Demirtaş’sız HDP ne yapar?

Elbet, mücadele kişilere endekslenemeyecek kadar değerlidir ancak bazı kişilikler vardır ki mücadelenin sembolüdürler. Demirtaş artık özgürlük mücadelesinin sembolüdür.

HDP açısından siyasetin zor ama bir o kadar önemli evrelerinin birinden daha geçiliyor. HDP de bunun farkında. Yeni döneme özgü yapılanma için arayışlara girmesi, tartışmalar yürütmesi, konferanslar düzenlemesi, yeni dönemin yönetiminin nasıl şekilleneceğine ilişkin konuşulanları tabana yayması, tüm bu süreci tamamladıktan sonra kongreye gitmek istemesi de bundan.

Tüm bunlar bir yana ama bu döneme imzasını vuracak gelişmenin, Demirtaş’ın HDP Eş Genel Başkanlığı’nı bırakacağı yönündeki açıklaması olacağı çok açık.

Demirtaş, görüşlerini bir mektupla kamuoyuna açıkladı; dedikleri açık:

"11 Şubat’ta gerçekleşecek olan Olağan Kongremizde, Parti Meclisimiz, Merkez Yürütme Kurulumuz ve diğer yönetim organlarımızda güçlendirme amacıyla değişikliklere gidilecektir. Yeni siyasal mücadele dönemini daha güçlü karşılamak, demokratik siyasete demokrasi kültürünü kazandırmak, koltuk ve makam için değil halk adına siyaset yapma bilincini geliştirmek ve yeni arkadaşlarla, yeni bir heyecanla yola devam etmek için bu kongrede Eş Genel Başkanlığa aday olmayacağımın şimdiden bilinmesini istiyorum."

Bu kararın önü ve ardı da var…

Önünde, Erdoğan’ın topluma karşı işlediği suçların ve baskı rejiminin dökümü, ardında ise bu rejimi alt etmek için çizilen yol haritasını açıklamış, Demirtaş. Daha da önemlisi, mücadeleden vazgeçmediğini, partinin eşbaşkanı olmasa da eşbaşkan sorumluluğu ile üzerine düşen her görevi yerine getireceğini, net biçimde izah etmiş.

Demirtaş’ın eşbaşkan adayı olmayacağına dair kararı bir günde almadığı belli. Bu durum, partinin üst yönetiminin açıklamalarındaki satır araları okunduğunda da anlaşılıyor.

HDP İzmir Milletvekili, partinin Onursal Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Demirtaş’ın kararını Erdoğan iktidarının yaptıklarına bağladı ve durumu, "Eşbaşkanı cezaevinde olan bir parti olarak HDP günlük işlerini teknik olarak yürütmekte zorluk çekiyor. HDP’nin işlerini sürdürmesi daima cezaevi yönetimlerinin gözetimine sokulmuş oluyor" diyerek açıkladı. Kürkçü, Demirtaş’ın eğiliminin de bu yönde olduğunu söyledi.

Kürkçü’den önce ve sonra partinin diğer yöneticileri de açıklamalar yaptılar. Diğerlerinin ortak yanı, HDP’nin bir ilke partisi olduğu yönündeydi. Bir kısmı da çok genel geçer açıklamalarla mücadelenin kişilere endekslenemeyeceği yönünde görüş belirtti. Elbet görüşleri farklı olsa da birçoğu Demirtaş’ın hakkını teslim etti.

Tüm bunların üzerine son açıklama Parti’nin Meclis Grubu’ndan geldi:

"TBMM Meclis Grubu olarak, Edirne Cezaevi'nde haksız ve hukuksuzca rehin tutulan Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın HDP 3. Olağan Kongresi'nde, 'Yeni siyasal mücadele dönemini daha güçlü karşılamak, demokratik siyasete demokrasi kültürünü kazandırmak, koltuk ve makam için değil halk adına siyaset yapma bilincini geliştirmek ve yeni arkadaşlarla, yeni bir heyecanla yola devam etmek için bu kongrede Eş Genel Başkanlığa aday olmama' kararını üzüntü ama saygıyla karşılıyoruz."

Demirtaş’ın kararının altında başka bit yeniği arayanlar da oldu ama kanımca bu açıklamalar, en önemlisi de Demirtaş’ın belirttikleri bize, aslında Demirtaş’ın aday olmama kararlılığını gösteriyor. Demirtaş aday olmak isteseydi önünde ciddi bir engel yoktu. HDP’nin daha yola çıkarken belirlediği, bir kişinin partide aynı görevi iki dönemden fazla yapmamasına ilişkin ilkesel bir yaklaşımı var. Açık söyleyelim; Demirtaş aday olsaydı, bu da aşılırdı. Ancak HDP’nin üst düzey yöneticilerinin açıklamalarının bir kısmı ne kadar ikna edici olmasa da sonuçta tüm yollar bizi Demirtaş’ın aday olmama kararlılığına götürüyor. Yani Demirtaş’ı istemeyen bir yönetim ve taban yok. Tam aksine Demirtaş’ın aday olmama kararına gerekçe üreten bir yönetim ve yöneticiler; Demirtaş’ı her şeye rağmen başkan olarak görmek isteyen büyük bir kitle; ancak en önemlisi ise aday olmayarak da Türkiye siyasetine ders veren, siyaseti sadece mevki ile sınırlı görmeyen kararlı bir lider var.

Bu tartışmalar bâbında asıl dikkat edilmesi gereken, Demirtaş’ın eşbaşkan adayı olmama yönündeki bu kararlılığının nedeni/nedenleri olmalı.

Kanımca en önemli neden, lider olarak da rüştünü ispat eden Demirtaş’ın siyaseten duyduğu sorumluluk, bu sorumluluğun ona yüklediği büyük özveridir.

Peki, bu sorumluluk ve özveriyi nasıl açıklamak mümkün?

Çok açık ki Erdoğan, karşısındaki en kararlı liderin kim olduğunu biliyor.

Demirtaş da karşısındakinin kim olduğunu, ne yapacağını biliyor. Daha "Seni Başkan yaptırmayacağız" derken, onun kodlarını çözmüştü. Evet, her ikisi de birbirini biliyor. Ancak biz de biliyoruz ki her ikisi arasında çok ciddi farklar var.

Erdoğan’da vefa yok. Hayatını başkalarını ezerek geçiren ve ezdikçe de yükselen bir lider. Yükselmek için en yakınındakini bile harcamaktan çekinmedi. Gelinen noktada ise etrafında sadece çapsız, biatçı, tetikçi kişilikler bıraktı.

Demirtaş ise tam aksine kolektivizmi esas aldı, temsil ettiği kesimlerin taleplerini göz ardı etmedi, sadece Kürt sorunu değil tüm sorunların kalıcı çözümü için ise her türlü fedakârlığı yapacağını açıkça gösterdi. Açık söyleyeyim; karşısındakinin gözü karalığını bilen Demirtaş’ın göze aldığı fedakârlığa, hiç kuşku yok öldürülmek de dâhildi. Buna rağmen geri adım atmadı ki bu kararlılığının cezaevinde olmasına rağmen geniş kitleleri bugün bile nasıl etkilediğini çok rahat gözlemleyebilmek mümkün.

Demirtaş’ın eşbaşkanlık makamından feragat etmesi, Erdoğan gibi her şeyini düşmanlık üzerinden kurgulayan birini sevindiriyor olabilir. Siyaseti intikamın ve kinin bir aracı olarak gören biri için bu normal. Eminim ki Demirtaş eşbaşkanlığı bırakma kararıyla, Erdoğan’ın göreceli bir sevinç yaşayacağını kesinlikle hesaplamıştır. Demirtaş, Erdoğan’ın kendisine yönelik kişisel düşmanlığının HDP’ye dönük saldırıyı da arttırdığının farkında. Bu nedenledir ki bir kez daha lider olduğunu gösterdi, bir diğer deyimle HDP’ye fırsat verdi, parti kadrolarının önünü açtı, en önemlisi de meselenin makam olmadığını tüm topluma gösterdi.

Son söz, bu yaşananlardan alınması gereken derslere ilişkin...

2016 yılının 4 Kasım’ında gözaltına alınan, tutuklanan Demirtaş’a yapılanlar, ne yazık ki beklenen tepkiyi görmedi. O buna rağmen "yalnız kaldım" hissine kapılmadı, hep daha ağır bedeller ödeyenleri örnek verdi; daha da ötesi sorumluluğunu, içerde olsa bile bir kez daha direnerek gösterdi. Bir diğer deyimle uzun yılların birikimi olan direniş geleneğini bozmadı. En zayıf olunan yerde bile en güçlü mücadelenin nasıl verileceğini zerre eğilmeden, bükülmeden gösterdi. Net olan şu; teslim olmadı, olmayacak da...

HDP’ye ve HDP’lilere düşen, eşbaşkanlığı bırakarak HDP’nin önünü açan, Erdoğan’a ise "eşbaşkan olmasam da sana yeterim" diyen Demirtaş’ın kararlılığına kararlılık katmak, geliştireceği kapsamlı mücadeleyle Demirtaş’ı ve tüm tutsakları zindanlardan çıkarıp kitlelerle buluşturmaktır.

HDP’nin 11 Şubat’ta yapılacak kongresi mücadele hattını yeniden oluştururken, öncelikle yeni döneme ilişkin mücadeleyi ikirciksiz bir biçimde yürütecek bir yönetim oluşturmayı başarabilmeli, Demirtaş’ın tutumunun da kitleler içindeki yerinin de gösterdiği fedakârlık ve sorumluluğun boyutunu da hesaba katmalı.

Elbet, mücadele kişilere endekslenemeyecek kadar değerlidir ancak bazı kişilikler vardır ki mücadelenin sembolüdürler. Demirtaş gösterdiği kararlılık ile artık özgürlük mücadelesinin sembolüdür. Bu unutulmamalı, göz ardı edilmemeli.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi