Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

İslamofobi… İslamofobi… Ya senin fobilerin?

Türk Devleti’nin Armenofobi, Assirofobi, Grekofobi, Kürdofobi, velhasıl Yahudiler de dahil tüm Türk ve Müslüman olmayan halklara karşı Zenofobi’den kaynaklanan terörü unutulmasın.

Yeni Zelanda’da bir beyaz ırkçının iki camide yaptığı cankırımı yeryüzünde akıldan ve vicdandan nasibi olan herkes tarafından kınandı, ülkenin kadın başbakanı dayanışmasını belirlemek için başını örttü, meclisinde Kuran okundu… Benzeri saldırıların önlenmesi için ciddi tedbirler alınıyor, ABD’de bir türlü gerçekleşemeyen silah taşıma sınırlandırması bu ülkede derhal uygulamaya geçiriliyor.

Fırsat bu fırsat, islam ülkelerinin başına çöreklenmiş müstebitler ve onların batı ülkelerinde borazanlığını yapan kurumlar kendilerini eleştirilerden korumak için, "en iyi savunma saldırıdır" misali, Avrupa Birliği’ni ve ona üye ülkeleri islamofobiye karşı savaşa çağırıyor.

Yıllardır yedi düvele meydan okuyarak sünni islamın dünya liderliğine oynayan Tayyip Erdoğan hiç geride kalır mı? Yaklaşan yerel seçimlerde büyük oy kaybına uğrayacağı korkusu içinde hemen devreye girip islamofobiye karşı savaşın başkumandanı gibi fetvalar veriyor. Christchurch katilinin internete koyduğu "Türklerin Avrupa'dan sürülmesi, Erdoğan'ın öldürülmesi, Ayasofya’daki minarelerin yıkılması" çağrılarını da içeren manifestoyu da Batılı güçlerin hazırlayıp eline tutuşturduğunu söyleyebilecek kadar ölçüyü kaçırıyor.

Yeni Zelanda’daki silahlı saldırının benzerleri ABD’de yıllardır müslümanlara karşı değil, sıradan vatandaşlara, okul öğrencilerine karşı işlenmeye devam ediyor. Sadece geçtiğimiz yıl ABD’nin Santa Fe, Pittsburg, Thousand Oaks, Stoneman kentlerinde silahlı saldırılarda ölenlerin sayısı 50’yi buluyor.

Ya İslamcı terör gruplarının dünyanın dört bir yanında arka arkaya işledikleri toplu cankırımları? Wikipedia’nın yayınladığı ayrıntılı listeye göre sadece geçtiğimiz 2018 yılında Afganistan, Avustralya, Belçika, Burkina Faso, Endonezya, Fas, Fransa, Hollanda, Irak, İran, Libya, Mısır, Nijerya, Pakistan, Rusya, Somali, Tacikistan ve Ürdün’de gerçekleştirilen 27 islami terör saldırısında 864 kişi yaşamını yitirmiş bulunuyor.

Bunlar unutulmuş, varsa yoksa Christchurch…

Yıllarca Suudi gericiliğinin Avrupa üssünü Brüksel’de barındıran, ülkedeki Türk ve Faslı müslüman göçmenlerin ibadet ve dinsel eğitim hizmetlerini Ankara ve Rabat rejimlerinin emrindeki kurum ve kişilere emanet eden, başta Suudi Arabistan ve emirlikler olmak üzere Müslüman ülkelerle silah ticaretine varıncaya kadar çok kârlı ekonomik ilişkiler içinde olan Belçika’da da "islamofobiye karşı mücadele"nin birden ön plana çıkmış olması hiç de şaşırtıcı değil.

Belçika’daki 40 yılı aşan sürgünüm süresince sadece Türkiye’deki baskıcı yönetimlere karşı mücadelede değil, aynı zamanda ve diğer Avrupa ülkelerinde yabancı düşmanlığına karşı birçok girişimde de yer aldım. Irkçılığa, Antisemitizme ve Yabancı Düşmanlığına Karşı Hareket (MRAX)’ta militanlık yaptım. Kavgamız, Türkiye ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelmiş olan müslüman göçmenlerin de Belçika toplumunda eşit haklara, özellikle de seçme ve seçilme hakkına sahip olması içindi.

Bu, köken, dil ve din ayrımı olmaksızın yabancı düşmanlığının her türlüsüne karşı ortak bir mücadeleydi. Bu kapsamlı mücadele bugün ne yazık ki sadece islamofobiyle, yani islam düşmanlığıyla mücadeleye indirgenmiş durumda.

İslamcıların farklı dinden olanlara karşı dışlayıcı tavrı, hatta düşmanlığı nerdeyse görmezden geliniyor.

Oysa acı gerçekler öyle kolay kolay örtbas edilebilecek gibi değil. Tayyip’in güdümündeki kuruluşlar Yeni Zelanda olayından sonra Belçika makamlarını islamofobiye karşı yeterince mücadele vermemekle suçlarken, ülke halkı çok yakın bir geçmişte islami terörün gerçekleştirdiği bir kan banyosunun kurbanlarını anma törenlerinde gözyaşı döküyordu. Üç yıl önce, 22 Mart 2016’da, İslamcı teröristler Brüksel Havaalanı’nda ve Maelbeek metro istasyonunda bombalı saldırı yaparak 33 kişiyi katledip 250 kişiyi yaralamışlar, bunun sonucunda Avrupa başkentinin dünya ile havayolları bağlantısı uzun süre aksamıştı.

Bu anma törenlerinden iki hafta önce de, 24 Mayıs 2014’te Brüksel’deki Yahudi Müzesi’ni basarak dört kişiyi katleden Cezayir kökenli islam teröristi ağır ceza mahkemesinde jüri tarafından suçu sabit bulunarak müebbet hapse mahkûm edilmişti.

İslamcı terörün, hem de Tayyip yönetiminden aldığı destekle Suriye’yi yıllarca nasıl bir harabeye çevirdiği de Christchurch katliamından sonra nerdeyse unutulur oldu. Öyle ki, terörist IŞİD’i sadece Rojava’dan değil, ülkenin hemen hemen yarısından yiğitçe mücadele vererek temizleyen Kürt halkı bugün nerdeyse yalnız bırakıldı, İslamcı Erdoğan’ın bir yandan Türk Ordusu’nu, diğer yandan Suriye’deki diğer İslamcı grupları kullanarak yürütmeyi planladığı yeni bir islami terör tehdidiyle karşı karşıya…

İslamofobi… İslamofobi… Ya diğer fobiler?

Günümüzde Erdoğan’ın yönettiği cumhuriyet başından beri bir sürü fobiler icad ederek Türk işgalinden asırlarca önce Anadolu’da varolmuş, uygarlıklar kurmuş halklara karşı yok etme mücadelesi vermedi mi?

Değerli tarihçimiz Ayşe Hür, 7 Eylül 2014 tarihli Radikal gazetesinde Türk Devleti’nin Armenofobi, Grekofobi, Assirofobi, Kürdofobi, velhasıl Yahudiler de dahil tüm Türk ve Müslüman olmayan halklara karşı Zenofobi (Xenophobia)’dan kaynaklanan terör bilançosunu çok iyi ortaya koymuştu. Yerimin sınırlılığı nedeniyle bu olayların bir kısmını burada paylaşıyorum. Tamamına dipnottaki link’ten erişilebilir.*

16 Mart 1923'te Mustafa Kemal, Adana Türk Ocağı Esnaf Cemiyeti'nin çayında Adanalı esnaflara şöyle seslendi: "Arkadaşlarımız söylevlerinde demişlerdir ki, Adana'mıza hâkim olan diğer unsurlar, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir durum almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleket sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk'tü, o halde Türk'tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır…"

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın bir parçası olan ve ondan 6 ay önce imzalanan Türk ve Rum Nüfus Değişimine İlişkin Sözleşme ve Protokolü’ne göre, Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukları (190 bin kadardı) zorunlu değişime (mübadele) tabi tutuldu.

4 Mayıs 1924’te Mustafa Kemal, New York Herald gazetesine şu beyanatı verdi: "Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri patrikhaneleri ile Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır..."

22 Nisan 1926’da, ticari yazışmalarda sadece Türkçe kullanılmasını mecburi kılan kanundan sonra idari kadrolarda çalışan ve Türkçe yazı diline hâkim olmayan gayrimüslimler işten çıkarılmaya başlandı.

17 Ağustos 1927’de Elza Niyego adlı 22 yaşındaki Yahudi kızı, kendisine âşık olan ve uzun süredir taciz eden evli ve torun Osman Ratıp Bey tarafından öldürüldü. 18 Ağustos’taki cenaze töreninde "adalet istiyoruz" diye haykırılması, gazetelerde yoğun bir Yahudi düşmanı kampanyanın başlatılmasına neden oldu. Ayrıca bazı Yahudiler ‘Türklüğe hakaret ettikleri’ gerekçesiyle mahkemeye verildiler, hapis cezası aldılar.

13 Ocak 1928’de Darülfünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin yıllık kongresinde tarihe "Vatandaş Türkçe Konuş!" sloganıyla geçen azınlıkları Türkçe konuşmaya mecbur eden kampanya başlatıldı.

10 Temmuz 1929’da "milliyetçi bir Türk öğrenci grubu" Rum Xpovıka gazetesinin basımevini tahrip etti. Tahrip edenler değil, gazetenin sahibesi tutuklandı ve gazete hakkında Türklüğü tahkir suçlaması ile dava açıldı. Gazete kısa süre sonra kapatıldı.

18 Eylül 1930’da, Adalet Vekili Mahmut Esat Bozkurt, Ödemiş Yaylası’nda "Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır" şeklindeki ünlü vecizesini söyledi.

Kasım 1932’de İzmirli her Yahudi’ye "Türk kültürünü benimsemeye ve Türk diliyle konuşmaya" söz veren birer taahhütname imzalatıldı. İzmir Yahudilerini Bursa, Kırklareli, Edirne, Adana, Diyarbakır, Ankara Yahudileri izledi. Gazetelerde, gruplar halinde ihtida eden Yahudi (ve Ermeni) kızlarının haberleri çıkıyordu.

25 Şubat 1933 günü Darülfünun ve Milli Türk Talebe Birliği öğrencileri, ceplerine irili ufaklı taşlar, ellerinde Türk bayrakları, dillerinde "vatandaş Türkçe konuş!" sloganlarıyla Vagon-Li Şirketi'nin Karaköy bürosunu tahrip ettiler.

14 Haziran 1934’te ülkeyi "Türk kültüründen olan ve Türkçe konuşanlar" (has Türkler), "Türk kültüründen olan ve Türkçe konuşmayanlar" (Kürtler) ve "Türk kültüründen olmayan ve Türkçe konuşmayanlar" (gayrimüslimler ve diğerleri) olarak üçe bölen İskân Kanunu kabul edildi.

ustos 1938’de, hükümet "Tebaası oldukları devlet arazisinde yaşama ve seyahat bakımından baskılara tabi tutulan Musevilerin bugünkü dinleri ne olursa olsun Türkiye’ye girmeleri ve ikametleri yasaktır" diyen 2/9498 numaralı kararnameyi çıkardı.

1938-1939’da, yaklaşan savaşta milli güvenliği tehdit edecekleri gerekçesiyle, Anadolu’nun kırsal bölgelerinde yaşayan gayrimüslimler büyük şehir merkezlerine nakledildiler. Büyük şehirlerin yaşam koşullarına ayak uyduramayanlar ülkeden göç etmek zorunda kaldı.

8 Ağustos 1939’da Avrupa’nın çeşitli yerlerinden topladığı 860 Yahudi mülteciyi Filistin’e taşırken, yolda karşılaştığı bazı sorunlar yüzünden İzmir’e sığınmak zorunda kalan Parita gemisi, yolcuların "Bizi öldürün ama geri göndermeyin" haykırışlarına rağmen 14 Ağustos’ta iki polis motorunun refakatinde limandan çıkarıldı. Gemi çıkarılırken yarı resmi Ulus gazetesi "Serseri Yahudiler İzmir’den gitti" diye başlık atmıştı.

12 Aralık 1940’ta Romanya’nın Köstence limanından aldığı 342 Yahudi mülteci ile İstanbul’a varan ‘yüzen tabut’ namlı Salvador’un (aslında 40 kişilik bir tekneydi) bir mil bile gidecek hali olmadığı açık olduğu halde Türk makamları, gemiyi yoluna devam etmesi için zorladı. Sonuç hazindi: 13 Aralık günü Silivri açıklarına şiddetli fırtınaya yakalanan Salvador’un parçalarından tam 219 ölü toplandı.

15 Aralık 1941’de Köstence limanından aldığı 769 Romen Yahudisini Nazi zulmünden kaçırıp Filistin’e götürmek isteyen Struma gemisi İstanbul’a geldi. Türkiye’nin izin vermemesi yüzünden 2,5 ay Sarayburnu açıklarında hastalıkla ve ölümle pençeleştikten sonra geminin çıpası kesildi, dev bir kılavuz gemisine bağlanarak Karadeniz’e çekildi. Struma, 23 mil açıkta, motorsuz, yakıtsız, yiyeceksiz, susuz, ilaçsız kaderine terk edildi. 24 Şubat 1942 günü, saat 02.00’de bir Sovyet denizaltısı tarafından batırıldı. Faciadan sadece bir kişi kurtuldu.

11 Kasım 1942’de, Şükrü Saracoğlu Hükümeti, savaş sırasında ortaya çıkan mali sorunları aşmak gerekçesiyle Varlık Vergisi’ni çıkardı. Vergi mükelleflerinin yüzde 87’si gayrimüslimdi. Ermeni tüccarlar kapital güçlerinin yüzde 232’si, Yahudi tüccarlar, yüzde 179’u, Rum tüccarlar yüzde 156’sı, Müslüman-Türk tüccarların ise sadece yüzde 4,94’ü oranında vergilendirilmişlerdi. Vergilerini ödeyemeyenler Aşkale, Sivrihisar, Karanlıkdere kamplarına gönderildiler. Mart 1944’e kadar süren ‘Varlık Vergisi Faciası’ sırasında kimi malını, kimi canını, kimi onurunu, kimi Türkiye’ye inancını yitirdi.

Ocak-Şubat 1943’te 1915 Ermeni Soykırımı’nın asli faili Talat Paşa’nın kemikleri üzerinde gamalı haç bulunan bir trenle Türkiye’ye getirilerek askerî törenle Abide-i Hürriyet Anıtı’nın 50 metre yakınına defnedildi.

1946’da, CHP’nin 9. Bürosu tarafından yayımlanan ‘Azınlık Raporu’nda "İstanbul’da özellikle Rumlara karşı ciddi tedbirler almalıyız. Bu anlamda söylenecek tek bir cümle var: İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüne kadar bu şehirde tek bir Rum bile kalmamalıdır" deniyordu.

30/31 Ocak 1947’de Urfa’nın Kendirli mahallesinde yaşayan yedi kişilik Yahudi ailesinin tüm fertleri katledilmiş olarak bulundu. Cinayetten Urfalı Yahudi cemaati sorumlu tutuldu ve şehirdeki tüm Yahudi erkekleri tutuklandı. Urfalılar dava boyunca Yahudilere boykot uyguladılar. Üç yıl sonra tutuklanan tüm Yahudiler salıverildi ancak Urfa’nın Yahudileri de şehirden uzaklaşmak zorunda kaldılar.

1948’de, Yahudiler yeni kurulan İsrail’e, Ermeniler ise Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne göç etmeye kalkınca, yıllardın onları kaçırtmak için her şeyi yapan devlet ve devlet güdümlü basın bu sefer de göçmek isteyenleri ‘hain’ gösteren yayınlara başladılar.

6-7 Eylül 1955 günlerinde, Kıbrıs’la ilgili olarak Londra’da toplanacak üçlü konferansta Türkiye’nin "elini güçlendirmek" için ağırlıklı olarak İstanbul Rumlarına yönelik büyük bir yağma harekâtı örgütlendi. Ancak olaylar İzmir, Adana, Trabzon gibi merkezlere de yayıldı ve sadece Rumlar değil Ermeniler ve Yahudiler de saldırılardan nasiplerini aldılar. Kimi kaynaklara göre üç, kimine göre 11 kişi öldü, yaklaşık 300 kişi yaralandı, yüzlerce kadına tecavüz edildi. Resmî rakamlara göre 5.300’ü aşkın, gayrı resmî rakamlara göre yedi bine yakın bina saldırıya uğradı. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin bir milyar liraydı.

1964’te, 1923 tarihli Mübadele Antlaşması’nın aksayan yanlarını düzeltmek üzere 1930 yılında imzalanan ‘Dostluk Antlaşması’ Türkiye tarafından tek taraflı olarak iptal edildi. Türkiye'deki Yunan uyrukluların tapu müdürlüklerindeki işlemlerini durduruldu, ardından da bankalardaki paralarını bloke edildi. Türkiye’de doğup büyümüş, burada ticaret yapan, esnaflık yapan, emekçilik yapan Yunanistan vatandaşı Rumlar sınırdışı edildiler.

1974’te, İstanbul’daki Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Yönetim Kurulu ile Hazine arasındaki bir dava nedeniyle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun verdiği bir kararda, Türkiye’deki gayrimüslim vatandaşlar ‘Türk olmayanlar’ olarak değerlendirildi. Ardından, 1936 Beyannamesi denilen eski bir belgede adı geçmeyen tüm gayrimüslim mülklerine devlet el koydu.

6 Eylül 1986 günü İstanbul Galata’daki Neve Şalom Sinagogu’na Filistinli Abu Nidal Örgütü’ne bağlı teröristler tarafından yapılan bombalı ve makineli tüfekli saldırısında 22 kişi öldü ancak olay büyük tepki yaratmadı, çünkü Filistin davasına kamuoyunda büyük sempati vardı.

1985-1990 arasında PKK’ya karşı korucu olmayı reddettikleri için topraklarına el konularak yerlerinden edilen Ezidiler kitlesel olarak Batı ülkelerine göç etmek zorunda kaldı.

15 Kasım 2003’te Şişli’deki Beth İsrail Sinagogu ile Galata’daki Neve Şalom Sinagogu’na iki Müslüman Türk teröristi tarafından intihar saldırısı yapıldı, eylemciler de dâhil 25 kişi öldü, 300’den fazla kişi yaralandı. Gazetelerde, televizyonlarda, eylemciler değil, "sinagogu oraya kurarak Türkleri tehlikeye atan Yahudiler" suçlandı, sinagogda ajanların saklandığı iddia edilerek, baskınlar adeta meşrulaştırıldı.

Şubat 2005’te, Adolf Hitler’in Kavgam kitabı tam 13 yayınevi tarafından yüz bini aşkın sayıda basıldı. 1934’ten beri 50’ye yakın baskısı yapılan kitap MHP’nin ve Genç Parti’nin tabanı için bir nevi ‘el kitabı’ haline gelmişti. Yılın diğer best-seller’i Siyon Protokolleri adlı Yahudi düşmanı düzmece kitaptı. Bu kitap da Cumhuriyet tarihi boyunca 100’den fazla baskı yapmıştı.

5 Şubat 2006, Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro 16 yaşında bir genç tarafından öldürüldü.

19 Ocak 2007’de, AGOS’un başyazarı Hrant Dink öldürüldü. Yıllarca süren yargılamalar, insan hakları eylemcilerinin ısrarlı takibi sayesinde sadece görünürdeki faillerin az da olsa hapisle cezalandırılmasıyla biterken, devlet, ‘asli failleri’ sakladı, korudu, övdü, terfi ettirdi.

18 Nisan 2007'de Malatya’da yedi ‘milliyetçi’ genç Hıristiyanlıkla ilgili yayın yapan Zirve Yayınevi’ni basarak üç büro çalışanını vahşice öldürdü. Mahkemeye sunulan 32 klasörden sadece 7-8’i cinayetle ilgili olup, geri kalanlar misyonerlik faaliyetlerine odaklanmıştı. O günlerde toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun ilk maddesi ‘misyonerlik faaliyetlerinin yarattığı tehlikeler’ idi. Bu tür haberlerden etkilenen bir genç İzmir’de bir rahibi yaraladı, Antalya’da benzer bir olayın olması ise son anda önlendi.

(10 Kasım 2007… Benim bir eklemem: Brüksel’deki Türkiye Büyükelçiliği'nde yaptığı bir konuşmada AKP’li savunma bakanı Vecdi Gönül, Atatürk’ün bugün fazla hatırlanmayan, ama çok önemli bir adımının, Türkiye -Yunanistan nüfus mübadelesi olduğunu belirterek şöyle diyordu: "Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi" diye soruyordu.)

5 Şubat 2009 günü AKP Ankara İl Başkanlığı’nın internet sitesinde "Hitler’in Yahudileri fırınladığı, kalabalık kitleler halinde öldürdüğü iddiaları da tarihî gerçeklere uymamaktadır... Öldürülenler de diğerlerinin Filistin topraklarına göç etmelerinin sağlanması için öldürülmüşlerdir..." yazdığı görüldü. Tepkiler üzerine yazı bir süre sonra kaldırıldı.

27 Haziran 2013 tarihinde bir Ermeni anaokuluna çocuğunu kaydetmek isteyen veliyle ilgili olarak Şişli Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yazdığı bir yazı sayesinde, 1923 yılından bu yana ‘vukuatlı’ nüfus kayıtlarında gizli soy kodunun yer aldığı, bu bağlamda Ermeni vatandaşların soy kodunun 2 olduğu anlaşıldı, ancak bu haber de ciddi tartışmalara neden olmadan unutuldu gitti.

Yıl 2014, İsrail’in Gazze’ye yönelik haksız ve sert saldırılarını bahane eden çevreler, Yahudi düşmanlığına devam ediyor. Taze Cumhurbaşkanı Erdoğan "Affedersin, çok daha çirkin şeyler söyleyenler oldu, Ermeni dediler!" diyor…

***

Ayşe Hür’ün listesinde yer alan son bilgiye ilişkin olarak Agos Gazetesi, 7 Ağustos 2014’te Erdoğan’ın Armenofobi’sinden bir başka örnek veriyor:

"Erdoğan, 10 Haziran 2011’de kendisi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili çok sayıda kitap yazıldığını ifade ederek, ‘Bu kitaplar içerisinde ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, ne affedersiniz Rumluğumuz, hiçbir şeyimiz kalmadı’ demişti."

Agos aynı yazıda, bugün CHP’nin Millet İttifakı’ndaki ortağı olan Türkiye siyasetinin Çiller’den sonraki yeni Madonna’sı Meral Akşener’le ilgili bir bilgi de vermişti:

1996'da RP-DYP koalisyon hükümetinde içişleri bakanı olan Meral Akşener, 27 Mart 1997’de Meclis’teki bir konuşmasında PKK lideri Abdullah Öcalan için "Ermeni dölü" demiş, gelen tepkiler üzerine de "Ben Türkiye'de yaşayan Ermenileri değil, genel olarak Ermeni ırkını kastettim" diyerek Armenofobi’sini perçinlemişti.

İslamofobi’ye karşı savaş açanların gönlü rahat olsun… Türkiye siyasetinin iki ana ittifakı, islamofobi hariç her türlü fobiyle mücehhez liderlere emanet…


*http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/6-7-eylul-yagmasinin-59-yildonumunde-cumhuriyetin-azinlik-raporu-1211344/

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi