Kaşıkçı cinayetinde ‘McKinsey’li sorular

Gazetecilerin, yazarların, sendikacıların, akademisyenlerin, sivil toplum aktivistlerinin yargılanmasında McKinsey’in payı var mı?

Türkiye’deki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda öldürüldüğü kesinleşen ama cesedi hâlâ bulunamayan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı olayında, başından beri en ilginç bilgiler yabancı basından geldi.  Ama ‘bazı’ Türk yetkililere dayandırılarak.

Hepsi birbirinden ürkütücü ayrıntılar, iddialar, kamera görüntüleri ve ses kayıtlarına ilişkin tapeler peş peşe medyaya servis edildi.

Doğrusu yeri, işleniş biçimi ve nedenleri fazlasıyla yeterli geldiğinden cinayetin başka hiçbir ayrıntısını duymak istemedim.

Tanık olduğumuz onca travmatik olayın içinden hiç olmazsa birine uzak kalayım dedim ama öyle tuhaf bilgiler, açıklamalar peş peşe servis ediliyordu ki bu kararlılığı sürdürmek mümkün olmadı.

Üstelik ilgilendikçe açıklığa kavuştuğu kabul edilmiş noktalar bile bende soru işareti doğurmaya ve merakımı artırmaya başladı.

Olayın ulusal ya da uluslararası etkilerine, aktörlerin fayda ve zararlarına, pazarlık konularına falan girmeden öncelikle bazı çelişkileri ve soruları şuraya not etmekle yetineceğim.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay, Cemal Kaşıkçı ile öldürülmesinden bir ay önce görüşüyor. Kaşıkçı muhaliflerin Suudi yönetimin hedefinde olduğunu söylüyor.  Nitekim nişanlısından da, konsolosluktan bir saat içinde çıkamazsa Aktay’ı ve Türk-Arap Medya Derneği Başkanı Turan Kışlakçı’yı aramasını istiyor.

Bunu açıklayan Yasin Aktay’ın kendisi.

Peki Kaşıkçı’nın nişanlısı Türk vatandaşı Hatice Cengiz, bir TV kanalına yaptığı ilk açıklamada ne diyor:

"Konsolosluğa giderken, başıma bir şey gelirse Yasin Hoca'yı ara gibi bir şey söylemedi. Bana sıkı sıkıya tembih etse, ciddi bir endişesi var ve ben çok geç aramışım büyük bir ihmal var demektir bu. İkinci gidişinde hiç tereddüdü yoktu. Bu anlamda bu bilgi önemli."

Bu bilgi gerçekten önemli, çünkü Kaşıkçı saat 13.00 civarında konsolosluğa giriyor, Hatice Cengiz saat 16.40’ta Yasin Aktay’ı haberdar ediyor.

Dönelim Aktay’ın açıklamasına:

"Saat 13.00'te evrakın hazır diye bekliyor. O saatte de 2 uçak dolusu insan geliyor ve aynı saatlerde konsoloslukta bulunuyor. Bana 16.40 civarı haber veriliyor. 3 saat 40 dakika sonra ilk haber alanın ben olduğumu anlıyorum. Ben gerekli yetkililere haber veriyorum. Bütün tedbirlerin de alındığını biliyorum."

Yasin Aktay önemli bir şey daha ekliyor:

"Türk emniyeti, istihbaratı hiçbir şey kaçmaz ondan. Eğer bir operasyon o saatten sonra yapılmış olsaydı kesinlikle yapılamazdı. Belli ki 13.00 ile 16.40 arasında bir şey yapılmış olacak."

Cengiz aynı açıklamada "konsolosluğun mesaisinin ne zaman bittiğini sordum, 15.30 dedi, ben bunu sorduğumda saat 16.00'ydı" diyor.

Cengiz’in konsolosluğun kapanma saatini o saate kadar bilmemesindeki tuhaflığı ve Aktay’ın açıklamalarıyla çelişmesini bir yana koysak bile şu sorular ortaya çıkıyor:

Eğer Aktay aranmakta geç kalınmasa Kaşıkçı’nın öldürülmesi ya da cesedin yok edilmesi engellenebilir miydi?

Suudi yetkililerin olayın ilk 7-8 dakika içinde gerçekleştiğini söylemesi hedef saptırma mı?

Bir başka tuhaflık, Kaşıkçı’nın konsolosluktan çıktığına inandırmak için ‘dublör’ olarak kullanıldığı iddia edilen kişinin görüntüsüydü. Kaşıkçı’ya benzetmek için bıyığı, gür saçları, saç rengi ile bile uğraşma zahmetine girmemeleri nasıl açıklanır? Ve kamuoyunu bu yönde ikna etmeye çalışan Akmedya dışında Kaşıkçı’yla bir benzerlik bulan oldu mu gerçekten?

Kaşıkçı’dan önce konsolosluğa gelip, iki saat sonra konsolosluktan ayrılan, biri siyah ve camları filmle kaplı minibüsün durdurulması ya da izlenmesi mümkün olabilir miydi?

İki özel uçakla geldikleri ve aynı gün Türkiye’yi terk ettikleri belirtilen infazı gerçekleştirdiği öne sürülen 15 kişinin gelişi ve gidişi Aktay’ın deyişiyle ‘hiçbir şeyin kaçmadığı’ Türk emniyeti ve istihbaratından nasıl kaçtı? Üstelik söz konusu kişiler, o gün saat 21.00’e kadar İstanbul’da dolanıp dururken.

Başkanın ve danışmanı Aktay’ın yakın dostu bir ismin bütün güvenlik kaygılarına rağmen hiçbir koruma önlemi alınmamış oluşu doğal mı?

Kaşıkçı’ya içeride yapılanlara ilişkin elinde ses kaydı bulunan bir ülkenin, bu denli derin dinleme faaliyetlerine rağmen cinayeti önleyememiş olması nasıl açıklanır?

Israrla Suudi yönetiminden istenen ‘yerli işbirlikçi’yi bizim ‘hiçbir şeyi kaçırmaz’ istihbaratçılarımız bulamıyor mu?

Konsolosluk ve rezidansın yasal olarak aranılabilirliğine rağmen beklenmesi, konsolosun ülkeden ayrılmasına izin verilmesi gibi çok tartışılan noktalara hiç değinmeyeceğim.

Kaşıkçı olayının Türkiye kamuoyunu ve özellikle muhalif kesimi çok yakından ilgilendiren yeni bir boyutu ortaya çıktı ki, asıl bunu gündeme taşımak gerekir.

ABD'de Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi (CAIR) 3 Kasım’da Kaşıkçı'yı anma etkinliği düzenliyor.

Panelin konuşmacılarından biri de Gazetecileri Koruma Komitesi Başkanı da olan gazeteci Courtney Radsch’dı.

Sputnuk’te yer alan habere göre, Radsch 2008'de Suudi Arabistan'ın fonladığı Dubai merkezli Arap uydu kanalı Al Arabiya'da çalıştığını ve muhalif gazetecilere yapılan baskılara bizzat tanık olduğunu anlattıktan sonra  "Suudi Arabistan yönetimi, sosyal medya stratejilerini geliştirmek için ABD'li PR şirketlerine ve kendilerine muhalif gazetecileri belirlemek için McKinsey şirketine milyonlarca dolar para ödedi" dedi.

Suudi yönetiminin muhalif gazetecileri takip ettirdiğini söyleyen Radsch, Kaşıkçı’nın İsrail tarafından üretilip bir Amerikalı şirket tarafından pazarlanan Pegasus adlı yazılım programıyla gözetlendiğini de söyledi.

Hani ekonomik danışmanlık vermek üzere anlaşılan ama tepkiler üzerine Tayyip Erdoğan'ın iptal edildiğini söylediği ABD'li yönetim danışmanlık firması McKinsey var ya, işte o şirket, sözü edilen.

Erdoğan’ın iptal edildiğini söylediği anlaşmanın aslında bir buçuk yıl önce yapıldığını da HDP milletvekili Garo Paylan’dan öğrenmiştik.

Şimdi soru şu; sorumluluk alanı ekonomik danışmanlık olarak bilinen bir şirket anlaşmalı olduğu ülkelerde muhalifleri izleme hizmetleri de mi veriyor?

Türkiye’de gizli bir anlaşmayla bir buçuk yıl faaliyette bulunan McKinsey iktidara muhalifleri çeşitli araçlarla belirleme-izleme-gözetleme ve etki alanlarını ölçme hizmeti de verdi mi?

Gazetecilerin, yazarların, sendikacıların, akademisyenlerin, sivil toplum aktivistlerinin yargılanmasında McKinsey’in payı var mı?

Muhalefet partilerinin ‘ant’ ve ‘ezan’ konuları kadar bu konuyla da ilgileneceklerini umuyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi