Yok diyebilmek için yok etmek

Yüzleşme, sert bir karşılaşmadır. Bu karşılaşma, kaybın telafi edilip benliğin onarılacağı bir buluşmaya dönüşecekse, önce o buluşmaya gitmek gerekir.

Yenilgi, iki boşluğa birden düşme hali. Birincisi, bir kayıp sebebiyle hayatımda açılan boşluk. Hayatın anlamını eksiltmekle kalmayıp ömürden de götüren bir oyuk. İnsanın çabasını, emeğini karşılıksız bırakıp değerini önemsizleştiren bir yokluk. Bu düşüşe kayıtsız kalınamaz. Şimdi değilse biraz sonra başlar eksikliğin sızısı. Ya yerini doldurmak ya da bu boşlukla birlikte yaşamayı öğrenmek gerekir. Söylemesi kolay, uğraşması zor.

İkincisi, kaybedenin "ben" olmam sebebiyle benliğimde açılan boşluk. Benim bir kabahatim var mı diye kendimi yoklarken düştüğüm çukur. Ya ben üstüme düşeni yapmamışsam? Öngörülü davranmamışsam? Önlem almamışsam? Ya bu kayıpta benim bir dahlim, bir kabahatim, bir sorumluluğum varsa?

Uğradığım kaybı "eğer ben öyle değil de böyle yapsaydım, etseydim, olsaydım" diye başlayan şartlı cümlelerle dillendiriyorsam, kaybın yanına bir de kendi acizliğimden bir boşluk açılır. Kaybettiğine mi yansın insan, yapamadığına mı, bilemez. İkisinin arasında, ikisinde birden tükenir. Yenilgi, bu çifte düşüş halidir.

İnsan kaybı kendisinden bilmezse, kayıp sadece bir kayıp olarak kalır. Kişi yenilmiş olmaz. Yitirilenin yerine geçecek başka bir koşulla devam edebilir hayat. Kadere kader diyebildiğimiz hâl, kaybı kendimizden bilmediğimiz hâldir.

Ne zaman ki insan uğradığı kaybı kendi benliğinin acizliğinden bilir, işte o zaman kaybı da kaybedeni de önemsizleştiren o yenilgi karası hâkim olur akla ve mantığa, sağduyu ve kavrayışa. Kişi, kendi gözünde bu yenilgiyle damgalar kendini. Yenilgi, benlik yetersizliğinin keşfidir. Kaybın boşluğundan çıkmaya kalktığımda, yetersizlik boşluğuna takılıp düşmem bundandır.

Kaybı, ‘mukadderat’ sırasından çıkarıp ‘acizlik’ eşiğine sürükleyen efkâr, kişinin kayıpta sorumluluğu olup olmadığının hesabından çıkar. Kayıp ve acizliğin çifte feveranıyla haber alınan yenilgi, her şeyden çok akıl yürütme ve karar verme kabiliyetini hırpalar. Bu hırpalanmaya rağmen doğru karar verebilen, yenilgiye yenilgi diyebilir. Diyemezse, başına daha büyük işler açılır.

Kişi, uğradığı kayba kendisinin sebep olup olmadığını soruştururken iki tip hata yapar. Ya kabahati yokken sorumluluk üstlenir ya da kabahati varken bu sorumluluğu üstlenmez. Yenilgi, bu iki hataya birden düşme halidir.

Apaçık bir tehlikenin bulunmadığı bir durumda gelen kaybın ardından "yapmasaydım, etmeseydim" demek, kendine olmadık bir pay biçmektir. Susan Sontag’ın tekrarından bıkmamak gereken sözünde ifade ettiği gibi, "Zaman her şey bir anda olmasın diye var, mekân hepsi benim başıma gelmesin diye var." Kişinin elinde olmayan kayıpları kendisiyle ilişkilendirmesi, sadece bir yitirme olarak kalacak kaybın aynı zamanda bir yenilgi olarak da yaşanmasına yol açar. Kaybı telafi etmek için gücümü toparlamam gerekirken, gücümü toparlamak için kaybın telafisine ihtiyacım olur. Oluru varken, iş çıkmaza girer. Yine de hâlâ birinci tip hatanın içinde kalabilmişsem, çıkış vardır. Dikkatimi kendimden uzaklaştırıp kaybıma yoğunlaştırabilirsem, acizliğimi yüceltmeyip işe koşabilirsem, kaybımın telafisini bulabilirim. Zahmetlidir, fakat zahmetinden öte bir derdi yoktur.

Oysa işimi yapmadığım, dersime çalışmadığım, görevimi aksattığım, sözümü tutmadığım, anlaşmaya uymadığım, aldattığım, yalan söylediğim, hak çiğnediğim, sıra gözetmediğim, istismar ettiğim, suistimale yeltendiğim, nezaket göstermediğim için uğradığım kayıpların yarattığı hâl başkadır. Kuşkusuz, koşullar önemlidir. Ne var ki koşullardan birini benim ben olmam oluşturuyorsa, olan bitenin ‘ben’le ilgisini kurmak zorundayım. Eylediğim fiili elimle ilişkilendirmekten geri duramam. Durabiliyorsam, fiilin de failin de sorumluluğunu almıyorum demektir. Fail ben olduğuma göre sorumluluk almamak tek bir koşulla mümkündür: Gerçeği inkâr etmekle. İlliyet rabıtasını parçalamakla. Olmuş ve olana yok demekle. Ve bazen yok diyebilmek için yok etmekle.

Kolay değildir insanın bir kayba sebep olduğunu kabul etmesi. Tarih, yaptığı yanlışı kabul etmektense dünyayı ateşe verenlerin tarihidir. Ne çare ki yenilgiyi inkâr, kaybı geri getirmez, sadece yeni kayıplara yol açar. Bu yüzden, yenilgiyi inkârda ısrar, nihayet kaybın da inkârına götürür kişiyi. Kaybın kayıp olmadığına inanırsa, kendinde bir kabahat, bir sorumluluk kalmayacağına da inanır. Giderek, neleri kaybettiğini hatırlamaz olur. Bir zamanlar kendisini kendisi yapan parçaların, hiçbir zaman kendisinde olmadığı hayali bir geçmişe dalar, hayali bir geleceğe savrulur.

Gerçek, reddedilemez. Sadece inkâr edilebilir. İnkârın kuvveti ne kaybı değiştirir ne de failin sorumluluğunu. Kaybınıza kayıp, acizliğinize acizlik demediğiniz sürece bildiğiniz dünya tanıdık gelmez. Başınızdan geçenleri unutursunuz, geçmeyenler kafanıza üşüşür. Kendi hafızanızda kaybolursunuz. Yenilgi öncesinde kendinizi kim olarak biliyor olursanız olun, yenilgiden sonra kendinizi yeniden tanımak, kaçınılmazdır. Ya yenilginin dehşetiyle yüzleşecek ya da bu dehşete gözünüzü kapatacaksınız. Yüzleşirseniz, tekrar sorumluluk alabilen biri olursunuz. Kendinize yeni bir benlik kurabilir, hayatınıza yeni bir anlam katabilirsiniz. Yüzleşmezseniz, geri dönüş rüyalarına dalarsınız. Ait olmadığınız bir geçmişi sahip olmadığınız bir hafızayla kurmaya kalkarsınız. Size sorumluluğunuzu hatırlatan her şeyi ve herkesi yok saymak için yok edersiniz. Yenilginin kabulü, üstüne hayat inşa edilecek bir gerçeklik zeminidir. Yenilginin inkârı ise bu zemini çökerten derin bir vesvese kuyusudur.

Kayıp, ama zar ile ama zor ile lakin ille bir telafiyle atlatılabilir. Yenilgi, atlatılamaz. Geri çevrilemez. Olan olmuştur. Yine de gölgeyi kovmanın, güneşi tekrar gökyüzüne asmanın, damgayı söküp atmanın çaresi vardır. Yenilginin çifte boşluğunda kaybıyla başbaşa kalabilirse kişi, kayba yol açan benliğini tanıma fırsatı bulacaktır. Gerçeğin sesini bastırmak için bağırmayı kesip etrafı dinlerse, çıkışı görecektir. Kaybın gerçekliğini kabul yolu açıktır. Benliğin acizliğini giderme yolu açıktır. Yüzleşme, sert bir karşılaşmadır. Bu karşılaşma, kaybın telafi edilip benliğin onarılacağı bir buluşmaya dönüşecekse, önce o buluşmaya gitmek gerekir. Yenilgiyle yüzleşme, ham cesaret işi değildir; talimli bir özgüven gerektirir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ekrem Düzen Arşivi