AKP hırsızlık ve yolsuzluğu siyasete bulaştırdı!

Hırsızlığa ve yolsuzluğa yeni bir tanım getiriyor Erdoğan. Bu tanıma göre hırsızlık ve yolsuzluk yaparsanız siyasi bir iş yapmış olursunuz.

Erdoğan, "Kırılma noktası olan son bir haftaya çok ciddi ışık verecektir" dediği Yıldırım-İmamoğlu canlı yayınından beklediğini bulamadı ki açılmış hastaneyi yeniden açma gereği duydu.

Ve AKP’nin İstanbul kampanyasını bir kez daha değiştirdi.

Sandığa birkaç gün kala sahaya çıktı. Cumhurbaşkanı olarak yaptığı açılışta AKP Genel Başkanı olarak partisinin adayına oy istedi, rakibi Ekrem İmamoğlu’nu tehdit etti:

"Valimize 'it' dedi, seçimden sonra bunun hesabını vereceksin. Dur bakalım bitmedi iş, vereceksin…"

Yine televizyon programında Yıldırım’ın "çaldılar" sözünün altında ezildiğini düşünmüş olacak ki kendisi de aynı konuyu açtı.

"Diyorlar ki beyefendi rahatsız olmuş hani çaldılar dendi ya, bak ben buradan söylüyorum. Binali Yıldırım kardeşimin rakibine söylüyorum. Çaldılar ifadesi hukuki değildir ama siyasidir. Biz siyasiler ha birileri bir şeyi çaldıysa ona çaldı deriz. Haa hukuki nedir usulsüzlüktür tamam ama usulsüzlüğün yanında bunun da bir siyasi ifadesi vardır, o da nedir? O da yolsuzluktur. Yani burada hem yolsuzluk var hem hırsızlık var. Müsaade edin de bunu söyleyelim. Söylediğimiz bu…"

Bu cümleyi şöyle okuyabiliriz yani. Türkiye Cumhuriyeti hukukuna göre hırsızlık ve yolsuzluk tamamen siyasi işler. Hukukun konusu dışında!

Doğrudan Cumhurbaşkanı söylüyor bunu.

Şimdi hırsızlık ve yolsuzluktan yargılananlar mahkemede "ama cumhurbaşkanımız hırsızlık ve yolsuzluğun hukuki değil siyasi olduğunu söylüyor" dese ne olacak?

Artık ne söyleyeceklerini, ne yapacaklarını, neyi nasıl manipüle edeceklerini şaşırdılar.

İlk olarak Binali Yıldırım "çaldılar" demişti. Ama ortada bir hırsızlık yoktu. Onlar da bunu biliyorlardı. Zaten Yıldırım da yine bir İsmail Küçükkaya programında "çaldılar" sözünü niye söylediği sorusuna şu yanıtı veriyordu:

"Ona mecburdum. Niye mecburdum, çünkü bir algı operasyonu yapıldı. Yani orada bir hukuki tabir değil, farkındayız."

Küçükkaya: Yani halk diliyle mi öyle dediniz?

Yıldırım: Evet. En büyük mağduriyeti yaşayan İstanbullular var, ben varım ve ben sesimi duyuramıyorum. Kendimi ifade edemiyorum.

Küçükkaya: Onun için böyle bir yola mı gittiniz?

Yıldırım: Gayet tabii.

Yıldırım aynı manipülasyonu İmamoğlu ile çıktığı canlı yayında da yapmaya kalktı ama olmadı. Bu kez İmamoğlu’na "FETÖ"cü yakıştırması yapmaya kalktı. O da olmadı. Hatta suçlaması sosyal medyada tersine döndü.

Şapkada tavşan kalmadığı için şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı şeyi yapmayı sürdürüyor.

Ama bu da yetmiyor ki Binali Yıldırım dün aniden Milli Gazete’yi ziyaret ediyor ve Saadet Partililerden özür diliyor.

"Şuna ben de katılıyorum. Siyasetin sert rüzgârlarında yanlış anlaşılacak söylemler olabilir. Onun için Saadet Partili kardeşlerim incinmiş olabilir. Ben bu yüzden dolayı da kendilerinden özür diliyorum. Böyle bir hata varsa bu da bizim sorumluluğumuz. Bu da seçim yatırımı gibi düşünülmesin."

Saadet Partisi İstanbul İl Başkanı’nın adaylarını geri çekmeleri için en alttan en üst seviyeye kadar yani genel başkanlarına kadar baskı yapıldığını söylediği gün yapılıyor bu ziyaret. Halkın da "seçim yatırımı gibi düşünülmesin" sözüne inanması bekleniyor.

Dedim ya çok zordalar.

MHP liderinin "mitili" de ortada yok. Seçime bir hafta kala mehter marşıyla geldiği İstanbul’dan ertesi gün sessiz sedasız ayrıldı Devlet Bahçeli. Ortağıyla küsmüş olmalı ki "af isterim" mesajını sosyal medyadan vermeyi tercih etti.

Bahçeli’de mitilini boru yapıp Ankara'ya döndüğüne göre İstanbul’da kötü giden seçim kampanyasını son bir hamleyle toparlamaya çalışmak da Erdoğan’a kaldı; aynen 31 Mart seçimlerinin kampanya finalinde olduğu gibi…

"Bakalım bu sefer nasıl bir sonuç alacaklar, merakla bekliyorum" diyeceğim ama Albert Einstein izin vermiyor.

Ne diyordu Einstein; "Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek aptallıktır!"

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi