Ruhi Su cenazesi ve 15 günlük hücre!

Bizi şubedeki sinema salonuna aldılar ama yeteri kadar yer olmadığından az bir sayıda arkadaşı da Sultanahmet'te askeri biyere götürdüler.

Ilgın ekip arabasından indirilince rahatladım, etrafa fazla bakamıyoruz, kafalarımız aşağıda, herhalde ayıp bişey yaptıklarından dolayı bakmamız istenmiyor. Ruhi amcanın cenazesinin tarihimizde önemli bir yeri var, çünkü 12 Eylül darbesinden sonra ilk pankartlı yürüyüş. O yüzden faşizm şaşırmış durumda, nasıl tavır alacağını bilmiyor. Ne ilginçtir, ikinci önemli yürüyüş de Behice Boran'ın cenazesiydi. Tek fark, Ruhi amcanınki kendiliğinden oluştu ama Behice Boran'ınki programlıydı.

Ekip arabasıyla Gayrettepe'ye 1. şubeye getirildik ama ne getirilmek, akın akın insan getiriyorlar, toplam 163 kişi geldik. Beni bir gülme aldı 163 sayısını duyunca, 141'den yargılanabiliriz ama 163 kişi alınmışız. Gençler belki bilmez, 141 ve 142. TCK maddeleri komünizmden yargılanmak, 163 de şeriattan yargılanmak için varlar. Daha sonra üçünü de kaldırdılar, ben karşı çıkmıştım, bana göre bu 163 kalksın diye bir tuzaktı, zaten öyle bir yasa getirdiler ki sonra, daha da beter oldu. Sol o dönem bunu çok ciddi bir şekilde tartışmıştı.

Ellerimiz kafamızda ve duvara dönük duruyoruz. Herkesten kimlik istiyorlar, yüzlerine bakmadan veriyoruz. Tam solumda takım elbiseli bir genç var, kimliği çantasındaymış ve ekip arabasında almışlar. Şöyle bir konuşma geçti polisle aralarında:

- Senin kimliğin!..

- Ekip arabasında çantamda, onu da aldınız.

- Nasıl bir çanta?

- Bond, siyah.

- James olandan mı?

Ben bunu duyar duymaz bir gülmeye başladım, içimden de "Hayır, Hasan Bond" diye geçiriyorum. Gülüyorum ama bir yandan da kafama yumruğu yiyeceğim diye göz ucuyla arkaya bakmaya çalışıyorum, şakaları yok, tam acemiler ve darbeden sonra ilk toplu eylem. Vursa suratım duvara çarpar ve adı üstünde, yamyassı olurum. Ama tutamıyorum kendimi, "James Bond, Hasan Bond" diye devamlı sayıyorum.

Neyse, gözaltına alınanlardan 3 kişi bırakıldı, yabancı ve gazeteci de varmış. Gazeteciler adını söylesin, diye bağırdılar, hem utandığım için hem de gözlemem gerektiğine inandığım için öne çıkmadım. Bir başka neden de cenazeye katıldık diye 15 gün tutulacağımız aklıma yatmıyor bir türlü, demek ki faşizmi daha net öğrenememişim o sıralar, az da değil 28 yaşındayım.

Bizi şubedeki sinema salonuna aldılar ama yeteri kadar yer olmadığından az bir sayıda arkadaşı da Sultanahmet'te askeri biyere götürdüler. Serbest bırakılmayacağımız hissedince adımızı koydum, Devrimci Cenaze İşleri Partisi Cephesi... Kendimle gurur duyuyorum ilk bölünmesi zor bir örgüt kurdum diye ama ne yalan söyleyeyim, biz onu bile bölerdik, o yüzden sadece bikaç arkadaşa açıkladım.

Birinci şubenin altında sinema salonu varmış, oraya götürüldük hep beraber. İşte büyük komiklik burada başladı, sinema salonunda birer koltuk aralıklı oturtulduk, böylece örgüt elemanlarının birbiriyle irtibatı kesilmiş olacak ve daha kolay çökertileceğiz. Örgüt diyorum, çünkü gerçekten bu pankartlı yürüyüşün olağan geliştiğine inanmak istemiyorlar. Ruhi amca kuruluşundan beri Türkiye İşçi Partisi üyesi yada destekçisi ama onu herkes sevdiğinden gözaltına alınanlar içinde her örgütten insan var, bırakın örgütlüleri, örgütsüzler çoğunlukta. Yani devrim için yeni örgütler kurmak için çok iyi bir ortam var, potansiyel harika.

Aralıklı bir şekilde oturduk, daha önce hapis yatmış, deneyimli 10 kişi ya varız yada yokuz, Ruhi amcaların apartman komşusu çocuk da var ve 16 yaşında, gerisini artık siz düşünün. İsimler okundukça gözler tanıdıkları arıyor. Gençler oldukça şaşkın ve onlar için bişeyler yapmamız lazım ama konuşmak yasak olduğundan biz de zaman kollar durumdayız. Şimdilik vücuttaki nikotin idare ediyor, henüz krize giren yok.

Yavaş yavaş ortama ısınmaya başladık, 68 kuşağından avukat Tunç benim hemen yanımda yada tam çaprazımda, onunla devamlı olarak göz temasındayız. Baktım her yeri takip edemiyor polis, Tunç'a fısıldayarak sessiz sinema oynamaya başlamayı önerdim. Ne de olsa sinema salonundaydık ve konuşmak da yasak olduğuna göre yapacağımız en uygun şey oydu. Derdim oyun oynamak filan değil, ilk kez ve saçma sapan bir nedenden dolayı şubeye girenlere moral vermekti. Çünkü bir gerçek vardı, o da uzun süre sinema salonunda tutulmayacağımız biz 5-10 kişi biliyorduk. Bunun nedeni de çok açıktı, istedikleri faşizan disiplini orada uzun süre sağlayamayacaklardı.

Tunç önerimi salonun sol tarafına, ben de sağ tarafına yaydım, tam film sahnesi gibiydik, 8-10 grup emniyetin sinema salonunda sessiz sinema oynamaya başladı. Dedim ya, polisler acemi, ne yapacaklarını bilmiyorlar, onlar da şaşkın şaşkın bizi izlemeye başladılar.

Esasında acemi değiller ama becerileri örgüt elemanlarına karşı, örgütsüz 160 kişiye nasıl davranacaklarını bilmiyorlar, onlar da esasında bu kadar insanı cenazeye katıldı diye getirmenin şaşkınlığını yaşıyorlar. Sessiz sinema aklımda kaldığı kadarıyla 1 saat filan sürdü ve salona meşhur "K Masası" şefi Mete Altan girdi ve beklenen açıklamayı yaptı, "Sıkıyönetim komutanlığının emriyle 15 gün misafirimizsiniz" İyi de kardeşim, misafirlik dediğin istek üzerine olan bişeydir, misafir olarak deli miyiz ki emniyete gelelim. Ben istemeden nasıl misafir olurum ki!..

Sonra bana döndü Mete Altan ve "Alev ne yapıyor?" dedi. Alev'in kim olduğunu sorunca "Ağabeyin, kim olacak" gibi bişeyler söyledi küçümseyerek. "MİT dosyasına yanlış girmişsiniz, onun adı Ateş" deyince bozuldu ve "Senin babanı da ordudan levazım subayıyken malzeme çaldığı için attılar" dedi hem küçümseyerek hem de böbürlenerek. "Babam istihkam subayıydı, levazım değil, onu da düzeltin" dedim ve o saatten sonra MİT'e hiç güvenim kalmadı.

O sırada benim işyerimde Aydınlar Dilekçesi toplantısı yapılıyor ve hemen haber yayılmış. Babama hemen söylemişler, verdiği yanıt ömür boyu unutmayacağım bir onur madalyası gibi durur beynimde. O zaman gazeteci olarak neden çıkmadığımı çok daha iyi anladım ve iyi yetiştirildiğime inandım. Sonrası zaten tam bir komedi, Mete Altan bana kızınca Hale Kıyıcı'la atışmaya başladı. Bu bölüm daha uzayacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi