Hayat Ali'nin gözlerinde kaldı

Ali sürgün vermiş Dersim’in Hozat'ında sürgünle eksilmiş biriydi. Derinden bir bağ onları bir araya getirmişti. Bütün bu dramatik geçmişin sebebi elbetteki Ankara’ydı.

Bütün bu gürültünün içinde onlar sessiz ve sedasız yaşadılar. Çok geçmişten gelen bir şey vardı aralarında, aşkı da aşan bir şey. Biri kaya gibi sertken, diğeri de ondan hiç geri kalmazdı. Birbirlerinin eksiğiydiler, birbirlerini tamamladılar.

Onları doğup büyüdükleri, liseyi bitirip üniversiteyi kazandıkları kentlerde tanımadım. Onları Ankara tanıştırdı bana. Hatice 38'de Dersim'den Denizli'ye sürgün edilen bir aileden geliyordu. Eksikliğini Ali’de bulduğu aşkla tamamlıyordu. Ali sürgün vermiş Dersim’in Hozat'ında sürgünle eksilmiş biriydi. Derinden bir bağ onları bir araya getirmişti. Bütün bu dramatik geçmişin sebebi elbetteki Ankara’ydı. Ankara'da buluştular, okumak, mezun olup meslek sahibi olmak onları buluşturan kaderden başka bir şey değildi. Ankara’nın gözü önünde, kayıp olan yanlarını, birbirlerinde bulup tamamladılar.

77 yazı olmalıydı. Dedem kansere yakalanmış, Elazığ'daki evimizde yatıyordu. Onu yatağında tıraş eder, yanaklarından öper uzun uzun sohbet ederdim. Hanedan ve konak sahibiyken bir aşiret çatışmasında öksüz kalmış, halası tarafından büyütülmüş biri olarak, ne kadar eksik yaşamışsa ben o kadar onu tamamlamaya çalışan torunuydum sanki. Bir gün olsun hoşgörüsünü benden esirgememişti.

Örgüttük, geleceğimizi başkalarına bırakmayacak kadar içten ve yalındık. Büyüdükçe ihtiyaçlarımız da o oranda büyüyordu. Bir gün bankalar hakkında istihbarat toplamak için Ankara'ya gittim. Hasta yatağındaki dedemden izin alıp, çıkıp gitmiştim Ankara’ya.

Ali çocukluğunda adı Mustafa olan babasına Mıtto dediği için adı Mıtto Ali’ye çıkmış zamanında. Ankara’nın Beşevler semtindeki Bankacılık Yüksek Okulu’nu kazanınca, devlet katındaki adı Ali Şimşek olarak okula kaydını yapsa da bütün bir Ankara onu Hozat’taki lakabı Mıtto Ali olarak biliyordu. Lakabı isminden daha önce yol alan Ali, bundan birkaç yıl önce babasına ilk sefer ‘baba’ diye hitap edince, babası oğlunun kendisine ilk sefer ‘Baba’ demesi üzerine sevincinden gözyaşlarını tutamaz. Ali bu son üzüntüden önce sevindirebileceği çok insanı da sevindirmiş biridir.

Ali Şimşek'i o Ankara gidişimde tanışmıştım, Hatice'yi de onun sayesinde. İkisi de inat ve tutkularıyla tipik birer Dersimliydiler. Nabzı sürekli yüksek atan bir aşk içinde tanıdım ikisini de. Ali Dev Genç’liydi, Hatice Kurtuluş’çu. Onların aşkı siyasal hayatlarının önünde gidiyordu. Siyaseten çatıştıklarına hiç tanık olmamıştım. Yıllar sonra Ali’yle telefonla görüştüğümde ilk sorum Hatice ile evlenip, evlenmediği olmuştu. Olumlu yanıt alınca onlar adına sevinmiştim. Birinin kalbini koyduğu yerde, diğeri de kalbini koyunca, siyaset değil aşk belirleyici olmuştu onların hayatında. Sonuçta bir eksik, bir fazla siyaset yine de yapılırdı ama aşksız yapmak mümkün değildi...

Aramıza 12 Eylül ve bir o kadar da yıl girmişti. Yıllar sonra cezaevi arkadaşım Ekrem Kılıç sayesinde Ali ile Hatice'nin Denizli'de yaşadıklarını öğrenmiş, telefonla görüşüp sevgi ve dostluğumuzu tazelemiştik. Hayat durur mu hiç, Celal Karaduman'ı bir kör kurşunla aramızdan aldığında Hozat'ta o suyu soğuk çay bahçesinde Ali'yi yıllar sonra tekrar görmüştüm, kaldığımız yerden sohbete devam etmiştik. Ali’nin kanser olup kalp kriziyle öleceğini nereden bilebilirdim ki...

Ankara’ya o gidişimde Ankara Ormancılar Derneği’nde epey bir süre beraber kalmıştık. Adeta Ali yönetiyordu orayı. Yatağım da vardı, yiyecek yemeğim de. Ankara'nın orta yerinde, ortalamanın çok üstünde işler peşindeydim. O zaman Ali de elinden geleni ardına koymamış, yardımcı olmuştu bana. Sonra dedemin yakalandığı kanser iletinden dolayı vefat ettiğinin haberini alınca, Elazığ’a geri dönmüştüm. Nezle, grip, romatizma neyse de benim nazarımda Kanser kesinlikle karşı devrimci bir hastalıktır. Birçok arkadaşımın yakasına yapışıp, alıp götürdü. Arkadaşlarımızı yemek konusunda kanser devletle yarışıyor adeta

Geçenlerde, yazı yazmadığım hafta cezaevi arkadaşımız Ekrem Kılıç'ın kızı Ezgi'nin düğünü vesilesiyle Denizli’de 7. Koğuş Buluşması yapmıştık. Ertesi gün de Ekrem ve Aydemir'le beraber Ali'yi evinde ziyaret etmiş, Hatice’nin çayını içmiştik. Ali’yi iyi görmüş, ölümü uzakta sanıp vedalaşmıştık. Birkaç gün sonra, 21 Temmuz Cumartesi günü Ali’nin bizi bırakıp gittiğini öğrendik. İnsan hayatında böyle öğrenmek olmaz olsun...

Hatice’nin dediğine göre ölmeden önce Ali’nin bütün istekleri yerine gelmiş. Temmuz ayında herkes Hozat’ta olacağından dolayı, Temmuz’da ölmek istiyormuş. Temmuz'da öldü.

Kanser illetinin onu yatakta çaresiz bırakmasını istememiş, bir kalp kriziyle göçüp gitmek istiyormuş, Ali’nin kalbi kendini atıp onun önüne, onu kansere teslim etmemiş.

Ali’nin ölümünden bir hafta önce oğulları da Almanya’dan gelip babasıyla dünya gözüyle beş gün geçirmiş.

Hatice’yle evlenerek onun sürgünlüğüne hayat boyu arkadaş olduktan sonra öldüğünde evine geri gider gibi, memleketi Hozat’a gömülmek istemiş Ali, Hatice’de onun vasiyetini yerine getirdi. Hem Denizli’de hem de Hozat’ta başta HDP olmak üzere bütün arkadaşları onu hak ettiği gibi uğurlamışlar dünyadan.

Ali’yle Hatice Türkiye’nin orta yeri Ankara’da buluşup birbirlerine sevgili olarak okuyup okullarını bitirdiler. 1979 Martta evlenip, kırk yıl bir yastığa baş koyan karı-koca oldular, hepimize yoldaş. Ali ve Hatice’nin dalları meyve tuttu, bir oğula baba ve anne, bir toruna babaanne ve dede oldular. Ölümün kol gezdiği bu ülkede bunları başarmak az buz şey değil, ama biliyorum yine de hayat Ali’nin gözlerinde kaldı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi