Armağan Kargılı

Armağan Kargılı

Dünyanın geleceği Putin'e mi emanet?

Putin'in danışmanlarından Surkov'un öngörüleri, bilim kurgu filmlerindeki korku ve baskı toplumlarını anımsatıyor; 'Durum sandığınızdan ciddi, beyinlerinizi ele geçirdik' diyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in danışmanlarından biri olan Vladislav Surkov, geçtiğimiz hafta Nezavisimaya gazetesinde "Putinizm"e övgüler düzdü.
Surkov'un en çok şu sözleri tartışıldı:
"Yabancı politikacılar, dünyanın etrafındaki seçimlere ve referandumlara Rusya'nın müdahalesi hakkında konuşuyorlar.
Gerçekte durum bundan çok daha ciddi.
(Rusya) Beyinlerinize müdahale ediyor, algınızı değiştiriyoruz. Ve sizin bu konuda yapabileceğiniz hiçbir şey yok."
Surkov, Putin iktidarının ilk 10 yıllık döneminde Putinizm'in gizli ideoloğu olarak anılıyordu. 2011 yılında ise Putin tarafından karanlıktan gün ışığına çıkarıldı ve başbakan yardımcılığı görevine getirildi. Putin'in emanetçisi gibi görülen Dimitry Medvedev'e yakınlığı ile biliniyordu. Hâlâ başbakanlık koltuğunda otursa da Medvedev, Putin'in gözünde itibarını çoktan yitirdi. İşte o tarihten, yani 2013'ten beri Surkov, Putin'in danışmanı olarak görev yapsa da artık en yakın ekibin içinde sayılmıyor.
"Henüz doruk noktasında değil. Çünkü Putinizm geleceğin ideolojisi. Rusya'da yaratılan bu sistem, diğer ülkelere de ihraç edilebilir" sözlerini Batı medyasının bazı kalemleri Surkov'un eski itibarlı günlerine dönme çabası olarak değerlendirse de "Putinizm" konusunu da yeniden tartışmaya açtılar.
 
GÜDÜMLÜ DEMOKRASİ
"Yönetilen" ya da "güdümlü demokrasi" diye adlandırılan ve aslında diktatörlüğün post modern hali sayılan sistem, Surkov tarafından Putinizm'in temeli olarak alındı. "Meşru" seçimlerle iktidara gelen otokratların yönetimi yani. İktidar tarafından kontrol edilen ve iktidara bağlı medya ile muhalefet, sistemi ayakta tutuyor. Yani iktidar, kendi muhaliflerini kendisi seçiyor. Aşırıya kaçmalarına izin yok tabii. Seçimler "meşru" olarak tanımlansa da seçmen, kontrollü medya kendisine ne anlatıyorsa onu biliyor.
Ekonomist dergisinde, 2013 yılındaki bir makalede Surkov için şöyle deniliyor:
"Surkov, hayallere inanmaya dayalı bir sistem geliştirdi ve bu sistem gerçek dünyada şeytani bir şekilde işe yaradı. Muhalif taklidi yapan siyasi partiler, tek merkezden kontrol edilen medya, post-modern anlayışla desteklenen sahte toplumsal kalkışmalar ülkesiydi Rusya ve ülkede hiçbir şey gerçek değildi. Surkov, yarattığı bu sisteme 'egemen demokrasi' adını verdi. Bu kavram, belirsizliği sayesinde istendiği kadar esnetilebiliyordu."
"Egemen demokrasi" ya da "yönetilen demokrasi" gibi kavramları irdelediğimiz zaman karşımıza çıkan Nazi kafalı faşist devlet ve onun Goebbels'le şekil bulan propaganda yöntemlerinin postmodern halinden başkası değil aslında.
Onu yakından izleyen Rusya doğumlu Britanya vatandaşı gazeteci Peter Pomarantsev'in aktardığına göre Surkov, kendi muhalefetini yaratma ilkesine kişisel yaşamında da sıkı sıkıya bağlı. Takma adla yazdığı ama Pomarantsev'e göre kesinlikle kendisine ait olan romana kendi adıyla eleştiri yazmıştı. Pomarantsev, theatlantic.com'daki bir yazısında "Sivil forumları ve insan hakları STK'larını finanse eden Surkov'u bir anda milliyetçi hareketleri destekler ve STK'ları Batı'nın araçları olmakla suçlarken bulabilirsiniz. Moskova'daki en provokatif modern sanatçıların cömert sanat festivallerine sponsorluk eden de Surkov idi, siyahlar giyip haç taşıyan ve modern sanat sergilerine saldıran Ortodoksları destekleyen de oydu. Kremlin, herhangi bir bağımsız hareketin duvarları dışında gelişmesine izin vermemek için her türlü politik söylemin sahibi olmak düşüncesindeydi. Onun Moskovasında sabahları oligarşiyi ve öğleden sonraları demokrasiyi, akşam yemeğinde monarşiyi ve uyku zamanı da totaliter devleti hissedebilirdiniz."
 
İKTİDARA SADIK MUHALEFET
İngiltere'de yayımlanan Independent gazetesinde de Surkov için şu yorum yapılmıştı.
"Partiler arası gerçek bir rekabet havası yaratmak için iktidara bağlı, sadık muhalefet partilerinin yaratılması işini organize ediyor ama bu partiler popüler hale gelirse onları dağıtıyordu."
Başbakan yardımcılığı görevinden istifa ettikten sonra Surkov, Ukrayna konusunda Putin'e danışmanlık yaptı. "Egemen demokrasi"nin danışmanının görev tanımını da anlaşılan Surkov kendisi yapmış. 2016 yılında Ukraynalı hacker'lar Surkov'un hesabını ele geçirdiler ve 2 binden fazla e-postasını yayınladılar. Bu e-postalarda Rusya'nın Ukrayna'yı istikrarsızlaştırmak için planları ve ayrılıkçı gruba desteği ortaya döküldü. Ama Kremlin'den "bunlar sahte" açıklaması yapıldı.

Şimdi Surkov'u kısaca tanıdıktan sonra yeniden geçen hafta oldukça tartışılan yazısına dönelim. Surkov'un "seçimlere müdahale de bir şey mi, biz sizin algınızı değiştirdik" sözlerinin tartışıldığı sırada yapılan Münih Güvenlik toplantısı dünyada kartların nasıl karmakarışık bir hale geldiğinin ve algıların nasıl değiştiğinin somut bir göstergesi oldu. Münih konferansı, "Batı" diye anılan Avrupa-Kuzey Amerika ittifakının adeta sonuna gelindiğinin ilanı havasında geçti. Konferansın en önemli gündem maddesi tabii ki İran oldu. Amerika Birleşik Devletleri adına toplantıya katılan Başkan Yardımcısı Mike Pence, İran ambargosunu savunup Avrupa'dan da ambargoya destek vermesini istedi. Ancak Avrupa ülkeleri Pence'in konuşmasından önce İran ambargosuna destek vermeyeceklerini çoktan ilan etmişlerdi bile. Üstüne üstlük, AB'den çıkmaya hazırlanan ve birlik içindeyken bile ABD paralelinde politika izleyen Britanya bu kez, Avrupa'nın yanında yer alıyordu.

WAGNER GRUBU VE EYLEMLERİ
Britanya'nın Savunma Bakanı Gavin Williamson, Münih konferansında Rusya'yı suçlayan bir konuşma yaptı. Kremlin'i hiçbir kurala bağlı olmadan askerî, politik, ekonomik ve siber konularda rakiplerini alt etmek için casusluk yapmakla suçladı. Seçim yoluyla iktidarı ele geçirmenin Batı'da yeni bir kural haline geldiğini söyledi. Rusya hükümetinin, Suriye ve Ukrayna'da bazı gizli ve yasadışı operasyonlarda kendilerine bağlı Wagner grubu gibi paramiliter grupları ve paralı askerleri kullandığını iddia etti.
Nükleer silahların sınırlandırılması anlaşması konusunda Rusya'yı kuralları ihlal etmekle eleştirdi. Anlaşmanın askıya alınması nedeniyle Batı'nın yeni bir nükleer silahlanma yarışına çekildiğini ifade etti.
Bu anlaşmanın bozulması için Trump'ın katkılarını ise görmezden geldi.
Ama Britanya'nın istihbarat servisi MI-6'in başkanı Alex Younger'ın Münih Güvenlik Konferansı'nda dikkat çektiği bir nokta, Batı kavramını bir kez daha yerle bir edecek gibi görünüyor. IŞİD'in terör saflarına katılan ya da onların eşleri olmayı kabul eden Avrupa vatandaşlarının durumu...
Suriye Demokratik Güçleri, esir olarak aldığı Avrupa vatandaşlarını uzun süre tutamayacağını defalarca açıkladı. Buna rağmen, Avrupa'nın tıpkı göçmen sorunu gibi, bu konuda da henüz bir planı yok.
15 yaşındayken IŞİD'e katılan ve bugün 19 yaşında olan Britanya vatandaşı Shamima Begum, bu hafta doğurduğu kızını Britanya'da büyütmek ve bu nedenle de ülkesine dönmek istediğini avukatı aracılığıyla hükümete resmen bildirdi. Brexit isteyenler ve istemeyenler diye bölünen ülke şimdi de Begum dönsün ya da dönmesin diyenler olarak bölündü. Trump'ın "hepsini ülkelerine yollarız açıklaması" ise bu bölünmeye tuz biber ekti.
 
AVRUPA'DA IRKÇILIK VE PUTİN
Rusya, bu tartışmada taraf değil. Göçmen krizi konusunda da taraf olmadı. Ama göçmen krizinde olduğu gibi, bu kriz de Avrupa'daki ırkçı faşist partilere yarayacak. Tam da mayıs ayında yapılacak Avrupa Birliği parlamentosu seçimleri öncesinde.
Şu anda dünyada kırılma tehdidiyle karşı karşıya olan Batı ittifakı değil sadece. Avrupa Birliği de mayıs seçimlerinde önemli bir sınavdan geçecek. Brexit, sadece Britanya için değil AB için de bir krizin dışa vurumu oldu. Brexit referandumuna Rusya'nın da müdahil olduğuna ilişkin iddialar oldukça ciddi. Facebook'un kişisel verilerini kullanan Cambridge Analytica isimli şirketin arkasında ABD'nin milliyetçi, muhafazakâr zenginleriyle Putin'e yakın oligarkların olduğuna ilişkin bir yazı yazmıştım. Fransa'da Le Pen'in, İngiltere'de Nigel Farage'ın, Trump seçim kampanyası direktörü ve şu anda Avrupa'da faşist ya da ırkçı, milliyetçi partilerin destekçisi Steve Bannon başta olmak üzere neredeyse bütün ekibinin, İtalya'da faşist koalisyonun, Nato'ya girmeye hazırlanan Karadağ'da hükümete karşı girişilen darbe girişiminin, Türkiye'de 15 Temmuz'da açıklanamayan bazı noktaların ardından hep Putin'in ya da Rusya'nın, Rus oligarklarla onların işbirliği yaptığı ABD'nin örneğin Çay Partisi Grubu'nun çıkması sadece tesadüf mü?
Surkov, otokrasi tanımı yaparken "yönetilen demokrasi" diyor. Tam onun yazısı tartışılırken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bir televizyon programında; "ABD'nin Başkanı Donald Trump, ülkeyi şirket gibi yönetiyor, Ben de o mantığı savunan birisiyim aslında" sözleri, Trump'ın da Erdoğan'ın da bu akımın destekçileri olduğu anlamına mı geliyor? Otokrasi olmadan bir ülkeyi şirket gibi yönetmek mümkün mü?
Bir istihbaratçı olan Putin'in politikalarını bir istihbaratçı gözüyle değerlendiren Younger, Rusya'nın Batı'nın bütün kurumları için tehdit oluşturduğuna vurgu yaptı. Bir başına Putin'in "Batı medeniyeti" diye tanımlanan ve aslında gerisinde bir insanlık mücadelesinin yattığı, her alınan hak için ağır bedellerin ödendiği demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hak, hukuk, laiklik ve özgürlükleri yok ettiğini söylemek Putin'e fazla değer yüklemek anlamına gelir.
Rusya, ne ekonomik ne de siyasi olarak dünyanın gidişatını belirleyecek kadar güçlü değil. 110 zenginin, Rusya'nın servetinin yüzde 35'ini elinde bulundurması orada da zengin ve yoksul arasındaki gelir uçurumunun nasıl büyüdüğünü açıkça ortaya koyuyor.
Surkov'a bakılırsa sosyalizmin eşitlik düşünün yeşerdiği Sovyetler Birliği'nin üzerinde yükselen Rusya, bu kez gelir adaletsizliğini ayakta tutacak totaliter sistemin liderliğine soyunuyor.
Ütopyanın böylesi, bilim kurgu filmlerinden bile uzak dursun...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Armağan Kargılı Arşivi