Organize nefret cinayeti

Avustralya'nın son 20 yıllık ırkçı, milliyetçi, İslamofobik kısa geçmişi, Yeni Zelanda katilinin politika ve politikacı eliyle nasıl yaratıldığının öyküsü...

Yeni Zelanda'da iki ayrı camiye saldırıp dünyanın her köşesinden insanları yasa boğan 28 yaşındaki Avustralyalı, bazılarının söylediği gibi "bireysel terörist" mi, yoksa organize bir terör örgütünün üyesi mi?

Bu sorunun yanıtı, The Guardian gazetesinin Avustralya köşe yazarı Jason Wilson'ın dünkü (17 Mart 2019) yazısında saklı. İpuçları onun köşesinden.

Şimdi birlikte biraz gerilere gidelim. 2001 yılı Ağustos ayı sonuna... 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı olmamış, dünya "İslami terörü" tartışmaya henüz başlamamış.

Çoğunluğu Afganistan'ın Müslüman Hazara azınlığına mensup 438 göçmeni taşıyan ahşap bir tekne, Avustralya'nın Asya'ya en yakın toprağı olan Christmas adasına ulaşmaya çalışırken batma riski ile karşı karşıya kalır. En yakın noktadaki Norveç gemisi S.O.S. sinyalini alır ve aralarında hamile kadınlarla çocukların da olduğu 433 göçmeni kurtarır. Ardından göçmenler için belki de yıllar sürecek bir mücadele başlar. Avustralya'nın sağcı hükümeti ve onun başbakanı John Howard, göçmenleri kabul etmeye yanaşmaz. Hatta apar topar uluslararası anlaşmalara ve Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı bir yasal düzenlemeyi parlamentodan geçirir. Bu sırada Tampa adlı Norveç gemisindeki göçmenler hastalık, açlık ve susuzluk gibi tehlikelerle karşı karşıya kalırlar. Çünkü Tampa, 433 yolcu için dizayn edilmiş bir gemi değildir. Uzatmayacağım, konu uluslararası bir göçmen dramına dönüşür. Avustralya almadığı gibi, Norveç de dahil hiçbir Batılı ülke, 433 insana kapısını aralamaz.

Ama bu krizden Avustralya'nın sağcı hükümeti yararlanır. O yıl yapılan seçimlerde sandalye sayısını arttırarak yeniden iktidar olur. Dönemin ana muhalefet partisi olan sosyal demokrat İşçi Partisi de bu düzenleme konusunda üzerine düşeni hakkıyla yerine getirir. "Karşı çıkarsak oy kaybediyoruz diyerek" insan haklarına aykırı bu düzenlemeyi onlar da savunurlar.

Sonunda göçmenlerin 150'si, Yeni Zelanda tarafından kabul edilir. Diğerleri de minik bir ada devleti olan Nauru'da kalırlar. Çoğunun durumu bugün bile belirsizliğini korumaktadır.

Wilson, "Avustralya ırkçılığı tabii ki, 2001'de başlamadı" diyor. Ülkenin kuruluşunda yerlilere soykırım uygulandığı hatırlatmasını yapıyor. "Beyaz milliyetçiliği Avustralya'nın zaten kuruluş doktriniydi" diye de ekliyor.

Tampa olayının ardından Avustralya'da beyaz ırkçılığı ve İslamofobi'yi büyüten olayları da sıralıyor Wilson.

  • Avustralya, 11 Eylül saldırısının ardından ABD tarafından ilan edilen "teröre karşı savaş" akımının en büyük destekçilerinden biri oldu.

  • Avustralya askerî birlikleri, Afganistan ve Irak'ta kendi topraklarında yaşayan Müslümanlara karşı savaştı.

  • Bu bitmeyen savaşın bir sonucu olarak, Avustralyalılar içeride ve dışarıda cihatçı terörün hedefi haline geldiler.

  • Avustralya hükümeti, istihbarat faaliyetlerini arttırmak için terör tehdidini kullandı. Müslüman Avustralyalılar çok zaman kendi ordu ve hükümetleri tarafından tehlike kaynağı olarak tanımlandılar.

  • 2005 yılında Cronulla Plajı'nda şişe toplayan Lübnanlı ve Ortadoğulu göçmenlerin cankurtaranlara saldırdığı iddiasıyla başlatılan linç girişimi de sokaktaki milliyetçiliğin nasıl geliştiğini gösteren önemli bir kilometre taşıydı.

  • Şimdi gençler, Avustralya gününde başlarına bayraktan kep takıyor. Yerli halkın bunu kendilerine karşı bir saldırı olarak algılaması onların umurunda bile değil.

  • Türkiye'yi işgal girişiminin yenilgiye sonuçlandığı Anzak günü, militarizm ve emperyalizmin açıkça kutlandığı bir güne dönüştü.

Yazar, Avustralya kökenli Amerikan medya patronu Rupert Murdoch'un News Corp şirketine bağlı medya organlarının da milliyetçiliği, ırkçılığı, İslamofobiyi nasıl körüklediğine ilişkin örnekler sıralıyor.

Tabii ki 14 yaşındaki gencin kafasında yumurta kırdığı ırkçı Senatör Fraser Anning'i de anmadan geçmiyor Wilson. "Anning yalnız değil" diyor ve 2016 yılında Avustralya Senatosu'nun helal gıda sertifikası almak için ödenen paranın terörü finanse edip etmediğine ilişkin bir soruşturma yürüttüğünü hatırlatıyor.

Mayıs ayında yapılacak seçimlerde, muhafazakâr hükümetin şu andaki başbakanı Scott Morrison'un kaybettiği oyları yeniden toparlayabilmek için Müslüman karşıtı bir kampanya yürütmesinin beklendiğinin altını çiziyor Wilson.  

Tıpkı Rakel Dink'in Hrant Dink'e veda konuşmasında dediği gibi Wilson da "bir bebekten katil yaratan karanlığı" sorgulamış yazısında.

Sadece Avustralya'nın değil aslında bütün dünyanın rolünü sorgulamak gerekiyor katilin nasıl yaratıldığına bakmak için.

Örneğin katili anlatırken medya, babasının ölümü üzerine miras olarak kalan bir paradan söz ediyor. Henüz kimse, temizlik işçisi olarak çalışan babadan ne kadar miras kaldığını, Pakistan'dan Sırbistan'a hatta Kore'ye uzanan bir yolculuğu nasıl finanse ettiğini sorgulamıyor. Silahının üzerine yazdığı tarihî sembolleri, kendi deyimiyle eğitimle ve okumayla ilgisi neredeyse hiç olmamış bu kişinin tek başına bulabilmesinin ya da 74 sayfalık manifestosunu hazırlamasının imkânsızlığı üzerinde yeterince durulmuyor.

Türk medyası, sadece iktidar kafasıyla olaylara baktığından katilin Türkiye'de bulunduğu günlerin Çanakkale savaşının yıldönümüne ve 13 Ekim tarihli Anzak günü anmalarına denk gelmesi ile ilgilenmiyor bile. Onun yerine 15 Temmuz, Fethullah gibi bağlantılar arıyor.  

"Biz insanlık olarak buraya nasıl geldik" sorusu yerine bu korkunç saldırıdan nemalanmaya hazırlananlar, bu cinayeti sıradan bir olay olarak göstermeye çalışanlar da bu cinayetin ortaklarıdır.

Silahlanma konusu da bir sonraki yazıya kalsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi