Tayyip'in TC'si bir 'hermafrodit' devlet midir?

NATO üyesi ve AB aday üyesi Türkiye insan hakları ve özgürlükler açısından Rusya ile aynı statüde görülüyorsa, TC Devleti neyin nesidir?

Başlıktaki soruyu sormama Belçika Başbakanı Charles Michel'in Paris Match Dergisi'nin son sayısındaki bir röportajda Türkiye ile ilgili bir soruya verdiği yanıt neden oldu.

Önce bir vurgulama: "Hermafrodit" kelimesinin Osmanlıca karşılığı "hünsa"… Sözlüklerde "hem erkeklik hem de dişilik organlarına sahip olan kişiler"i nitelemek için kullanılıyor…

Sözünü ettiğim röportajda, Erdoğan ve Trump'ın da katıldıkları son NATO zirvesi vesilesiyle gazeteci Michel'e soruyor:

"Avrupa kendi içine kapanan ülkeler ve giderek daha çılgınca dönmekte olan bir dünya karşısında hâlâ bir kale midir?"

El cevap:

"Kale kelimesini sevmiyorum… Biz bir kuşatma altında değiliz. Gerçeğe bakalım. Avrupa çekiciliği olan bir kutuptur. Göçmenler, Avrupa Birliği’ne katılmak isteyen ülkeler… Neden? Çünkü bizim değerlerimiz var. Montesquieu, Voltaire… Özgürlük, kişilere saygı…"

Gazeteci üsteliyor:

"Bu Putin ve Erdoğan gibi otoriter yöneticiler varken hayli romantik bir görüş değil mi?"

Nerdeyse dört yıldır Fransızca kesiminden bir başbakan olarak Flaman milliyetçilerinin çoğunluk partisi N-VA ile birlikte Belçika'yı yönetme hüneri gösteren Michel kendinden emin konuşuyor:

"Bizler tarihte benzeri olmayan bir oluşumuz. Değerlerimizi ve demokratik sistemimizi kopyala-yapıştır yöntemiyle Moskova’ya ya da İstanbul’a dayatamayız... Benim tutumum hep tüm dünya ile diyalog oldu, öyle de olacak…"

Bravo Charles Michel... Tüm dünya ile diyalogda olmak kuşkusuz son derece olumlu bir tavır…

Ama böyle bir soruyu sapla samanı ayırdederek yanıtlamak gerekmez mi?

Evet, günümüz dünyasında otoriter yönelimler, AB üyesi doğu Avrupa ülkeleri de dahil, hızla güçleniyor.

BBC ve Le Monde'un son verilerine göre Avrupa'da aşırı sağ partilerin güç oranları şöyle:

Almanya: yüzde 12,6

Avusturya: yüzde 26,0

Belçika: yüzde 10,9

Bulgaristan: yüzde 9,0

Çekya: yüzde 11,0

Danimarka: yüzde 21,1

Finlandiya: yüzde 6,9

Fransa: yüzde 8,9

Hollanda: yüzde 13,6

İsveç: yüzde 12,9

İsviçre: yüzde 29,0

İtalya: yüzde 22.3

Kıbrıs: yüzde 5,6

Letonya: yüzde 13,9

Litvanya: yüzde 5,6

Macaristan: yüzde 19,6

Polonya: yüzde 13,6

Romanya: yüzde 3,8

Slovakya: yüzde 16,6

Yunanistan: yüzde 6,3

Avrupa Birliği'nin 6 kurucusundan biri olan İtalya başta olmak üzere 80'li yıllardan bu yana özgürlük mücadelesi tüm dünyaca alkışlanan Polonya ve Macaristan gibi yeni AB üyesi ülkelerde şu an özgürlükleri sınırlamaktan yana olan hükümetler yok mu?

Charles Michel'in, AB'nin kurucusu ve onunla birlikte NATO'nun da merkezi yönetim organlarını yıllardır ağırlayan bir ülkenin başbakanı olarak, yönetimleri aşırı sağda da olsa tüm bu ülkelerle "diyalog" sürdürmesi anlaşılabilir.

Bu Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin Brejnev'den itibaren bizim kuşaklara dayattığı ve de onun çizgisindeki komünist ya da işçi partilerinin de sadakatla benimsedikleri "real politik"in bir gereği olabilir.

12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin mağduru bizler, 1972'de Deniz, Yusuf ve Hüseyin kardeşlerimiz idam sehpalarının gölgesinde beklerken SBKP Yüksek Prezidyumu başkanı Podgorni'nin Türkiye'ye gelerek cunta yönetimiyle sarmaş dolaş olmasını, hele hele 12 Eylül darbesinden sonra TKP yayın organlarında Türk-Sovyet dostluğunun 50. yıldönümünün Brejnev ve Evren'in resimleriyle kutlanmasını, dahası TKP'nin üyeleri dahi tutuklanıp işkenceden geçirilirken Evren'in Bulgaristan seyahatinde "Büyük Balkan Nişanı"yla onurlandırılmasını unutmadık.

Ancak, Türkiye-AB ilişkilerini nerdeyse yarım yüzyıla yakın süredir Brüksel'de yakından izleyen bir gazeteci olarak soruyorum:

Montesquieu ve Voltaire gibi değerlerle övünen Belçika, nasıl oluyor da, Avrupa Birliği ve NATO'yla uzaktan yakından organik ilişkisi olmayan, hattâ bunlarla antagonist çelişkilere sahip bulunan bir Rusya ile nerdeyse 70 yıldır NATO'nun "ileri karakolu" misyonunu büyük sadakatle sürdüren ve onyıllardır da "aday üye" olarak Avrupa Birliği'nin kapısını aşındıran TC Devleti'ni aynı kefeye koyabilir?

Demokratik normları ve özgürlükleri ayaklar altına alarak Rusya'ya "çarlık" dönemi ihtişamını kazandırmaya çalışan Putin'e AB'nin de, NATO'nun da, Belçika Hükümeti'nin de söz geçirmesi bittabi mümkün değil. Hele hele kapitalizmin Avrupası'nda ve ABD'sinde çelişkiler ve krizler gün geçtikçe daha da yoğunlaşır, buna karşılık Rusya, Asya'nın Çin, Japonya ve Hindistan gibi devleriyle birlikte uluslararası arenada yeni bir ağırlık merkezi oluştururken...

Türkiye için aynı şey söylenebilir mi?

Bu ülke eğer Avrupa Konseyi'nin ve de NATO'nun yarım yüzyılı aşkın süredir üyesiyse ve de onyıllardır kapısında beklediği Avrupa Birliği'ne üye olabilmek için onun münderecatına harfiyen uymak zorundaysa, "Değerlerimizi ve demokratik sistemimizi kopyala-yapıştır yöntemiyle İstanbul’a dayatamayız..." demek kimsenin haddine değildir.

Bir vurgulama… Liberal başbakan Charles Michel böyle demiştir de, ana muhalefet partisi konumundaki Sosyalist Parti'nin tutumu Türkiye'ye karşı pek farklı mı?

Anımsatalım… ABD'nin stratejik çıkarlarına hizmet için 50'lerde kurulan NATO İttifakı'nın babalarından ve ilk genel sekreterlerinden biri Sosyalist Parti'li Paul Henry Spaak'tır.

Liberal Michel'den önce yıllarca federal başbakanlık yapmış olan Elio di Rupo liderliğindeki Sosyalist Parti Türkiye'deki Tayyip iktidarının tüm kapris ve dayatmalarına boyun eğmiş, Türk kökenli seçmenlerin oylarını devşirebilmek için federal, bölgesel ve yerel belediye meclislerine Sosyalist Parti listesinden seçilecek Türkiye kökenli politikacıların Tayyip'le çelişkide olmamasına büyük özen göstermiştir.

Belçika Ekim ayında belediye seçimlerine gitmekte… Tayyip'in ve partisinin 24 Haziran seçimlerinde Belçika'da yüzde 75 oy almış olması, tüm Belçika partilerinin Türk aday tesbitinde en önemli referans durumunda…

Örneğîn Ermeni soykırımı inkarcılarının başından gelenlerden Saint-Josse belediye başkanı SP'li Emir Kır kendini çoktan başkan adayı ilan etti ve bu belediyede oturan Bulgaristan ve Türkiye Türklerinin oylarını garantilemek için şimdiden bu iki ülkede seçim turuna çıktı bile… Belçika seçimleri için Kırcali'de ve Emirdağ'da kampanya yürütmekte…

İktidar adayı diğer Belçika partilerinin, Michel'in liberal partisi de dahil, benzer show'ları sahneye koyması yakındır.

Paris Match'a verdiği demeçte "Benim tutumum hep tüm dünya ile diyalog oldu, öyle de olacak…" diyen Michel'in Erdoğan'la Putin'i aynı kefeye koyarak "Değerlerimizi ve demokratik sistemimizi kopyala-yapıştır yöntemiyle İstanbul’a dayatamayız" demesi karşısında sormak gerekir:

NATO üyesi ve AB aday üyesi Türkiye bu kurumların hasmı olan Rusya ile aynı statüde görülüyorsa, TC Devleti neyin nesidir?

AB münderecatına uymak zorunda olan bir devlet mi, yoksa Rusya gibi bu münderecatla hiçbir ilgisi olmayan bir devlet mi?

Bir başka deyişle soralım:

Hermes midir? Afrodit midir?

Yoksa, Tayyip diktası altındaki bu devlet Avrupa nezdinde bir "hermafrodit" devlet midir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi