güçlü halkadan başlamak

servetin, eğitimin, itibarın insanı haksız suçlamalara maruz kalmaktan kurtarmayacağı fikri her kesimden insana yönelik güçlü bir gözdağı.

osman kavala ile ilgili yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınanların serbest bırakılmaya başlandığı gece taksiye bindim. arabanın radyosu açıktı, haberler yayınlanıyordu. başında takke bulunan şoför, serbest bırakılma haberini pek dikkate almadı ama suçlamaları duyunca, "haklılar, biz de gezi zamanı tophane’de bir israilli’yi dövdük," dedi. tophane’de bir israilli, hostellerden birinde kalan, parası sınırlı bir turist bulmuş olabilirler ama palavra olma ihtimali şükür daha yüksek. çünkü şehir efsanesi denen dezenformasyonun istanbul’daki en önemli kanalı taksi şoförleri.

lütfen kendimizi teselli etmeyelim, gezi’den korkmuyorlar. ama gezi ile ilgili bu temcit pilavlarının ısıtılması sebepsiz değil, çünkü bir kere daha, iktidar karşıtı her gücün suçlu ve yasadışı gösterilmesine ihtiyaç duyulan bir seçim sath-ı mailine girdik. ülkenin seçim-öncesi-gerilim/seçimler/seçim-sonrası-gerilim çarkına mahkum edilip buna da demokrasi denmesi bir dert; bunun sonuçlarıyla değil de kendisiyle uğraşmak gerektiğine işaret eden seslerin bu kadar cılız olmasıysa bir yara.

ama gezi’ye maddi yardım iddialarının üstünde durmak gerek. çünkü gezi’ye maddi yardım ne kelime, internet üzerinden yemek ve erzak göndermek bile mümkündü ve iş vb. sebeplerle parka gidemeyen ama böyle destek veren çok kişi vardı. kandil gecesi, başka koşullarda komşularına dağıtacakları tatlıları parka getirenleri, binlerce kandil simidi dağıtıldığını orada bulunanlar hatırlar. gezi, sadece çok değerli olan kült kişilikler değil, bu "isimsiz" destekçiler, eylemciler aynı zamanda; "duran adam"ın ardından bulabildikleri her meydanda duran kadın ve erkekler mesela. diğer yandan, bütün tanınan eylemcilerin paralı ajan falan olduğunu iddia etmek, isimsizlerin masum sayıldığı bir "barış çubuğu" aynı zamanda; yani bir anlamda "geziciler"i de bölme çabası.

osman kavala’nın bu kadar uzun süre iddianame bile hazırlanmadan hapiste tutulmasını, çevresindekilerin, çalışma arkadaşlarının kriminalize edilmesini anlamaya çalışırken en önemsiz nokta bu insanların geçmiş ve mevcut politik tutumları bence.

bu, öncelikle, önümüzdeki seçimde ve başka dönemlerde herhangi bir muhalif politik partiye ya da örgüte maddi yardımda bulunmayı "tehlikeli" hale getiren bir hamle. parti yasal, örgüt yasal, bağışlayacağınız parayı yasal yollarla kazanmışsınız ama desteğiniz yasadışı bir faaliyet muamelesi görecek! mümkün ve muhtemel.

ikinci nokta tabii ki, çok uzun zaman önce başlamış olan, servetin el değiştirmesi süreci. akp, kendi sermayesini oluşturmadan bu kadar kalıcı hale gelemezdi. bu sadece kendine yakın sermaye grupları oluşturmak anlamına gelmez, aynı zamanda kendinde mesafeli hele de muhalif olan sermaye gruplarını zayıflatmayı da içerir. bence tüsiad’ın suskunluğunun sebebi sadece patronlara verilen tavizler değil, bu risk algısı da etkili. ayrıca, el konulan servetlerin devletin gelir kaynaklarından biri olduğunu unutmamalı, değil mi?

bir başka nokta daha var; bir örnekle açıklayacağım. biliyorsunuz, istiklâl caddesi ve özellikle galatasaray meydanı istanbul’da basın açıklaması vb. gösterilerin yapıldığı mekân. bunların içinde herhalde kamuoyunda, farklı siyasal çevreler nezdinde en kabul gören, hatta bir zamanlar tayyip erdoğan’ın da ilgisine mazhar olmuş bulunan cumartesi anneleri’dir. yine biliyorsunuz, eylül’e denk gelen 700. haftasında bu şiddetsiz gösteri yasaklandı, polis şiddetiyle karşılaştı. artık galatasaray meydanı her cumartesi günü abluka altına alınıyor. bir alanı, en meşru noktasından ele geçirmeye çalışmak üzerinde durulmaya değer bir strateji. çünkü o noktayı ele geçirdiğinizde gücü ve meşruiyeti daha zayıf olanları ele geçirmek çok daha kolay hatta bazen buna gerek bile kalmayabiliyor. osman kavala’ya yönelik baskı aynı zamanda böyle bir stratejinin parçası bence. kamuoyunun adını bilmediği insanlara çok daha büyük baskı yapılıyor, bu görmezden geliniyor, hatta bu "operasyon"da bile "ünlü"ler daha fazla dikkati çekti ve bu değiştirmemiz gereken bir alışkanlık. ama servetin, eğitimin, itibarın insanı haksız suçlamalara maruz kalmaktan kurtarmayacağı fikri her kesimden insana yönelik güçlü bir gözdağı.

söyleyeceğim biraz karamsar görülebilir ama hukukun anlamını git gide kaybettiği, hatta belki bundan da öte, kaybetmiş bulunduğu bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. akp seçmeni başta olmak üzere önemli bir çoğunluk için hukuk, kendilerinden yana bir sonucu olmadığında, kılıfına uydurulması bile yük olan bir mekanizma. yönetenler konusunaysa değinmeme bile gerek yok. bu, hukuk mücadelesi vermemek anlamına gelmiyor tabii, buna mecburuz zaten.

ama siyasal mücadelenin ve söylemin merkezine hukuku oturtmak anlamlı görünmüyor bana. osman kavala ve arkadaşlarına isnat edilen gerçek bir suç bile yok. dolayısıyla onların suçsuzluğunu ispat edecek defansif bir politik mücadele hattı çok işlevli değil, bence.

şu naziler geldiğinde sessiz kalan papazın hikâyesi bıktırdı, üstelik orada, güçlenirken uygulanan, tam tersi bir strateji söz konusu. ve eğer kavala dosyası güçlü halkaysa sırada kimler vardır, neler olabilir diye düşünmekte ve oradan devam etmekte yarar var bence. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi