Minareler hâlâ süngüyse dövüşmeye hazır olun

İktidarın tutum değişikliğine gitmeyeceğini göstermesi muhalefete çok önemli bir ikinci fırsat sunarken, 800 bini aşan bir farka imza atan seçmenler de bir görev yüklüyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, AKP Genel Başkanı olarak salı günü yaptığı grup konuşmasını özetlersek 17 yıldır sürdürdüğü takiye siyasetinden bir milim sapmamış.

Önce "millet iradesine saygılıyız" falan diye 800 bin oy farkı karşısında mecbur kaldığı lafları edip sırayı savdıktan sonra sadede geldi  "kutlu yürüyüş"ten dönmeyeceklerini belirtti. "Camiler kışlamız, minareler süngümüz" hatırlatmasını da ekleyerek, İstanbul Belediyesi’ni kaybetmiş olmanın asla geri adım attırmayacağı mesajını verdi.

Siyaseten vuruşmaya hazırlanan Erdoğan, konuşmasının bir yerinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişi "büyük bir reform" olarak tanımladıktan sonra, seçimin hemen ardından dillendirilmeye başlanan başkanlık sistemine ilişkin tartışmalarda ön almak için "Uygulamanın yerleşmesi elbette zaman alacaktır. Ancak genel hatlarıyla ülkemizin uyum sağladığını görüyoruz" iddiasında da bulundu.

Hemen ertesinde ‘koalisyon ortağı’ MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de "Cumhur İttifakı’na devam" mesajlarıyla Erdoğan’a destek verdi.  

AKP-MHP blokunun seçim hezimetini savuşturmak için "en iyi savunma saldırıdır" mottosuna devamda anlaştıkları görülüyor.       

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile jet hızıyla belediye başkanlarının yetkilerini elinden alınması, İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na açılan dava ve siyasi saldırılar ile sayılamayacak kadar uzun hukuki taciz listesine bakılırsa yenileri sırasını bekliyor.    

İktidarın, alacağı tutumla ilgili hiç ikileme yer bırakmaması İstanbul seçimlerindeki zaferin ardından muhalefete çok önemli bir ikinci fırsat sunarken, 800 bini aşan bir farka imza atan seçmenler de bir görev yüklüyor. Ki bu seçmen kitlesinin tüm Türkiye’yi yansıtacak bir çeşitliliğe sahip olduğu genel kabul. 

Rejimi değiştirmek ve demokratik hukuk devleti için kolları sıvamak öncelikle muhalefet partilerinin sorumluluğunda.

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in, "Ekrem İmamoğlu'nun vaatlerini yerine getirmesini engellemek istiyorsunuz. Bu, yerel sivil darbedir. Türkiye’yi direnmeye çağıracağız" çıkışı, sadece bir kararnameye karşı değil aynı zamanda rejimi teşhir etme ve anayasayı değiştirme yönünde bir çağrı niteliği taşısaydı keşke.     

Sonuçta her kararname için bu çağrı yapılamayacağına göre, muhalefetin ana gövdesini oluşturan CHP’den beklenen eşitlikçi, demokratik bir anayasa için tüm toplumsal kesimlerle bir uzlaşma masası kurmak.   

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısında yaptığı konuşmada buna işaret eden ifadeler olsa da netlik taşımıyordu.

"Bu seçimin bir anlamı daha vardı: Halk tarafsız bir cumhurbaşkanı istediği mesajını verdi. Tarafsızlık konusunda bir referanduma hazırız. Gelsinler yapalım o referandumu" sözleri mesela…  

Yani CHP için, Erdoğan AKP Genel Başkanlığından ayrılsa ve cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya devam etse ‘bağımsız’ mı sayılacak?

Kılıçdaroğlu "Bütün siyasi partilere açık ve net çağrımdır: Biz her şeye hazırız. Tek adam rejimini kaldıralım, güçlü bir demokratik sistem kuralım" da dedi ama beklenen somut adımlar atılması.

CHP’nin kronik sorunu ya da tercihi muhalif kesimlerle değil her defasında iktidarla uzlaşacak bir formülde karar kılması. İktidardan hoşnut olmayan kesimlere yeterince cesur ve kararlı bir vizyon sunamaması CHP için aşılması gereken önemli bir güven sorunu olarak durduğu yerde duruyor.

Öcalan’ın mektubuna Devlet Bahçeli’nin bile sessiz kaldığı hatta ‘dinlemedikleri’ varsayımıyla neredeyse HDP’yi azarlayacak kadar ‘ehlileştiği’ bir siyasal iklimde CHP’nin hâlâ HDP’yle bir arada görünme çekincesi anlaşılır gibi değil.

Seçimler boyunca sahada, seçim zaferinin ardından alanlarda birbirini kucaklayan, selamlayan Kürt-Türk, Alevi- Sünni, dindar-dinsiz tüm kesimler, yani taban tıpkı Gezi’deki gibi açık bir mesaj verdi.

Gezi’nin mesajını değerlendiremeyen CHP eğer aynı yanlışta ısrar ederek bu önemli zaferi sönümlendirmek yerine yükselen dalgayı arkasına almayı seçerse Türkiye’yi sıkıştığı bu cendereden kurtarır.

S-400 ve F-35 meselesini Türkiye’nin Batı ya da Avrasya blokunu seçmesi olarak değil de "savunma meselesi" olarak tercüme etmesi, meseleyi Meclis’e taşımak yerine Hulusi Akar’ın özel odalardaki ikna turlarına "olur" vermesi, askerlik yasasını toplumda tartışmaya açmaması, ekonomik çıkmaza destek vereceğini söylemesi CHP’ye karşı güvensizlik yaratan örneklerden.

Dış politikada denge siyasetinin sonuna gelinmesi, ekonomik çöküşün ağırlaşması bu ucube rejimin sonuçlarından olduğuna göre ayrı meseleler gibi siyasi tutum almak CHP’nin de pek değişmediğinin göstergesi.   

Belki de AKP-MHP blokunun ağır hezimete rağmen bu denli pervasız olmasında CHP yönetiminin elde ettiği başarıyı, kendilerini iktidardan indirecek bir hamleye dönüştüremeyeceğine olan inancı.             

Oysa çok yeni bir araştırmaya göre toplumun yüzde 60’ı cumhurbaşkanlığı sisteminin değişmesinden yana.

HDP’nin yeni anayasa için harekete geçtiğini ve uzlaşmaya hazır olduğunu  Eş Genel Başkanı Sezai Temelli "Toplumsal muhalefetin tüm öznelerinin yer aldığı bir girişimle, eşit yurttaşlık temelinde yeni anayasa yapılması gerekiyor" sözleriyle açıkladı.

23 Haziran seçimleri sonrasında, 274 sivil toplum örgütü de yeni anayasa çağrısı yaptı. Denge ve Denetleme Ağı tarafından yapılan açıklamada meclisteki tüm partiler bir araya gelmeye davet edildi.

Sol, sosyalist kesimleri, bağımsız STK’ları da içine alacak bir değişim hareketi için moral üstünlük de, ekonomik ve siyasal iklim de hazır.

Başka deyişle un var, şeker var, yağ var, şimdi helva bekleniyor.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi