yüz yüzeyken konuşursunuz

o, evladının derdinden toplumsal bir mücadele çıkartmış herkes gibi, saygıyı hak ediyor.

20 kasım dünya çocuk günüymüş.

sanırım en ikiyüzlü olduğumuz konulardan biri bu, herkes çocuğunun üstüne titriyor ama aile içi çocuk istismarı çok yaygın. herkes için çocuklar bir yana dünya bir yana ama çocuklar hiçbir konuda karar hakkına sahip değil. çocuk istihdamı yasak ama her köşe başında karşımıza çıkıyor. başta savaşlar olmak üzere her felakette en fazla mağdur olan kesim çocuklar. geleceğimiz çocuklar ama en az bütçe onlara ayrılıyor. bakımları anneye yıkılıyor, hayatları ailenin insafına bırakılıyor.

çocuğuna iyi bir eğitim vermek sanırım her ebeveynin hayali ama bunu gerçekleştirmek ancak şanslı bir azınlığa nasip oluyor. çünkü kamu, böyle bir imkân sunmuyor. devletin parasız sunduğu eğitim iyi üniversitelere, bir meslek sahibi olmaya yetmiyor. çocuklara yönelik ideolojik bombardıman da cabası. milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, biraz büyüdüklerinde homofobi, transfobi, çocukların toplumda, ailelerinde gözlemledikleri şeyleri bir kere daha doğruluyor. özellikle son yıllarda, şartları uygun olan ebeveynler, çocuklarını bunlara maruz bırakmamak için yurt dışına taşınıyor. o kadarını yapamayan ama geliri yerinde olanlar, özel okulları tercih ediyor. alternatif anaokulu, kreş arayanlar var. her şey çocukların daha iyi bir eğitim alabilmesi için…

işte ama sedef erken başka bir şey yapmaya çalıştı.

önce biraz ondan söz etmek istiyorum. sedef’le bir röportaj sebebiyle tanıştık ama daha önce adını duymuştum. dünyanın en önemli müzik dergilerinden rolling stone’un türkçe versiyonunda köşesi vardı, genç müzisyenlere önerilerde bulunurdu, müzikten anlar. müzik telifi konusunda uzman bir avukat, çok müzisyende emeği vardır, ozan’ın babası ogün sanlısoy’un da menajeriydi. sanlısoy da türkçe sert müzikte önemli bir müzisyen.

çocuk büyütmek zaten güç, herhangi bir konuda diğer çocuklardan dezavantajlı olan bir çocuğu büyütmek çok daha güç, insanın hayatını işgal eden, çocuk büyüse bile bitmeyen bir sorumluluk. siz de takdir edersiniz ki çocukluk insanın acımasız, bencil olduğu bir çağ, (içindeki çocuğu öldürmemekte ısrarlı olanlara bir de o açıdan bakın) rekabetçiliğin ayıplanmak bir yana makbul sayıldığı günümüzde çocuklar daha da kötücül. onlardan farklı, dezavantajlı bir çocuk neler yaşar düşünün; iyice zor bir durum. sedef, otizm teşhisi konulan oğluna, gelirleri elverdiğince olanaklar sağlamakla yetinmedi, ozan’la birlikte edindiği bilgiyi ve tecrübeyi, bu konuyu kamusal bir mesele haline getirmek için kullandı, ozan’ı büyütürken türkiye’deki bütün otizmli çocukların ve ailelerinin derdiyle ilgilendi.

engelli olsun olmasın çocukların eğitimi, kamusal bir mesele ve bunu, vergilerimizi falan da topladığına göre- devletin üstlenmesi gerekiyor. engelli olarak tanımlanan çocuklar için de bu böyle. ama sedef erken’in anlatımına göre türkiye’de bir milyona yakın otizmli çocuk var ve bunların sadece 7-8 bini okula ulaşıyor. onlar da sadece öğrencilerin değil öğretmenlerin de ayrımcılığıyla karşılaşıyor, bilgisizliğin, mesleki yetersizliğin acısını çekiyor. okula gidemeyenler, bazen evlerde, basbayağı kafes arkasında ömürlerini geçiriyor! çoğu yetersiz tıbbi hizmet aldığı için çok erken yaşta hayatını kaybediyor. sedef erken, kendi oğlunu yurtdışına götürmeyi, kendi oğluna elindeki tüm imkânlarla, olabilecek en iyi koşulları sağlamayı değil, bütün otizmli çocukların hayatını değiştirecek şeyler yapmaya çalıştı.

sosyal devletin sönümlendiği süreçte, onun işlevi stk’lara yıkıldı; olumlayarak söylemiyorum, gerçeklik bu. kadına yönelik şiddetle mücadeleden hayvan haklarına kadar, aslında kamunun görevi olan birçok konu, fonlarla ayakta kalmaya çalışan, birçok durumda gönüllü emekle yürüyen sivil toplum kuruluşlarına havale edilmiş durumda. çare tabii ki devletin sosyal hizmetleri üstlenmesi ve bu herhangi bir sol programın en önemli maddeleri arasında olmalı. ama tekrar edeyim, otizm gibi, her ailenin kendi bacağından asılmasının adet olduğu bir konuyu, kamusal bir mesele haline getirmek, konunun toplumsal yönlerine dikkat çekmek politik olarak da mümkün olan en doğru şey.

böyle bir noktada solculuk, konuyla ilgilenenlere, uğraşanlara hiza vermek değil, başkalarından farklı, standart eğitimle yetinemeyecek ya da dezavantajlı olan insanların sorunlarını programının parçası haline getirmektir. solculuk, kendisine yakın gördüğü herkesi kendine benzetme mecburiyeti, bu konuda edinilmiş bir yetki değil, sistemin mağdur ettiği tüm insanların dertlerini ve çözümleri kapsama sorumluluğu. bu yüzden, sedef erken’in milli eğitim bakanı ziya selçuk’a ya da ilgilendiği konuyla ilgili muhatap olmak durumunda kaldığı herhangi birine, benim, sizin, başkalarının tercih edeceği şekilde hitap etme zorunluluğu yok, kendisini bana, size, bizlere kabul ettirme gibi bir sorumluğu da yok. o, evladının derdinden toplumsal bir mücadele çıkartmış herkes gibi, saygıyı hak ediyor. ötesini de bırakın dostları, yüz yüzeyken söylesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi