“Tarımda kendine yeterli yedi ülkeden biri idik” yanlışı

Açlık sorununun bir ülkede olmaması bu ülkenin 'tarımda kendine yeterliği' konusunda ne ölçüde anlamlıdır, bu belli değil.

Tarım çok önemli bir sektör, hayatımızla doğrudan ilişkili, bu nedenden bu sektöre ilişkin tartışmaları, değerlendirmeleri de belirli bir ciddiyet içinde götürmek mecburiyeti var.

Tarım sektörümüz çok sorunlu bir sektör ama bu sorunların başında yapısal olarak ortalama tarım işletme büyüklüğünün dünya standartlarında (AB mesela) kabul edilemeyecek kadar küçük olması geliyor, bu sorun çözülmeden yani ortalama tarım işletme büyüklüğünü dörde ya da beşe katlamadan tarımın diğer sorunlarını tartışmanın pek anlamı yok; önce temel sorun çözülmeli.

Tarım işletme büyüklüğünün kabul edilemez ölçüde küçüklüğü bizim tarım sektörünü AB ülkelerinin en verimsiz tarım sektörü haline getiriyor, bu verimsizliğe bağlı olarak da tarım fiyatları çok yüksek, enflasyon oranları üzerinde çok olumsuz etki de yapıyor.

Bu işin tek, yegane olumlu yanı bu sayede tarım sektörünün sorunlarının konuşmaya başlanması.

Basında, görsel ya da internet, izliyorum, tarım konusunda söze başlayan herkes konuşmasının bir yerinde "Türkiye’nin bir zamanlar tarımda kendine yeterli yedi ülkeden biri idi" yanlışını tekrarlamadan yapamıyor.

Bu ifade baştan aşağıya yanlış bir ifade.

Tarımda kendine yeterliğin tanımı nedir, kimse bu konuya girmiyor.

Bu sıralamada (biz yedinci sırada imişiz?) diğer ülkeler hangisi, bunu da bilen yok.

Şöyle bir doğru var, Türkiye senelerdir, hatta on senelerdir, ortalama olarak yaklaşık yirmi milyon ton buğday üretiyor, yine yaklaşık bir o kadar da tüketiyor, dolayısıyla da Türkiye’mizin Somali ya da benzer ülkeler gibi bir açlık sorunu yok ve olmaz da.

Ama, açlık sorununun bir ülkede olmaması bu ülkenin "tarımda kendine yeterliği" konusunda ne ölçüde anlamlıdır, bu belli değil.

Tarımda kendine yeterliğin AB standartlarında kriterleri var, bu kriterler kişi başına hayvansal protein, deniz ürünleri, belirli düzeyde süt ürünleri tüketimi, yine belirli düzeyde taze meyve, sebze tüketimi (taze C vitamini) temel alınarak saptanıyor; bu kriterin mantığı insan sağlığı, çocukların sağlıklı gelişebilmesi.

Türkiye’nin buğday üretim ve tüketiminin dengede olması ile çocukların sağlıklı gelişmesi için gerekli AB standartları arasında hiçbir ilişki yok; tekraren ifade ediyorum, buğday üretim-tüketim dengesini yeterli görmek çocuklarımızın sağlıklı gelişmesini sağlamayabiliyor.

On senelerdir yirmi milyon ton dolayında buğday üretim-tüketim dengesinin nüfus artışına rağmen pek değişmemesi de nüfus artışına paralel olarak yaşanan gelir artışının kişi başına ekmek tüketimini azaltması; eskiden adeta sadece ekmekle yaşayan bir kesim bugün kişi başına ekmek tüketimini düşürmüştür, bu da yirmi milyon ton dengesinin devamlılığını sağlamıştır.

Bir de meselenin gelir ve fiyat boyutu var.

Günümüzden seneler önce kişi başına iki ya da üç bin dolar, hatta altında bir gelir düzeyinde bir ülkede nitelikli tarım ürünleri talebi de doğal olarak düşük oluyor, insanlar daha az nitelikli (AB standartlarının çok altında) tarım ürünü talep ediyorlar ve düşük gelire bağlı bu düşük talep doğrultusunda da tarım ürünleri ithalat talebi de düşük oluyor; ancak, sorun bu manzaradan yani fakirliğin getirdiği bir tüketim ve ithalat talep düşüklüğünün "tarımda kendine yeterlik" olarak sunulmasında.

Tarım çok ama çok önemli, yaşamımızla doğrudan ilişkili bir sektör.

Bu sektörde yaşanan ve yaşanacak sorunları daha serinkanlı, daha az hamasete açık yöntemlerle analiz etmek bu yaşamsal sektörün sorunlarının çözümü için bir zaruret.

Bu sektörün sorunlarının çözümleri için de, başka alanlarda, mesela eğitimde, mesela hukukta, mesela ekonomide olduğu gibi, gelişmiş ülke ve bölgelerin kriterlerini temel almakta büyük fayda var.

Çocukluk ya da erken gençlik senelerimde Dolmabahçe’de izlediğim Fenerbahçe-yabancı takımlar futbol maçlarını hatırlıyorum, aklımda kalan manzaralardan biri de muhtemelen yabancı futbolcüden daha yapılı gözüken (buğday) bizim Fenerbahçelinin o yabancı (hayvansal protein ve deniz ürünü) ile sahada çarpıştığında yere düşen ve yerde kalanın hep bizimki oluşu idi, ben de bu duruma pek anlam veremezdim, aslan (!) gibi Fenerbahçelinin nasıl yerde kaldığını anlamazdım.

İleride "tarımda kendine yeterlik ne demek?" sorusunun yanıtı daha bir netleşince, bu "çarpışmada yerde kalma" meselesinin sadece bir kondisyon çalışma eksikliği ya da yabancı takımın kondisyon hocası ile ilişkisi olmadığını daha net gördüm, mesele büyük oranda çocukluk yıllarındaki beslenmede.

Tarım meselesi sığ siyasi tartışmalara kurban edilmemesi gereken yaşamsal bir mevzu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi