Bittabi HDP, bittabi Demirtaş…

Yıllarca birlikte kavga vermekten onur duyduğum 68'lilerin çağrısını bir kez daha paylaşıyorum: 'Biz 68'lilerin adayı Selahattin Demirtaş'tır!'

Televizyon ekranında ve sosyal medya sayfalarında Hollywood prodüksiyonlarına taş çıkartacak Trump-Kim görüntülerini izlerken ister istemez belleğim beni birden 68 yıl öncesinde lise öğrencisi olduğum günlere götürdü.

Ankara'da bunaltıcı Temmuz ayının sonlarıydı... Denizciler Caddesi’nde dalgın dalgın yürürken bir yakın akrabamızın yetişkin oğlu koşa koşa gelip boynuma sarılmıştı:

"Haberin var mı? Kore’ye asker yolluyoruz. Hükümetten karar çıktı!"

Bunda sevinecek ne var gibilerden şaşkın yüzüne baktığımı görünce eklemişti: "Anlayamadın mı? Bugün Türk Milleti olarak büyük bir utançtan kurtuluyoruz. İkinci Dünya Savaşı’na girip Mehmetçik’in kahramanlığını yedi düvele gösteremedik. Nihayet şan ve zafer günleri geldi!"

Evet, iktidara yeni gelmiş olan Demokrat Parti, 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden beri CHP iktidarı tarafından ABD emperyalizminin uydusu haline getirilmiş olan Türkiye'nin bağımlılığını NATO İttifakı'na katılarak daha da pekiştirmek için tüm olanakları denemekteydi.

BM Güvenlik Konseyi'nin 27 Haziran 1950'de aldığı bir kararla tüm üye devletleri Kuzey Kore ile savaş halindeki Güney Kore'ye yardıma çağırmasını fırsat bilen DP Hükümeti TBMM'ye danışmaya dahi gerek duymadan 25 Temmuz 1950'de Kore'ye 4500 kişilik bir tugay gönderme kararı almıştı.

Karar duyulur duyulmaz her yanı büyük bir coşku ve sevinç kaplamış, gazeteler mehmetçiğin müstakbel zaferleri üzerine şimdiden spekülasyonlara başlamıştı.

Ana muhalefet partisi konumuna düşmüş olan CHP bu kararın özüne karşı çıkmıyor, konunun Meclis'te tartışılmamış olmasını eleştiriyordu. CHP'nin usule ilişkin bu itirazını DP yöneticilerinin "milli çıkarlara ihanet" olarak nitelemesi karşısında savunmaya geçen CHP'nin gazetesi Ulus 3 Aralık 1950 tarihli sayısında şunları yazacaktı:

"Kore’den gelen son haberleri gözler yaşarmadan okumak kabil değildir. Kore’de vazifelerini yapan, Türk vatanının ve insanlığın selamet ve şerefi için çarpışan Mehmetler bütün cihanın karşısında yüzümüzü ağartıyorlar, Türk’ün haysiyet ve itibarını yükseltiyorlar. Sağol, Mehmetçik, sen daima ecdadına layık bir arslan olarak yer yüzünün necip, temiz ve yüksek bir insanı şöhretini muhafaza edeceksin. Beklenen şudur: Kore’de ve Çin’de ezilecek düşman, Türkiye’ye taarruza geçecek düşmanın kuvvetinden eksilmiş olacaktır. Kore’de muzaffer olacak Birleşmiş Milletler Ordusu, Türk vatanının istilasını önleyecektir. Buna rağmen; Türkiye taarruza uğradığı takdirde, bugün Türk'ün Kore’deki silah kardeşleri, Amerikalılar, İngilizler vesair Birleşmiş Milletler kuvvetleri hep birden Türk topraklarından Kızılları imhaya koşacaklardır."

CHP kafası bu! Zaten Türkiye'nin NATO'ya katılımı girişimini ilk başlatan da CHP değil miydi? Türk Ordusu'nın eğitimini ve yapılanmasını tamamen Pentagon'a emanet eden CHP iktidarı alaşağı olacağı 14 Mayıs 1950 seçimlerine üç gün kala, 11 Mayıs 1950'de, Türkiye'nin NATO üyeliğine kabul edilmesi için başvurmamış mıydı?

Kore'ye tugay gönderilmesinden kısa bir süre sonra TC Hükümeti Ağustos 1950'de NATO'ya üye olma istemini  yenileyecek, bu istem 1951 Eylül'ünde NATO tarafından kabul edilecek, 18 Şubat 1952’de TBMM, CHP'nin de desteğiyle, NATO anlaşmasını onaylayacak ve Türkiye resmen NATO üyesi olacaktı.

CHP'nin NATO'ya katılım konusundaki desteğini, partinin grup sözcüsü Faik Ahmet Barutçu TBMM'de yaptığı konuşmada şu sözlerle ifade edecekti:

"Atlantik Paktı'na alınmaklığımız, yani Birleşik Amerika dahil olarak Batı Avrupa devletleriyle birleşmek meselesi öteden beri iltizam ettiğimiz esaslı politikadır. Bunun için Batı Avrupa Konseyi'ne girdik ve bunun için 1947’den beri Birleşik Amerika ile yakın işbirliği halindeyiz... Bir tecavüz ve taaruza uğradığımız zaman memleketimizin coğrafi stratejik durumu bizi yalnız başımıza hususi buhranlara maruz bırakabilir... Türkiye Avrupa’nın sağ kanadını teşkil etmek itibariyle diğer akid devletlerle tam bir müsavat kaidesi üzerinde siyasi ve askeri manada eşit şartlarda Atlantik Paktı'na girmek hakkına sahip olacak mevkidedir ve kudrettedir..."

Bizim 50, 60 ve de 70 kuşakları bu NATO belasından az çekmedi.

Daha önce de yazmıştım… Menderes diktasına karşı özgürlük vaadleriyle darbe yapıp iktidara el koyan Atatürkçü subaylar 27 Mayıs sabahı Türkiye radyolarından Alparslan Türkeş'in sesiyle NATO ve CENTO'ya bağlılık yeminleri ediyordu. Ülke yönetimini AP ile koalisyon yaparak 1961'de askerlerden devralan İnönü liderliğindeki CHP ise geçmişine sadık kalarak ABD ve NATO yanlısı politikasını sürdürecekti.

Buna karşılık, ABD emperyalizmi ve NATO karşıtlığı, ancak sendikacıların kurduğu, sosyalist aydınların ve de Kürt direnişçilerinin de katılımıyla güçlenen Türkiye İşçi Partisi'nin ülke siyasal yaşamına damgasını vurmasından, medyada, sivil toplum örgütlenmelerinde buna paralel sesler yükselmesinden sonradır ki ülke siyasal gündeminde hakettiği yeri alabildi.

Anti-emperyalist direnişte bir diğer önemli sıçrama da hiç kuşkusuz gençliğin 68 direnişiydi.

Evet, bu hafta Türkiye'deki 68 direnişinin başlangıcının 50. Yıldönümü… Deniz'lerin, Mahir'lerin, Harun'ların, İbrahim'lerin başını çektiği bu direnişin ana hedeflerinden birisi mevcut kokuşmuş sömürü düzeniyse, bir diğeri de bu düzeni Türkiye'ye dayatan ABD emperyalizmi ve NATO idi.

Bir ay kadar sonraydı… 18 Temmuz 1968… Demirel'in polisleri, Akdeniz'de hiçbir limana giremeyen Amerikan 6. Filosu'nun İstanbul'a gelişini protesto eden devrimci gençleri sindirmek için bir gece yarısı Gümüşsuyu'ndaki Teknik Universite'yi basarak Vedat Demircioğlu'nu katlettiler.

Anti-ABD ve anti-NATO direnişin doruk noktalarından biri de 28 Kasım 1968'de Vietnam kasabı ABD Büyükelçisi Komer'in Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ni ziyareti sırasında arabasının ateşe verilmesi, bunu başta İstanbul olmak üzere diğer kentlerdeki protesto gösterilerinin izlemesiydi...

68 direnişi sendikacılarla devrimci gençler arasında bir diyalogun da başlangıcıydı… Öğrenci hareketi artık "Ordu-Gençlik elele"'yi aşmaya yöneliyordu.

Sarı sendikacılık oyunlarına karşı işçiler İstanbul'da Derby Lastik fabrikasını işgal ettiğinde İstanbul Teknik Üniversitesi İşgal Konseyi oradaydı. Harun Karadeniz işçilere sesleniyordu:

"Bu halkın evlatları olan bizler, halka dönük düzeni kurana dek çalışacağız. Bugün burada sizin yanınızdayız. Gerektiğinde yine geleceğiz ve her hareketinizde sizinle beraber olacağız!"

Bu gelişmelerden iktidardaki AP iktidarı ve faşist MHP kadar ana muhalefet partisi CHP de son derece rahatsızdı. Anti-emperyalist gösterilen yoğunlaşması üzerine CHP lideri İnönü Ocak 1969'da "Dış politikada, türlü ihtimaller içinde politikamızı tesbit etmişizdir… NATO'da kalacağız" fetvası vererek Demirel iktidarını destekliyordu.

Kanlı Pazar! 16 Şubat 1969… ABD 6. Filosu'nun İstanbul'u yeniden ziyaretine karşı işçilerin ve gençlerin örgütlediği protesto yürüyüşüne karşı alçakça komplo… Başta Beyazıt Camii olmak üzere birçok camide cihad namazları kılınıyor, Dolmabahçe Camii'nin önünde de Boğaz'a demirlemiş 6. Filo'yu kıble seçerek cihad namazına duruluyor… Yürüyüş korteji Taksim Meydanı'na girerken gezide bekletilen sopalı, silahlı saldırganlar, toplum polislerinin açtığı geçitten yararlanarak birdenbire "Allahu Ekber", "La ilahe illallah", "Komüniste, gavura ölüm" naralarıyla göstericilerin üzerine saldırıyor… İki ölü, onlarca yaralı…

Ama tüm bu saldırılar devrimci gençliği de, işçi sınıfını da sindirmiyor.… 1970 yılında Singer, Sungurlar, Gamak, Haymak ve Demir-Döküm gibi sanayi birimlerinde işçiler patronların dayatmalarına karşı ardarda greve gidiyor… Özellikle sanayi sektöründeki işçiler Türk İş’in işbirlikçiliği ve ihaneti karşısında hızla Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) saflarına katılıyor…

İktidardaki AP de, muhalefetteki CHP de gelişmelerden son derece rahatsız.

Demirel Hükümeti işverenlerin dayatmasıyla sendikal örgütlenmeye sınırlamalar getiren ve DİSK’i yoketmeyi amaçlayan 1317 sayılı kanunu Meclis’e getiriyor. Millet Meclisi’nde Türkiye İşçi Partisi dışındaki tüm partilerin işbirliğiyle kabul edilen yasa 11 Haziran 1970 günü Senato’dan da geçiyor ve bundan sonradır ki kıyamet kopuyor.

"Ortanın solu"nda olduğunu ilan ederek Türkiye İşçi Partisi ile DİSK'e karşı sürekli tavır koyan İnönü-Ecevit liderliğindeki CHP'nin de paylaştığı bu ihanet karşısında DİSK bünyesindeki Maden-İş, Lastik-İş ve Kimya-İş 15 Haziran 1970 günü haklı olarak İstanbul’un sanayi mahallelerinde protesto yürüyüşleri başlatıyor.

Tarihsel 15-16 Haziran 1970, kapitalist sınıfın, onun işbirlikçisi sarı sendikaların ve savunucusu siyasal partilerin  DİSK’i yoketmek için birlikte düzenledikleri komplolara karşı haklı bir direniş…

Hemen ardından direnişçi işçilerin ve gençlerin tutuklanması, işkenceden geçirilmesi, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanması… 1971 Darbesi'nin ayak sesleri…

Tüm bunları neden anımsatıyorum?

24 Haziran günü Türkiye'nin, Türkiye halklarının ve de dünyadaki Türkiye diyasporalarının geleceğini belirleyecek bir seçim yaşanacak.

Oy kullanma hakkım olmasa da 70 yıla yakın süredir siyaset sahnesinde yaşanmış olanları, özellikle de CHP'nin tüm bu süreçte oynadığı ikili oyunları göz önünde tutarak demokrasiden, özgürlüklerden, insan onurundan yana olanların Türkiye halklarının umut partisi HDP'ye oy vermesini diliyorum.

Cumhurbaşkanı seçimine gelince… Birinci turda oy verilmesi gereken tek aday, demokrasi mücadelesinde bugüne dek hiç taviz vermemiş, CHP'nin de ortak olduğu bir komployla dokunulmazlığı kaldırılarak hapsedilmiş, özgürce konuşma, kampanya yürütme, kitlelerle buluşma olanağından yoksun bırakılmış olan Selahattin Demirtaş'tır.

Bu satırları yazarken ekrana düşen son bir haber, onun bu desteği ne denli hakettiğini bir kez daha ortaya koyuyor. "Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunarak 'tedbiren tahliye'sini isteyen HDP'nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın talebi reddedildi."

Yıllarca birlikte kavga vermekten onur duyduğum 68'lilerin çağrısını bir kez daha paylaşıyorum: "Biz 68'lilerin adayı Selahattin Demirtaş'tır!"

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi