Cumhur İttifakı’nın geleceği ‘Kaşıkçı’da gizli

Dışarıda ve içeride yeniden “şantaj- kaset-tehdit” üçgeninde, her zamankinden daha çirkin bir siyaset yönetimine tanıklık edeceğiz.

Siyasetin gündemini yine iktidar güçleri belirlemeye başladı; ‘Cumhur ittifakı sürer mi, sürmez mi, bitti mi biter mi?’

Muhalefet onca malzemeye rağmen gündem yaratamama halini sürdürdüğü için meydan iktidar güçlerine bırakılmış durumda.

Cumhur ittifakının yerel seçimler için bir ittifak yapmayacağı belli oldu. Farklı nedenlerle MHP’nin de AKP’nin de bu ittifaktan bir yarar sağlamayacağı görüşünde oldukları anlaşılıyor.

Kimi yorumculara göre MHP, giderek ağırlaşan ekonomik krizin faturasına ortak olmak istemediğinden ittifaktan sıyrılmaya çalışırken, AKP de MHP’nin muhafazakar Kürt oylarını kaybettireceğini görerek ittifaktan kaçınıyor.

Seçimlere ‘siyaset zamanı ‘ndan bakılırsa epey vakit olsa da, durumun beklenmedik nedenlerle değişme olasılığı varsa da, bu olasılığı düşük görenlerdenim.

İttifak içinde yaşanan gerilime, yalnızca Danıştay’ın "ant"ı okullara geri döndürmesi , "af" ya da belediyeleri paylaşamama meselesi üzerinden bakılamayacağı için.

Aslında gerilim, "ant" kararı ile birlikte ipucunu veren çok daha temel nedenlerle zaten ittifakın içinde saklıydı ve çok daha önceye dayanıyordu.

Örneğin AKP-MHP ilişkisinin henüz balayı döneminde olduğu zaman diliminde bile özellikle MHP tabanının rahatsızlığı su yüzüne sıklıkla çıkıyor, hatta milletvekillerinin dilinden kamuoyuna yansıyordu.

24 Haziran seçim çalışmaları sırasında Tokat, Manisa, Mersin gibi pek çok yerde AKP ile MHP seçmenleri arasında kavgalar çıkmıştı. Taban pek de sindirmemişti bu birlikteliği.

Seçimlerin hemen ertesinde MHP Genel Başkan Yardımcısı Sefer Aycan’ın "Erdoğan’ı kurtardık. Siyaseti bundan sonra biz yapacağız. Biz ne dersek, o olacaktır" iddiası erken bir güç gösterisinin işaretiydi.

Belki de en önemlisi, Yenikap’da "Parlamenter rejime dönüş ve başkanlık sisteminden vazgeçiş" üzerine ortaklaşan MHP’nin neden bu deklarasyona rağmen başkanlık sistemine destek verdiği sorusunun yanıtında saklı.

‘Çekirdek devlet’in siyasal alandaki temsilcisi Devlet Bahçeli ve ‘şürekası’ çok mümkün ki, demokrasi ve hukukun yok edildiği bir rejimi yeniden ele geçirmenin daha kolay olacağı hatta zaten askıya alınmış olan anayasanın da engel olmaktan kalktığı bir sürecin leyhlerine çalışacağı hesabını yapmışlardı.

FETÖ’den boşalan komutanlıklara, bürokrasiye, emniyete yeniden Avrasyacı kadroların atanması dikkat çekiciydi. Doğu Perinçek’ın hangi sıfatla olduğu belirsiz Çin temasları ardından Türkiye’ye Çin’den 3.6 milyar dolar kredi gelmesi de bir kanadın gücünü artırmış gibi görünüyordu.

Kısa zamanda anlaşıldı ki, bu destek ne AKP’nin oy oranını artırıyor ne de Avrasya ülkelerinden ekonomik krize deva olacak ölçüde para akıyordu.

Hesaplar yeniden yapılırken "Kaşıkçı cinayeti" düştü gündeme.

Yılların siyasetçisi Hüsamettin Cindoruk’un bir açıklamasında dediği gibi artık "Türkiye’de siyaset dış dinamiklerle yön belirleyecek"ti.

Nitekim uzun süredir gerilimli seyreden ABD-Türkiye ilişkilerinde buzların eridiği, "Kaşıkçı" olayının yarattığı ortak fırsatların iki ülkeyi yakınlaştırdığı yansımaya başladı medyaya.

Gerçi bu yakınlaşmada, Eski İngiliz Büyükselçisi Craig Murray’in "CIA Başkanı, Erdoğan’ı Kanal İstanbul yolsuzluğu ile tehdit etti" iddiasının etkili olduğu öne sürülse de bundan böyle Ortadoğu’da ve dolayısıyla iç siyasette kartlar yeniden karılacak gibi.

Türkiye henüz Kaşıkçı cinayetinde elindeki tüm belge ve bilgileri açıklamış değil. Hangi koşullarda açıklayacağı ya da sümen altı edip etmeyeceği getirip götürecekleriyle doğru orantılı.

Konunun Cumhur ittifakıyla ilişkisi de tam bu noktada.

Erdoğan’ın (yeniden taımlanan) BOP’a yanaştığının konuşulduğu bu günlerde, MHP ile yaşanan gerilimin tırmanması tesadüf değil.

Gerilimin kamuoyuna yansıyan boyuttan çok daha derin olduğunu, Devlet Bahçeli’nin kaseti olduğu iddialarının ortalığa saçılmasından anlayabiliyoruz.

İttifak güçleri arasındaki gerilimin açık çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceği, Erdoğan’ın dışarıda hangi güç merkezine yanaşacağı veya şimdiye kadar sürdürdüğü ‘iki tarafı da idare etme siyasetini ‘ ne kadar götürebileceği ile ilgili.

Ya da belki şöyle demek lazım; dışarıda ve içeride yeniden "şantaj- kaset-tehdit" üçgeninde, her zamankinden daha çirkin bir siyaset yönetimine tanıklık edeceğiz.

Yerel seçimlere dört ay gibi çok uzun bir süre olduğu göz önüne alınırsa, daha şaşıracağımız çok şey olacak demektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi