Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Konuşmanın dili kurşunların dilinden daha olanaklıdır

Her iddianameyi bir torba olarak görün, o torbaya ne kadar şey doldururlarsa siz o kadar suçlusunuzdur onların nezdinde. Ellerine düşmüşseniz kurtuluşunuz zordur. Hele solcuysanız...

Onlar zabıt katibiyle beraber 5 kişiler, ben onların karşısında bir kişi. Adımı, adresimi, kimlik bilgilerimi soruyorlar, teyit ediyorum. Sordukları her soruya verilecek bir cevabım var. Hem de bilinen yuvarlak cevaplar değil, içinde gül gibi sorular taşıyan cevaplarım var.

Ben onları zorlayarak kendimi çıkartmamıştım karşılarına, kendi hayat akışımda seyrederken onlar alıp beni getirmişlerdi karşılarına. Ne boynunu bükecek sözüm ne yüzümü kızartacak cümlelerim vardı. Her insanın uyandığı sabahı, hak ettiği bir haklılıkla...

Müebbet cezasını yatıp da çıkmış eski bir örgüt üyesi olduğumu, örgütün nasıl bir şey olduğunu bildiğimi, burada suç olarak ileri sürdüğünüz ‘propaganda’ eyleminin içini doldurmadığını, yazdıklarımın ve paylaştıklarımın şiddet içermeyen beyanlarım olduğunu ve bunun da benim anayasal hakkım olduğunu söylüyorum. Kaldı ki, propaganda yapma niyetim olsa, yazı yazdığım gazete köşemde bunu her hafta fazlasıyla yapardım diyorum. Çıt yok...

Mahir’i, Deniz’i, İbo’yu ölüm yıldönümlerinde ‘anılarına saygımla’ paylaşmam, sizin sevdiğiniz, saygı duyduğunuz birinin ölüm yıl dönümünde onun ruhuna Fatiha okumanızdan bir farkı yok diyorum. Aramızda olan tek fark, birimizin sağdan, diğerimizin soldan bu ahtı vefayı göstermiş olmasıdır. Dinliyorlar beni ama ne düşündüklerini bilmiyorum...

Her türlü şiddetin miadını doldurduğunu, bu anlamda yazılarımın ve paylaşımlarımın şiddet karşıtı olduğunu söyleyince, ‘Teröristlerin vurduğu güvenlik güçlerine ilişkin ne diyorsun?’ sorusu geliyor hâkimden. Niyetlerini anlıyorum... Kurşunun bildiği tek bir şey var, tetiğe dokunan her kim olursa olsun, kurşun gider karşısındakini bulur yaralar veya öldürür.

Kurşunun öldürmek ve yaralamak dışında bir dili yoktur. Oysa konuşmanın, birbirimizi anlayarak konuşmanın dili kurşunlardan daha olanaklıdır. Gülerek kucaklaşırsınız, suratınızı asar susarsınız, olmadı başınızı alıp üç adım öteye geçip susar ve sabır telkin edersiniz kendinize. Çağrılınca soru dolu bir yüzle dönersiniz. Karşınızdakini anlamaya, kendinizi ona anlatmaya çalışırsınız. Velhasıl savaş ve savaşlarda kullanılan teknolojiler hesap edilince, konuşmanın maliyeti de alıp götürdüklerinden çok daha düşüktür. Her gün silahlara tonlarca para dökerek bizi yoksullaştırmaz konuşmak...

Devamla, İzmir Adliyesi’nde böyle bir olayda bir polis memuru hayatını kaybetti ve sizler onu şehit ilan edip, camia olarak ona karşı görevinizi yerine getirerek yolladınız memleketine. Bu acı bu törenle burada bitti mi? Tam tersine o acı onun çocuklarından torunlarına varıncaya kadar devam edip gider, gidecektir. Acılar resmî törenlerle, birilerini kötü, diğerlerini melek ilan ederek son bulmaz, kendini durmadan var eder acılar. Bu ve benzeri birçok olay için diyorum: konuşmanın dili kurşunların dilinden daha olanaklıdır.

Artı Gerçek Gazetesi’nde Abdullah Gül ile Abdullah Öcalan’ı konu ettiğim, ‘Bu cumhuriyet Kürtlerin ve ümmetçilerin boynuna basarak kuruldu. Şimdi biri Çankaya’da diğeri İmralı’da. Bir mazlumdan, bir zalim çıkmaz diye düşünmeyin’ dediğim yazıma atıf yaparak, Abdullah Öcalan’ı muhalefet lideri olarak gösterdiğim suçluluğuma delil olarak gösteriliyor.

Türkiye sınırları dışındaki topraklarda IŞİD’de karşı savaşırken ölen, ‘Kırmızı Fularlı Kız’ olarak da bilinen Ayşe Deniz Karacagil’e ilişkin Artı Gerçek Gazetesi’nde yazdığım yazımın bir yerinde ‘Arin Mirkan sana hoş geldin diyecek’ dediğim için propaganda yaptığım sayılıyor...

İlk gençlik yıllarımda Elazığ’dan beri tanıdığım ve devletle barış görüşmelerinin Oslo ayağına katılmış, üç arkadaşıyla beraber Paris’te suikastla katledilmiş, Sakine Cansız’a yazdığım, Benden Adam Olmaz şiir kitabımda da yer alan ‘Kimse baş bağlamasın’ şiirim de propagandaya delil sayılmış...

Her iddianameyi bir torba olarak görün, o torbaya ne kadar şey doldururlarsa siz o kadar suçlusunuzdur onların nezdinde. Ellerine düşmüşseniz kurtuluşunuz zordur. Hele solcuysanız, hele cezasını yatıp çıkmış eski bir ‘suçluysanız’, bütün bunların üstüne bir de Alevi ve Kürt’seniz kurtuluşunuz bir o kadar zordur. Tenekeyi kuyruğunuza bağlamak için ellerinden gelenin fazlasını yaparlar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi