Artık 12 Eylül’ü öğrenmek bile suç

Berkin Elvan’ın cenazesine katıldığı için bir yıla yakındır cezaevinde olan Berkay Ustabaş’tan mektup var: ’Çok güzel savunma verdiniz ancak ben, ahdettim, sizi tutuklamaya sevk edeceğim’

Kamuoyu O’nu ‘Berkin Elvan’ın cenazesine katılma suçundan’ tutuklanan üniversite öğrencisi olarak tanıyor.

Bir yıla yakındır cezaevinde olan Berkay Ustabaş’ın dosyasına dikkatlice bakınca, siyasi davalarda sıklıkla görülen yargılama ilginçliklerine rastlanıyor ama benzer örnekleri çokça aşan, anlamlandırılması zor çarpıcı ayrıntılar var.

Meselenin özü "Berkin Elvan’ın cenazesine katılma suçu" olsa da, bir cenazeye son görevini yapmanın suç haline getirilmesi için harcanan çaba karşısında soruyor insan:

Neden gençlere bu kadar düşmansınız ?

Neden gelecekleri için bu kadar kolay kalem kırıyorsunuz?

14 yaşında bir çocuğun, yoğun bakımda gün be gün eriyerek bitmesi sizin hiç mi vicdanınızı sızlatmadı ki, onun cenazesine bile katılınmasına tahammülünüz yok?

Hadi davanın insani boyutundan vaz geçtik, ya hukuki boyutu?

Ya o ‘delil’ diye dosyaya konulanlar?

İnanamayacaksınız muhtemelen ama bu dosyada,12 Eylül CD’si bulundurmak, 12 Eylül darbesini öğrenmeye çalışmak bir suç kanıtı!

Avukat Kıvanç Kayaoğlu’nun iddianameye göre "örgütsel doküman" olan, 12 Eylül CD’si ile ilgili söylediklerini aynen aktarıyorum. Kuşaktan kuşağa süren adaletsizliğin kısa tarihi gibi:

"Müvekkilimin, cenaze töreni sırasında herhangi bir pankart ve flama taşımadığını söylüyoruz, kaldı ki BERKİN'in hesabı sorulacak şeklinde bir pankart taşısa dahi bunun suç olduğunu düşünmüyoruz, zira bu pankarttan kastedilen adli makamlar tarafından cezalandırılma sürecidir, ayrıca müvekkilimin evinde bulunan kitapların, müvekkilimin tarihe ilgisinden dolayı bulunan kitaplardır, evinde bulunan 12 Eylül CD'si dosyaya delil olarak sunulmuştur, müvekkilimin babası, 12 Eylül dönemi mağdurudur, bu sebeple müvekkilim 12 Eylül dönemi ve diğer tarihi süreçlerle yakından ilgilidir, evinde her türden kitap vardır, bize göre suç unsuru oluşmamıştır, derhal beraat kararı verilmesi ve tahliye kararı verilmesini talep ediyoruz."

Berkay’ın dayısı ve aynı zamanda avukatları arasında olan Şenol Kolçak’ın savunmasındaki iddia ise 12 Eylül’den bu güne değişmeyen yönetim zihniyetinin yargı mekanizması içindeki kökleşmesinin örneği.

"Yaşanan süreci bizzat yakından gördüm, müvekkilim üniversite öğrencisidir, ben, ilkokuldan liseye kadar kendisini okuttum, bizzat yakından takip ediyorum, Savcı, tarafından arama kararı verildiği zaman, ben ve müvekkilim bizzat Savcılığa giderek ifade vermek istedik, savcı bey, ifade bittikten sonra ’çok güzel savunma verdiniz ancak ben, ahdettim, sizi, tutuklamaya sevk edeceğim’ dedi"

Şunu ekleyelim; savcının iddialarını dayandırdığı fezleke, FETÖ’den ihraç edilen ve tutuklanan polislerin hazırladığı fezleke.

Adeta "kendileri içeride ama zihniyetleri iktidarda"…

***

BERKAY’DAN MEKTUP VAR

Berkay Ustabaş ve arkadaşlarının 1 Kasım’da duruşması var.

Kamuoyuna bir mektup yazmış.

Berkay’ın mektubunu ben de size ulaştırıyorum.

Okuyun lütfen…

"Merhaba,

Bu mektubu size evimden ve üniversitemden yaklaşık 600 kilometre uzaktan, Kırıkkale F Tipi Kapalı Hapishanesi’nden yazıyorum. Bu mektubun kamuoyuyla paylaşılmasının, benim de aralarında olduğum tutuklu on binlerce üniversite öğrencisinin adalet arayışına bir ses olacağını düşünüyorum.

10 ay önceye dek İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans öğrencisiydim. Vizeleri yükseltmek, finallere çalışmak ve nihayetinde Haziran ayında okulu bitirmek gibi günlük planlar yaparken, Türkiye tarihinin en kitlesel cenazesi olarak kayıtlara geçen bir cenazeye katıldığım gerekçesiyle tutuklandım. Evet, Gezi direnişi sırasında polisin zet silahıyla başından yaraladığı ve 269 gün komada kaldıktan sonra yaşamını yitiren 15 yaşındaki Berkin Elvan’dan bahsediyorum.

20 Aralık 2017’de neredeyse 20 yıldır ikamet ettiğim evim özel harekat polisleri tarafından basıldı. Annem ve 80 yaşını aşmış anneannemin üzerine silahların doğrultulduğu, kötü muamele ve hakarete maruz bırakıldıkları baskın sırasında evden tamamı yasal ve künyeli birkaç kitap ve derginin yanı sıra duvarımdaki şiire ve 12 Eylül askeri darbesini anlatan hemen her kitapçıda rastlayabileceğiniz bir belgesel cd’cine "delil" niyetine el konuldu.

Baskından birkaç gün sonra kendi ayağımla gittiğim savcılıkta ifademi alan savcı Necip Sarı, "kaçma" ve "delil karartma" şüphelerinin var olduğu iddiasıyla tutuklanmamı istedi. Beni tutuklamaya sevk ederken de "Aslında kendinizi çok iyi savundunuz, haklı olabilirsiniz. Ama biz ahdettik, tutuklayacağız" demeyi unutmadı. Sevk edildiğim Sulh-Ceza Hakimliği ise yaklaşık yarım dakika içerisinde tutuklanmam yönünde karar verdi. Kısacası hakim-savcıların jet kararı ve oldubittisiyle önce Metris’e, ardından Silivri 9 No’lu Kapalı Hapishanesi’ne; 23 Ocak’ta ise ikametimden 600 kilometre ötedeki Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildim.

Herhangi bir Hukuka Giriş kitabını açın ve bakın: Hepsinde tutuklamaya gerekçe olabilecek iki eylemden söz edilecektir. Biri "kaçma şüphesi", diğeri ise "delillerin karatılma ihtimali". Şimdi soruyorum, evime yönelik baskından hemen sonra üstelik gözaltında dahi değilken soruşturma savcısına kendi ayağımla giderek ifade vermişken, dahası 20 yıldır aynı yerde ikamet ettiğim ve aynı kentte üniversite okuduğum göz önüne alındığında nasıl bir kaçma şüphesinden söz edilebilir? Yine soruyorum: Beş yıl önce katıldığım ve dönemin neredeyse tüm gazetelerinin ilk sayfasından duyurduğu bir cenazenin yazılı ve görsel tüm delilleri ortadayken hangi delilin toplanması gerekçe gösterilerek 3 duruşmadır tahliye edilmiyorum? Ve elbette savcı, kimlere, neden ve nasıl ahdetmiştir ki 10 aydır ailemden ve arkadaşlarımdan uzakta bir hapishane hücresinde tutuluyorum? Ve yine İstanbul’da doğup büyümüş, ailesi de bu kentte yaşayan biri olarak neden ve hangi gerekçelerle Kırıkkale’deyim?

Memleketin topyekûn bir açıkhava hapishanesine çevrildiği ülkemizde "naiflikle" suçlanmak pahasına şunları da eklemiş olayım: İstisnai bir tedbir olması gereken tutuklamanın cezai tedbir olarak uygulanması hangi hukuk normlarına dayanmaktadır? Tutuklama terörü yetmezmiş gibi, sürgünler eliyle ceza içinde ceza dayatılırken bu durum benimle birlikte ailemi de cezalandırma çabasından başka ne diye adlandırılabilir?

Bir de SEGBİS meselesi var tabi… Kırıkkale’ye sürgün edilmemi bahane eden mahkeme heyeti, 3 duruşmadır "mesafenin uzaklığını" gerekçe göstererek mahkemede savunma yapma hakkımı elimden alıyor. Şimdi düşünün, bir tutuklunun heyecanla beklediği, kimi zaman gün saydığı mahkemesini takip dahi edemediğini, avukatının yüzünü bile görmesinin engellendiğini, daha da vahimi sık sık ses kesilmesi sebebiyle mahkeme sonucunu gardiyandan öğrendiğini…

Küçücük bir ekrandan piksel tanecikleri olarak gördüğüm mahkeme heyeti, "kopyala-yapıştır" şeklinde hazırlanan iddianamede tutuklandığım sırada "gözaltında olduğum" gibi onlarca apaçık teknik yanlışı düzeltme zahmetine dahi girmedi. "Tutukluluğuma devam" kararı için ise hemen her eylemde atılan, dahası Berkin’in cenazesinde 2.5 milyon kişinin aynı anda attığı slogan "gerekçe" olarak kayda geçti. Kısacası iki buçuk milyon kişinin attığı slogan attığı için beni yargılamayı uygun gördüler! Açıkça ifade edebilirim ki, belki de mahkeme heyetinin dosya kapsamında sorduğu en somut sorular, "Neden evinden hep sol görüşte kitaplar çıktı?" ve "Neden sadece yakın tarihle ilgili kitapları okuyorsun?" oldu. Bu sorular ve sonrasında verilen kararlar bana Nazi iktidarının sembol yargıcı olarak hatırlanan Freisler’in Reich halk mahkemelerinin başyargıcı olarak göreve getirildikten sonra Hitler’e yazdığı mektuptaki şu satırları hatırlatıyor: "Führer’im halk mahkemeleri, bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız, nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır."

Adalet kurumlarının işlediği hemen her yerde işlenen suça karşılık gelen cezaya dair aşağı yukarı bir tahmininiz olur. Oysa evrensel ve demokratik hukuk kurallarının değil, keyfiyetin egemen olduğu, biatın hukuktan daha itibarlı hale getirilip "iktidara yakın olup olmamanın" politik davaların tek belirleyeni olduğu ülkemizde ne yazık ki içerisinde bulunduğum davaya dair herhangi bir tahminde bulunmam güç. Mafya artıklarının, uyuşturucu satıcılarının, kadın katillerinin, tecavüzcülerin "kader mahkumu" denilerek dışarıya salınmalarının altyapısı döşenirken, kendilerine dayatılan "kaderi" değiştirmek isteyen yüzlerce sendikacıya, gazeteciye, siyasetçiye ve öğrenciye ise duvarın öte yanında tutulmak reva görülüyor. Kişiye özel yargı kararı, kayırma ya da ayrıcalık değil beklediğim! Hukuk dışı bir soruşturma ve beraberindeki tutuklama ile hak ve özgürlüğü 10 aydır gasp edilen bir üniversite öğrencisi ve yurttaş olarak hukuk çerçevesinde hareket edilmesini, davranış ya da eylemlerin yaptırımının keyfiyete değil yasaya göre değerlendirilmesini; kısacası memleketimizde adaletin ve demokrasinin hakim olmasını istiyorum.

Bir sonraki duruşmanın görüleceği tarih olan 1 Kasım’a dek sesimi duyurmama destek olacağınıza inanıyor, eşit ve özgür günlerde yeniden bir arada olmak dileğiyle çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.

Berkay Ustabaş

Ekim, 2018"

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi