Petrolün laneti

Şimdi haritaya bakıp, petrol zengini ülkeleri bulsak ve siyasi durumlarını, ekonomik gelişmişliklerini, insan hakları karnelerini incelesek, ne göreceğiz?

Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmaları tartışılırken, zaman zaman dillendirilen bir senaryoyu yeniden düşünmenin zamanı. Türkiye Misak-ı Milli sınırlarına ulaşabilseydi, Musul ve Kerkük’ün petrol rezervlerine sahip olsaydı, ne olurdu? Çok kısıtlı miktarda doğal kaynak ile bu kadar yol katedebildiysek, bir de petrol zengini olsak, kim bilir nerelere varırdık diye düşünüp, kaybettiğimiz bu gelecekte bizi müthiş bir zenginliğin, gelişmişliğin beklediğine inanabiliriz. Halbuki uluslararası ilişkilerde "petrol/kaynak laneti" dediğimiz bir gerçek var. Bize bunun tam tersini söylüyor. İyi ki doğalgaz ve petrolün lanetinden kurtulmuşuz dedirtiyor.

Dünyada büyük petrol, doğalgaz, vb. rezervleri olan her ülke, eğer o rezervlere ulaştığında, ekonomisi ve demokrasisi halihazırda ileri seviyede değilse, sanayileşmiyor ve diktatörlüğe dönüşüyor. Yani gelişmekte olan bir ekonomisi ve demokrasisi olan bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şeylerden birisi, topraklarında yüksek miktarda petrol ya da doğalgaz bulmak. O para ülke halkına nasip olmadığı gibi başka sektörlere yapılan yatırımlar da kesilir. Ülkede sanayi durur çünkü gelir elde etmek için bir şey üretmeye gerek kalmaz. Eğitim kötüleşir çünkü üretim yapacak eğitimli bir nüfusa gerek kalmaz, zengin hâkim sınıfa itaat edecek eğitimsiz halk tercih edilir olur.  Zamanla ülkede üretilen tek kayda değer şey petrol olmaya başlar. Üretme dediysem, petrolü çıkarmak ve satmak. Çünkü petrolü işleme işi -yani işin teknik bilgi ve altyapı gerektiren kısmı- dahi gelişmiş ülke şirketlerine havale edilir. Petrol sahaları ve liman arasındaki yollar yapılıp, gerisi ihmal edilir. İktidarın ayakta durmak için halkın desteğine, ekonomik kurallara uyma ihtiyacı azalır. Bu da demokratikleşmeyi bitirir. Güçlü devletlerin ülke üzerindeki ayak oyunları büyük ölçüde artar çünkü dünyanın önceliği, petrolü uluslararası piyasalara kesintisiz olarak ve en uygun fiyata temin edecek bir yönetimi işbaşında tutmak olur. Petrol işleme tesislerini millileştirmek, ulusal bağımsızlıktan bahsetmek, sanayi ve teknolojiye çok yatırım yapmak, uluslararası alanda ittifak değiştirmek sorun olmaktan çıkıp, uluslararası krize dönüşür. Gelişmiş ve müreffeh bir ülkeden değil, bağımlı ve itaatkâr bir ülkeden petrol temin etmek herkesin çıkarına daha uygundur. Dolayısıyla, içişleriniz, güçlü devletlerin oyun sahasına dönüşür.

Şimdi haritaya bakıp, petrol zengini ülkeleri bulsak ve siyasi durumlarını, ekonomik gelişmişliklerini, insan hakları karnelerini incelesek, ne göreceğiz? Venezuela, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Irak, Kuveyt, Rusya, Libya, Nijerya gibi ülkelerin çoğunluğunu oluşturduğu bir kulüp ve onca zenginliğin içinde baskı, iç savaş ve fakirlik içinde yaşayan halklarla dolu ülkeler. Petrol zengini birkaç ülkenin sahip oldukları büyük kaynaklarla, nüfuz sahalarını genişletmek ve baskı rejimlerini meşrulaştırmak üzere cihadi ve terörist örgütleri finanse etmesi, köktendinci İslam’ın dünyada yayılması için harcama yapmasının özellikle Müslümanlara verdiği hasarın boyutu ise korkunç. Suudi Arabistan’da petrol olmasa bugün köktendinci akımlar İslam dünyasında yayılmak için kaynak bulamaz, küçük gruplarla sınırlı kalırdı. Ortadoğu bu derece petrol zengini olmasa, bölgeye yönelik uluslararası siyasi ve askerî müdahelelerin büyük oranda azalacağını tahmin etmek de zor değil. Yönetici sınıfı tarifsiz bir zenginlik içinde yüzen pek çok doğalgaz ve petrol zengini ülkenin halkları açlık ve sefalet içinde yaşıyor. Petrol ve doğalgaz paraları sürekli yurtdışına aktarılıyor. Körfez ülkelerinin petrol zenginlerinin paraları ile Londra’da dünyanın en pahalı gökdelenleri yükselirken, pahalanan evler yüzünden iyice fakirleşen Müslüman gençlere nefret aşılayan imamların maaşını kim ödüyor? Petrol zenginleri Batı ülkelerinden aldıkları özel uçaklarla Paris pastanelerinden kurabiye almak için günübirlik seyahatlere çıkarken, Paris banliyölerine hapsolmuş gençlik cihada çağrı videolarında öfkesinin ifadesini buluyor. Körfez semalarına yükselen devasa yapılar Güney Asya’dan getirilip, pasaportlarına el konulan, kimisi ücretsiz köle olarak çalıştırılan Müslüman işçilerin elleriyle inşa ediliyor. Venezuela’da Amerika ve Rusya soğuk savaş vekalet savaşlarını tekrar ediyor, halk ilaçsız ve açken. Petrol, doğalgaz, elmas madenleriyle dolu, taşı toprağı altın Angola’da bir işçi ayda 200 lira kazanıyor, ortalama yaşam süresi 40 yıl. Petrolün zenginliği kime yarıyor, laneti kimin üstüne?

Maden ve enerji rezervi zenginliği hangi ülkelerin halklarına yarıyor? Sadece Norveç ve Kanada gibi halihazırda zengin ve çeşitli sektörlerde gelişmiş ekonomisi olan, demokratik olan, barışçıl komşularla çevrili (ya da neredeyse komşusuz) ülkelere. Diğerlerine ise çok zarar veriyor. Bugün "çok zengin ve rahat" gibi gördüğünüz birkaç Körfez ülkesinde dahi zenginliğin birkaç ailede toplandığını, halkın büyük kısmının bu ailelerden aldıkları yardımla ve baskıcı sistemlere koşulsuz itaatleri karşılığında -petrol parası aktığı müddetçe- rahat ettiğini bilmemiz lazım. Bütçe bile hazırlamayacak derecede ciddiyetsiz, halkını eğitimsiz bırakmış, üretim yapmayan ve borç içinde yüzen bu devletler sınırsız gibi gelen (ancak elbette sınırlı olan) doğal kaynaklarına rağmen değil, doğal kaynak zenginlikleri yüzünden bu haldeler.

Hani masal vardır ya, her tuttuğunun altın olmasını isteyen kral dileği gerçekleştiğinde, bunun aslında bir lanet olduğunun farkına varır. Petrol ve doğalgaz da öyle bir şey. Türkiye’nin petrol zengini olmaması halk için bir talihsizlik değil, şanstır. Eğitime, sanayiye, tarıma, her alanda altyapıya yatırım yapmamız için motivasyon olabilir ve oldu da bir döneme kadar. Demokratikleşme, adil gelir dağılımına imkân tanır. Bütün gücümüzle, bütün kaynaklarımızla insana yatırım yapmalıyız. İnsana, toprağa, tohuma ve suya. Gelecek ve kurtuluş sadece onlarda.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi