmış durumda. Haftaya da Nesin Vakfı'nın ailemize bomba gibi düştüğü günü yazacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi