Erdoğan neyi güncelliyor?

Bir nevi Türk İslam’ı diyebileceğimiz, dinin daha heretik tanımlarını fıkıhın yerine koyan, gene fetihçi ama girdiği kaba göre şekil alabilen başka bir İslam...

Bir anda, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, Beştepe’de bu gün için düzenlenen programda, bazı cemaatlerin namlı hocalarının kadınlar hakkında ettikleri sözleri kastederek gündeme bomba gibi düşeceğini bildiği cümleleri büyük bir sükûnetle, kelimeleri birbirlerinden özenle ayrıştırarak, ne demek istediği konusunda kimsede bir şüphe bırakmayacak bir netlikle söyledi şu sözleri:

"Din adamı olarak ortaya çıkıp da kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı içtihatta bulunan kişiler ortaya çıkıyor. Bunlar bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada yaşıyorlar. Çünkü İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam'ın hükümlerinin güncellenmesi var. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hoca efendi tefe koyacak o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın."

Bu konuşmanın televizyonlarda alıntılanan ya da gazetelerde altı çizilen bölümü "İslam’ın güncellenmesi" ile ilgili olan ikinci kısmı. Oysa bu konuşmadan umulan üç ayrı "hayr" vardı ve en büyüğü ilk cümledeydi. Bütün bu konuşma, Erdoğan’ın siyasi geleceği konusunda verdiği çok önemli bir kararın manifestosu idi. İlk cümle, paragrafın geriye kalanında söylenenlerin meşruiyetini oluşturduğu gibi, bütün bu konuşmanın nasıl bir siyasi stratejinin ürünü olduğunu da ortaya koyuyordu. Çünkü, Erdoğan uzun zaman önce kaybetti boş konuşma ehliyetini. Kendisine ayrılan o en geniş medya zamanlarının bir saniyesini bile boş geçiremeyecek kadar endişeli geleceğinden.

Bu konuşmadan sadır olması umulan üç "hayr"a gelince:

İlki, Erdoğan’ın umduğunu bulamadığı anketlerde aradığı şeyi kadınlardan isteyecek olması. Bu defa onlara sığınacak. Kadınları, çoktan güçten düşürdüğünden emin olduğu cemaatlerin zaten kendisinin olan, nasılsa gidecek başka bir yer bulamayacak, bulsa da kendi hâkimiyeti altındaki statükoyu değiştirmeye yetmeyecek oylarından daha üstün görüyor. Başka hiçbir partide arzu edildikleri gibi temsil edilmeyen kadınlara, yalnız partisinin kadınlarına değil, tüm muhafazakâr kadınlara "Biliyorum, sizi, hayatlarınızı koruyup kollayacak bir reise ihtiyacınız var. Bu ülkede benden başka reis yok, olmasına müsaade etmeyeceğim" diyor. Tabii ki feministleri kastetmiyor. Geriye kalanlara selam gönderiyor: "Sizi hacıların, hocaların tasallutundan koruyabilecek biri varsa o da benim, başka kimsenin söz geçiremeyeceği erkeklere söz geçirebilen tek erkek benim."

Bunu neye dayanarak mı söylüyorum? Reis muhibbi kadınların bu konuşmaya verdikleri tepkiden, yükledikleri anlamdan. Yalnızca üç örnek:

Sibel Eraslan (KAYNAK): "Son zamanlarda kadın bedeni ve onuru üzerinden, kadını dışlayarak yapılan tüm konuşmaların bizi ne kadar incittiğini biliyor muydu büyüklerimiz... Kimdi bu büyüklerimiz..."

Nihal Bengisu Karaca (KAYNAK): "Bir tek kadınlar mutlu oldu. Çünkü dini, etnik, ideolojik kimliği ne olursa olsun bir tek kadınlar, erkeklerin her vesileyle kadın dövmek istediğini biliyor ve erkeklerin kadın dövmek için kullandıkları mazeretlerden birinin daha deşifre edilmesinden memnun oluyor. Müslüman, demokrat bir ‘kadın’ olarak ben de memnun oldum. ‘Hay ağzın bal yesin’ bile dedim.

Hilal Kaplan (KAYNAK): "Cumhurbaşkanımızın 64 yıllık ömrü boyunca, kadınların hem ev hem de sosyal hayattaki rolüne ilişkin getirdiği açılımlar ortadadır. Ayrıca İslâm'ı içerdeki tartışmalarda Ehli Sünnet anlayışı çerçevesinde, dışarıda ise global düzenin baskılarına rağmen ‘Ilımlı İslâm yoktur, tek İslâm vardır’ şiarına binaen nasıl cansiperane savunduğu da açıktır. …Kadınlar insan yerine dahi konmazken onların erkekle aynı özden yaratıldığını ilan eden, kadınlar sadece mal gibi alınıp satılırken, onların da ailelerinin mirasından hakkı olduğunu izhar eden Kur'an'ın bizim savunmamıza ihtiyacı yoktur."

Kendilerini savunulmuş, korunmuş, kollanmış ve önemsenmiş hissettikleri apaçık. Üstelik bu koruma kalkanının kendisine karşı yükseltildiği cephe çoktan yenilgiye uğratılmış seküler dünyanın kadın ve erkekleri değil. Reis, kadınlarını yine kendisine oy veren koca koca cemaatlerin namlı hocalarına karşı koruyor. Maslahat icabı bugüne kadar dile getirmeseler de AKP’li kadınların asıl korkulu rüyası o namlı hocalardır. Çünkü başka her şeye karşı kendilerini nasıl koruyacaklarını gayet iyi bilen, bu yüzden her şeye ama her şeye rağmen Reis’in arkasında hizalanan bu kadınlar, bu hocaların ve muhatabı ve bir parçası oldukları dindar cemiyetin kendilerini sınırlama girişimlerine karşı nasıl korunacaklarını bilemezler. Böyle bir korunma hiç mümkün olmadı. Tek çare, içinde var olunan din dairesini terk etmekti. Bunun için ödenecek bedel de, malum, iktidarda AKP’nin olduğu yıllarda hayli yükseldi. Fakat anlaşılıyor ki, Reis sembolik bir hareketle bu umutsuzluğu bertaraf etti.

RP’nin İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde Milli Görüş teşkilatlarını kadınların evlerinden özgürleşme ve siyasete meftun olma alanı haline getiren Tayyip Erdoğan’dı. Belediye Başkanlığı döneminde de arzularının ve hırslarının en sadık taşıyıcıları hep kadınlar oldular. AKP döneminde de bu durum değişmedi. Reis, etrafındaki tüm erkekleri değiştirdi, onları sıraya koyup teker teker her birinden vazgeçti. Eski arkadaşlarından kimse yok artık çevresinde. Her birinin façalarını aşağıya aldı. Ama bir şekilde tanıştığı ve birlikte çalıştığı kadınları hep yanında tuttu. Onları değiştirmedi. Ve şimdi bir kez daha onların enerjilerine yaslanacak. Bu son ve şimdiye kadar oynadığı en büyük oyunda şans melekleri kadınlar olacak. Çünkü Erdoğan gayet iyi biliyor değil MHP ve BBP ile, bütün partilerle ittifak yapsa bile bu son oyunu kazanmak için daha öncekilerde olduğundan çok daha büyük bir şansa ihtiyacı var. Müslüman kadınlarla; erkeklerinden sıkılmış, kendini bambaşka hallerde gerçekleştirmek isteyen, ama "dava"ya zarar vermeden bunu nasıl yapacağını bilemeyen, daire içinde kalsa da gözünü daire dışının cazibesinden alamayan, başka "kendilik"lere açılmak için yelkenine rüzgâr bekleyen muhafazakâr kadınlarla…

Şimdi gelelim paragrafın devamına. Erdoğan, Pandora’nın kutusunu açtı. Şimdi cemaatler, İslami bilginin birbirleriyle rekabet halindeki bu Erdoğan’dan bile pragmatik tüm aktörleri, binlerce yıllık tartışmaları yeniden ortaya dökmeye başlayacaklar. Bu, enerjilerini öyle bir alacak, o denli zaman sarfiyatına neden olacak ki, başka meseleleri konuşmaya, ama asıl önemlisi tartışmanın ortaya nasıl çıktığını hatırlamaya fırsat ve enerji bulamayacaklar. Herkes birbirine girecek. Peki bundan Erdoğan’ın ne çıkarı var? Öyle ya, bir çıkarı olmasa niye şimdi uyuyan yılanları uyandırmaya zahmet etsin?

Birincisi, cemaatler birbirleriyle uğraşırken, Erdoğan’dan ve AKP’den yaklaşmakta olan seçimler öncesindeki taleplerini en aza indirgeyeceklerdir. Çünkü Erdoğan "güncelleme" talebiyle onlara bir eşik sundu. Bu eşiği atlamak için çıkınlarında neler olduğunu ortaya koyacaklar. Atlayamayanlar dökülecek. Eşiği atlayanlar da artık var sayılamayacaklar. Kaderlerini sonsuza kadar Erdoğan’ınkiyle birleştirmiş olacaklar. Onunla kazanacak, onunla kaybedecekler. Reis’in onlardan talebi tam olarak şu: "Geleneğinizi benim çatım altında, benim istediğim koşullarda, benim belirlediğim hedeflere hizmet etmek suretiyle sürdürün. Yoksa gidin kiminle ne pazarlığı ediyorsanız edin." Bir kez daha bir taşla iki kuş. Bir yandan Gülencilerden boşalan her yeri doldurmakla kalmayıp kendilerine yeni alanlar açmak için Allah bilir her gün kaç aracıyla Erdoğan’ın kapısını aşındıran cemaatlere, "hooop, yavaş, daha oraya gelmedik, şimdi yeni bir ödeviniz var" demiş, diğer yandan bu ödevi yapmakta gönülsüz olanlardan ve beraberlerinde taşıdıkları gailelerden sonsuza kadar kurtulmuş olacak.

Ama o gaileler bir anda ortadan kalkmayacak tabii. Akit ve Milli Gazete’yi, Nakşibendi cemaatleri vs. gözden geçirirseniz, Erdoğan’ın "güncelleme" çıkışının, kadın düşmanlığından güncel meselelere kadar pek çok alanda sabır ve mizah sınırlarını zorlayan kimi cemaatlerin, Saadet Partisi’ne sığınma eğiliminde olduklarını göreceksiniz. Saadet Partisi’nin bu eğilime direnmesi hiç kolay değil. Böylece, CHP ve İYİ Parti ile ittifak yapabilecek Saadet Partisi’nin başına büyücek bir bela sarmış oluyor Erdoğan. Hatırlar mısınız? 28 Şubat öncesinde, Erbakan bu cemaatlerin o zamanki şeyhlerini hocalarını Çankaya Köşkü’nde iftara davet etmişti de neler olmuştu? İşte o görüntüler oluşacak Saadet Partisi etrafında yeniden. Böylece müstakbel ittifak bir anlamda Erdoğan’ın güncelleme çıkışıyla "tu kaka" ettiği cemaatler aracılığıyla kirletilmiş olacak. Bu arada yine aynı Erdoğan gösterdiği cesaretle, post-truth zamanların yılmaz şövalyesi olarak kadınları da arkasına almak suretiyle güncellediği İslam’ın lideri olacak. Bu biraz, evindeki zibili, komşunun evine süpürmek gibi. Mıntıka temizliği yapıyor, ama komşuya kazığını atmadan da edemiyor.

Ve nihayet üçüncü bir mesele daha var bu güncelleme meselesinin ilgili olduğu. O da uluslararası boyut. Malum Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’yi dışına itelediği Sünni dünyanın liderliğini bırakmama kararı aldı. Bunun için başta İngiltere olmak üzere pek çok Batılı mahfile inanılmaz meblağlarda rüşvetler veriyor. Önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan’ın özellikle kadınlar meselesinde Batı’nın sahnede görmek isteyeceği bir dolu hareketle gönülleri hoş ettiğini göreceğiz. Sünni dünyanın ise Suudileri tercih etmek için böyle "şık" hareketlere hiç ihtiyacı yok. Petrodolarlar yeter de artar bile. Erdoğan’ın kendini Suudilerden farklılaştırması, İslam dünyasına bir vaadde bulunması gerekiyor. Malum petrodolar bulunmuyor elinde. En azından kalmadı böyle bir kaynağı. Şimdi onlara, artık adına "ılımlı İslam" denmeyecek daha çağdaş bir yorum götürecek. İktidarda kalırsa elinde bulunmasını istediği koz bu. Yeniden "soft power" inşa etmesi gerekiyor. Fakat ciddi bir kaynak sorunu var. Yalnız finansal değil, düşünsel manada da acımasız bir kıtlığın tam orta yerinde. 

Bu işlerde kullanmak üzere başvurabileceği başlıca iki kaynak var elinde ama ikisi de bizzat kendisi tarafından ağır hasara uğratılmış durumda: Biri, eski ortağı Gülencilerin test edip onayladıkları yol-yordam, müstakbel sömürgelere kurulmuş okullar, dersaneler, burslar vs. Gerek TİKA gerekse Yunus Emre Vakfı ve bir de Maarif Vakfı bu işle iştigâl edecekler elbette. Ama bu kurumların tamamı, Erdoğan-Gülen kavgasının "agent"leri olarak damgalandıkları için hiçbir zaman tam manasıyla güvenilir olmayacaklar. Ayrıca gereken para bulunsa bile o kadar insan kaynağı, hele bu kadar paranoyak bir idare anlayışından nasıl çıkar, Allah bilir!

İkinci yol da İslam’ı MHP’nin tarif ettiği gibi tarif etmek. Bir nevi Türk İslam’ı diyebileceğimiz, dinin daha heretik yorumlarını fıkıhın yerine koyan, gene fetihçi, ama girdiği kaba göre şekil alabilen başka bir İslam. Anadolu ve Balkanların, hatta Afrika’nın yüzyıllarca pek sevdiği bu Islam, bir zaman Erdoğan’ın da destek verdiği Selefi-Vahhabi hareketlerin yanı sıra, halen desteğini sürdürdüğü Müslüman Kardeşler ekolünün de hiç haz etmediği bir din. Bu ikincisi Reis’in işini elbette görür. Ama, Sünni dünyanın liderliğine oynadığı dönemde kimyasıyla oynadığı ilahiyat fakültelerinden böyle bir yeni dalga çıkarabilir mi, doğrusu kestirmek zor. MHP bu işleri bırakalı çok olmuştu. O yüzden bu yorum onların miras listesinde kalsa bile, bu mirası besleyip büyütecek insan kaynağı orada da yok. Bu arada, AKP’li yazarların bunca sene sustuktan ve hatta ekmeğini yedikten sonra Vahhabiliğe tam 1970’lerde ve 1980’lerde MHP’lilerin saldırdıkları gibi saldırmaları seyirlik bir eğlence. Kaçırmayın derim.

Geriye şu soru kalıyor: Tayyip Erdoğan’ın güncellediği bir dinden ne çıkar? Umutlanmak mı lazım?

Çamlıca Camii’ne bakın, o size ne kadar umut veriyorsa bu güncelleme esprisi de o kadar umutlu işte. Kocaman kütlesiyle ufka oturmuş, kendisinden başka hiçbir şeye bakmayı izin vermeyen, görsel ve kentsel totalitarizmin simgesi Çamlıca.

Bir camiden çok cami anıtını andırıyor.

Tükenip bitmiş, artık yaşamayan, ama mevcudiyetinden bir türlü vazgeçilemediği için bedenine eziyet edilen bir mumya gibi.

Büyük, devasa, korkutucu…

Siyasi manevralarla içi alabildiğine boşalmış bir dinden geriye kalanları bir başka siyasi manevra için güncellemek; o camiyi oraya, birkaç senede, kimsenin sözüne kulak asmadan dikmekle aynı şey.

Namlı hocalarla bu güncelleme söylemi arasındaki ilişki son günlerin popüler bir başka tartışmasını daha getiriyor akla.

Saadet Partisi’ne "leke" ve "damga" olarak adeta kovalanan namlı hocaların dini sarı taksi, Erdoğan’ın güncel dini Uber.

Kamu taşımacılığının bu kadar boşlandığı bir ülkede seçeneklerimiz bu kadar. MI? 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Çavdar Arşivi