‘Eski Türkiye’nin yeni sahibi!

'T.C.'nin bütün iyiliklerini reddetmiş, İttihat ve Terakki’den bu yana bütün kötülüklerini sahiplenen bir iktidar olma anlayışıyla karşı karşıyayız.

Elleri ve ayakları hastane yatağına kelepçeli olarak yaşamını yitirmişti Koçer Özdal.

Yaşı 70’e yakındı. Dört yıldır cezaevindeydi.

Yakalandığı kanser hastalığı onu ölümün eşiğine getirdiğinde ancak yattığı cezaevinden hastaneye sevk edilmişti.

Çok kısa bir süre sonra da yaşamını yitirdi Özdal.

Son nefesini verene kadar da çözmediler elindeki ve ayağındaki kelepçeyi.

Ama bu devlet insanın peşini ölünce de bırakmaz.

Muş’taki köyünde gömülecekti.

Cenazesine akrabalarının ve çok yakınlarının dışında kimsenin katılmasına izin vermediler.

Köyüne taziye çadırı kurdurmadılar.

Taziye için gelenleri köye sokmadılar.

Son olarak içinde milletvekillerinin de olduğu HDP heyeti taziye için gitmeye kalkınca "operasyon var" denilerek köyü ve çevresini "yasak bölge" ilan ettiler, köyde oturanların dışında kimsenin Özdal’ın köyüne gitmesine izin vermediler.

Dersim’in ormanları yakılıyordu. Devlet seyrediyordu.

İlk büyük yangını gönüllüler bütün yasaklamaları aşarak günler sonra söndürmeyi başardılar.

Yeniden başladı yangın.

İçinde milletvekillerinin de olduğu HDP heyeti yangının sürdüğü bölgede inceleme yapmak için yola çıkınca güvenlik güçleri önlerini kesti. "Operasyon var, gidemezsiniz" dedi.

Yurttaşlar kimliklerini gösterip geçiyordu ama milletvekilleri ilçe kaymakamının emriyle yangın bölgesine gidemiyordu.

Yangın sürüyordu.

Aynen 1990’lı yılların ilk yarısında olduğu gibi...

O zamanlar da ormanları yakarlar, haber veren gazetecileri, yangın ihbarı yapan yurttaşları "terörist" diye gözaltına alırlardı.

Belli ki AKP iktidarı büyük bir zulüm çarkını işletiyor, tıpkı faili meçhulleriyle, köy boşaltmalarıyla, gözaltında kaybetmeleriyle sabıkalı 1990’lı yılların Türkiyesi’ne geri dönüyor.

Geçtiğimiz hafta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "terör örgütlerinin sözcülüğü"yle suçladığı Cumartesi Anneleri’nin üzerine emrindeki güvenlik güçlerini saldırtmıştı.

Saldırttığı aileler arasında 12 Eylül faşist cuntası döneminde gözaltında kaybettirilen ve bugüne kadar kemikleri bulunmayan, bir mezarı bile olmayan Cemil Kırbayır’ın, Hayrettin Eren’in de aileleri vardı.

Demek ki, bu iktidar sadece 1990’lı yılların değil, 12 Eylül döneminin de mirasçısı olma hevesindeydi.

Bununla kalsa iyi, gözünü daha vahşi dönemlere de dikmiş AKP iktidarı.

Cumartesi Anneleri’ne polis saldırırken Hrant Dink’in oğlu Arat’ın gözaltına alınacak özel bir hedef olarak seçilmesi başka bir olgunun işareti.

Yani sadece 1990’lı yılların, 12 Eylül’ün mirasçılığını değil, Ermeni soykırımını gerçekleştirilen İttihat ve Terakki’ye "yolunuz yolumuzdur" diyor adeta.

Cumartesi Anneleri’ne geçtiğimiz hafta saldırı olunca bir değerlendirme yapmıştık.

İki seçenek vardı.

Birincisi buluşmanın 700. haftası nedeniyle büyük bir kalabalığın toplanmasından korktular. Bu haftaya mahsus olmak üzere daha insanlar bir araya gelmeden olası bir büyük kalabalığın toplanmasını engellediler. Eğer sadece bu haftaya mahsus bir engellemeyse olayı böyle değerlendirmek gerekir.

İkinci ihtimal çok daha vahim. Eğer bundan sonra Cumartesi Anneleri’nin buluşması sürekli olarak engellenirse, Galatasaray, her cumartesi 1 Mayıs’ın Taksim’ine çevrilirse bu işin arkasında daha büyük bir hesap, Türkiye’nin geleceğinde daha da koyu bir karanlık var demektir. Demek ki bundan sonra yeni kayıplara, faili meçhullere hazırlanıyorlar. Kimsenin bunun hesabını sormasını istemiyorlar.

Görünen o ki, ne yazık ki ikinci şıkkın uygulanacağı giderek belirginleşiyor.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik önceki gün partisinin MYK topantısından sonra açıkladı. Galatasaray Alanı bundan sonra Cumartesi Anneleri’ne kapatılıyormuş.

Eğer idarenin böyle bir tasarrufu olacaksa bunu hükümet sözcüsü, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ya da İçişleri Bakanlığı açıklar.

Galatasaray Alanı’nın Cumartesi Anneleri’ne kapatılacağını açıklamak AKP Sözcüsü’nün işi değildir.

Ancak mesele bu noktaya geldiyse karşımızda daha uzun erimli bir plan var demektir.

Yani "Yeni Türkiye" diye diye eski Türkiye’nin yolunu ardına kadar açma hevesinde olduklarını ele vermişlerdir.

Hani hep Erdoğan "Tek devlet, tek millet" diye tekliye tekliye gidiyordu ya...

İşte o tamamiyle gerçek oldu; artık eski Türkiye, "Yeni Türkiye" diye bir şey yok, eskisiyle, yenisiyle artık "tek Türkiye" var.

Sonuç olarak bildiğin eski Türkiye bu. Ama bir farkla.

Şimdiki iktidar "T.C."nin bütün olumlu yanlarını traşladı, tarihteki bütün olumsuzluklarıyla "eski-püskü" bir Türkiye yarattı.

"T.C."nin bütün iyiliklerini reddetmiş, İttihat ve Terakki’den bu yana bütün kötülüklerini sahiplenen bir iktidar olma anlayışıyla karşı karşıyayız.

AKP, o çok heves ettiği "Yeni Türkiye"yi kuramadı ama eski Türkiye’nin yeni sahibi oldu.

Şimdi bir de flörtöz bir oynaşmayla Avrupa Birliği’nin kapısına gidiyorlar.

Aman ha giderken yanınıza idam cezasını geri getiren yasa teklifini almayı unutmayın. Yoksa sizi AB’nin kapısından içeri sokmazlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi