Tayyip'in zındanlarında tutsak iki halk lideri...

Öcalan'ın özgürlüğü için dünyada on milyon imza toplandı... Demirtaş için de, zındanlardaki onbinlerce demokrasi ve özgürlük savuncusu için de toplanmalı.

Brüksel'deki Avrupa Birliği kurumlarının hemen yanıbaşındaki Press Club geçtiğimiz çarşamba günü yine önemli bir basın toplantısına sahne oldu. Uluslararası Öcalan'a Özgürlük Kampanyası'nın düzenlediği basın toplantısında, yıllardır İmralı Adası'nda tutsak bulunan Kürt liderinin özgürlüğü için bugüne dek dünya çapında 10 milyon imza toplandığı açıklandı.

Aynı salonda geçen yıl İspanyol adaleti tarafından hakkında uluslararası tutuklama kararı çıkartılan Katalonya Lideri Carles Puigdemont da bir basın toplantısı düzenleyerek Frankist ağırlıklı İspanyol Hükümeti'ne meydan okumuştu.

Ardından da PYD'nin Eş Başkanı Salih Müslim, hakkında Türk Devleti tarafından kırmızı bülten çıkartılmasına, Belçika'daki Türk misyonlarının ve medyasının provokasyonlarına rağmen aynı salonda bir basın toplantısı yaparak Suriye Kürtlerinin haklı davasını ve mücadele amaçlarını dünya kamuoyuna açıklamıştı.

Geçtiğimiz çarşamba günkü basın toplantısının öznesi Kürt lideri Öcalan olduğu halde kendisi salonda yoktu, olamazdı da… Çünkü kendisi Ecevit Hükümeti döneminde ABD gizli servislerinin fiili katkısıyla 15 Şubat 1999'da Kenya'da tutuklandığından beri neredeyse 20 yıldır İmralı zındanında tutsak bulunuyor.

Üstelik bir zamanlar AKP Hükümeti tarafından barış görüşmelerinin muhatabı sayıldığı halde Tayyip Erdoğan'ın 2015 seçimlerinden sonra müzakere masasını devirmesinden bu yana tam bir tecrite tabi tutularak avukatları da dahil kimseyle görüştürülmüyor.

Öcalan'ın tuzağa düşürülerek tutsak alınmasını önceleyen umut dolu 1998 yılını çok iyi hatırlıyorum.

Belçika'da sürgün Kürt milletvekillerinin girişimiyle Kürdistan Ulusal Kongresi kurulurken genç Kürt gazetecileri ya da meslekte hiçbir deneyimi olmayan Kürt gençleri ezilen halklarının sesini dünyaya duyurmak için Belçika'da Med TV’yi faaliyete geçirmişlerdi.

Med TV’nin birçok programına katıldım, Öcalan’ın ve Türkiye’deki Kürt siyasetçi ve aydınlarının da telefonla katıldığı tartışma programlarında yer aldım. Öcalan’la soru-yanıt şeklinde diyaloglarımız oldu.

Son diyalogumuz 28 Ağustos 1998 tarihindeydi. Hep büyük bir elemle anımsarım. Programın yöneticisi Günay Aslan telefon ederek o günkü telekonferansta Öcalan’ın önemli bir barış çağrısı yapacağını, bunun için programa tüm medyayı çağırdıklarını söylemiş, mutlaka benim de katılmam için ısrar etmişti.

Anımsadığım kadarıyla programa benim dışımda Kürt medya temsilcilerinin yanısıra NTV, ATV, Milliyet, İhlas Haber Ajansı’ndan muhabirlerle birlikte birçok da yabancı medya mensubu katılmıştı.

Faşizmin ulusal baskılarına karşı Kürt halkının silahlı direnişini başlatan ve gerillayı kuran Öcalan’ın uluslarararası komploya kurban düşmeden önce büyük bir dinleyici kitlesine son seslenişiydi. Silahlı çatışmanın her iki taraf için de kalıcı bir çözüm getiremeyeceğini vurgulayarak her türlü barışçıl çözüm için görüşmeye hazır olduklarını duyurmuştu.

Öcalan’a Türkiye’de cumhuriyetin 75. yıldönümü kutlamalarının aşırı milliyetçi gösterilere dönüştüğünü, bir bayrak, milli marş ve Atatürk histerisi başlatıldığını belirterek, bu koşullarda barış çağrılarına Türk yönetiminden olumlu bir yanıt beklenip beklenemeyeceğini sormuştum.

Öcalan da yanıt olarak 75. yıldönümünü kutlayan cumhuriyetin de kendi bekası için Kürt sorununa çözüm bulmak zorunda olduğunu, bu bakımdan barış çağrılarına olumlu yanıt almayı umduğunu söylemiş, bu sorun 20. yüzyılın son yıllarında herhangi bir çözüme kavuşturulamadığı takdirde 21. yüzyılda daha büyük sorunlarla karşılaşılacağını belirtmişti.

Program’dan ayrılırken son derece düşünceliydim. Öcalan’ın barış girişimini desteklemek için PKK silahlı eylemleri de uzun süredir durdurulmuştu, ama Ankara’daki faşist yönetimin lügatında hiçbir zaman barış olmamıştı.

Nitekim 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Öcalan’ın barış önerileri Türkiye gündemini işgal ederken MGK’nin PKK konusunda Suriye’ye baskı yapma kararı aldığı duyuldu. Bunu 15 Eylül 1998’de de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Attila Ateş’in Suriye sınırında yaptığı tehdit konuşması, ardından da 1 Ekim’de Cumhurbaşkanı Demirel’in Meclis açış konuşmasındaki tehditleri izleyecek, 9 Ekim’de de Esat Hükümeti’nin zorlamasıyla Öcalan yıllardır kavgasını yürüttüğü Suriye’den ayrılmak zorunda kalacaktı.

***

Evet, Öcalan halen tecritte çile doldururken Tayyip'in zındanları özellikle çakma 15 Temmuz darbesinden sonra Kürt halkının milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri, yazarları, gazetecileriyle tıklım tıklım dolduruldu.

Ve de bu halkın bir diğer lideri, HDP'nin eski Eş Genel Başkanı ve iki seçimde de cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş da 4 Kasım 2016'dan beri Tayyip'in Edirne zındanında…

Sadece Kürt halkının bu saydığım en mücadeleci şahsiyetleri mi?

Ya Kürt halkının haklı mücadelesiyle beraber olan, onun girişimiyle kurulan parti, örgüt ve yayınlarda sorumluluk üstlenen Türk'ler, Ermeni'ler, Asuri'ler, Grek'ler?

Örnek mi? Demirtaş'la aynı zamanda tutuklanan HDP eşbaşkanı Figen Yüksekdağ…

Demirtaş bir hafta önce, 28 Ağustos'ta, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'ndeki salonda görülen davanın duruşmasına şahsen katılamıyor… Avukatlarının yer almadığı duruşmada Demirtaş, insan haysiyetini hiçe sayan bir yöntemle, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla, tutsak bulunduğu zındandan sorguya çekiliyor.

Demirtaş, bizzat duruşma salonuna gelerek avukatlarının hazır bulunduğu esnada savunma yapmak istediğini belirterek duruşmanın ertelenmesini istiyor. Ama mahkeme Demirtaş'ın itirazını ve talebini hiçe sayarak tutukluluk halinin devamına hükmederek duruşmayı 3 Ekim'e erteliyor.

Demirtaş adı, tıpkı Öcalan adında olduğu gibi, benim için bir başka acılı anıyı çağrıştırıyor.

Selahattin Demirtaş'ı hep medyada izlediğim halde hiç kişisel olarak tanımak fırsatım olmadı… Brüksel'e gelişlerinde benim başka toplantılarım olduğu için karşılaşamadık.

Ama ağabeyi Nurettin Demirtaş'la, o dönemdeki Demokratik Toplum Partisi (DTP)'nin genel başkanı olduğu 2007 yılında Brüksel'deki uluslararası bir konferansta İnci'yle birlikte tanışmış, uzun uzun sohbet etmiştik.

Nurettin Demirtaş daha 1991 yılında kardeşi Selahattin Demirtaş'la birlikte bir Kürt gençlik örgütü üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanarak 1994'te tam 22 yıl ağır hapis cezasına mahkum edilmişti. Cezasının 11,5 yıllık kesimini çektikten sonra tahliye edilince 2007'de DTP'ye katılmış ve partinin 2. olağanüstü büyük kongresinde Selma Irmak'la birlikte eş genel başkanlığa seçilmişti.

Kendisiyle tanıştığımız Avrupa seyahatinden Türkiye'ye dönerken 17 Aralık 2007'de Ankara Esenboğa Havalimanı'nda tutuklanmış, Düsseldorf'ta Öcalan posteri önünde konuşma yaptığı gerekçesiyle hapsedilmiş, tahliye olduktan sonra 28 Nisan 2008'de de jandarma kuvvetlerinde askere alınmıştı.

Türkiye'de uğradığı bu baskılardan dolayı Nurettin Demirtaş terhis olduktan bir süre sonra Türkiye'yi terkederek Güney Kürdistan'a geçmek zorunda kalmıştı.

Nurettin Demirtaş'a reva görülen zulüm şu sırada kardeşi Selahattin Demirtaş'a başka yöntemlerle uygulanmakta, ki bunun ayrıntılarını gün be gün medyada izlemekteyiz.

Bir ülke ki, Batı dünyasının demokrasi savunucusu saydığı Avrupa Konseyi ve NATO'nun asli üyesi, Avrupa Birliği'nin de yıllanmış üye adayı...

21. yüzyılın 2018 yılının Eylül ayındayız…

Uyguladığı akıldışı ekonomik politikalar yüzünden ülkeyi hızla bir iflasa sürükleyen, dar gelirli insanlarımızı cehennemi bir yaşama mahkum eden Tayyip iktidarı, gözü dönmüş bir Türk-İslam megalomanisi içinde yedi düvele meydan okuyup geçmişte her anlamda bendeliğini ettiği ABD ile de papaz kavgasına giriştikten sonra düne kadar önde gelen liderlerine "Nazi" diye küfrettiği Avrupa Birliği'yle yeniden iş pişirmeye çalışıyor.

Uyduruk hükümetinin dört sallabaş bakanını "mahşerin dört atlısı" gibi Avrupa Birliği'ni yeniden fethetmekle görevlendiriyor.

İyi de, herhangi demokratik bir ülkede nüfusun en az yüzde 20'sini oluşturan bir halkın iki tarihsel lideri nasıl olur da yıllarca her türlü insan hakkından yoksun olarak zındanlarda çürütülebilir?

Selahattin Demirtaş'ın yıllarca eşbaşkanlığını yaptığı HDP'nin seçimlerde tüm baskı ve hilelere rağmen üstün bir performans gösterip yüzde 10 barajını aşarak Meclis'in üçüncü partisi olduğu gerçeği hasır altı edilebilir mi?

HDP'yi tüm engellere rağmen Meclis'e sokmayı başaran kitle yarın Öcalan'ın özgürlüğe kavuşturulup kavuşturulmaması konusunda bir referandum yapılacak olsa, "Evet, özgür olmalı ve ülke siyasetinde yerini almalıdır" demeyecek midir?

Sadece HDP seçmeni mi?

Türkiye'nin gerçek demokrasiler safında yer almasını, halkların eşitliğini savunan milyonlarca insan aynı şeyi söylemeyecek midir?

Başa dönüyorum... Çarşamba günü Brüksel'deki basın toplantısında Öcalan'ın özgürlüğü için dünyada 10 milyon imza toplandığı açıklandı.

Bir o kadar da diğer halk lideri Selahattin Demirtaş için de toplanmalı.

Bir o kadar da Tayyip'in zındanlarında çürütülen Kürd'ü ve Türk'üyle onbinlerce demokrasi ve özgürlük savunucusu için toplanmalı.

Ta ki Tayyip'in zındanları boşalıncaya dek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi