Rusya’nın dümen suyunda İdlib politikası

Türkiye Kürtleri beka sorunu olarak görmeye devam ettikçe Tahran’da, Soçi’de olduğu gibi İdlib’de de başarısız olacak ve ‘Pis işlere’ bulaşacak.

Suriye iç savaşını sahada bitirecek son adım olarak nitelendirilen İdlib kuşatmasında cihatçı güçlere yönelik operasyon şimdilik ertelendi.

Putin ile Erdoğan arasında Soçi’de yapılan zirvede Türkiye’ye, cihatçı güçleri ikna ederek, oluşturulacak 15-20 kilometrelik silahtan arındırılmış bir bölgeye geçirip oradan da İdlib’i terk etmelerini sağlaması için 15 Ekim’e kadar süre verildi.

Böylece bir hafta önce Tahran’da İran’ın da katılımıyla yapılan zirvede, Erdoğan’ın reddedilen ateşkes önerisi yerine, Soçi’de Türkiye’ye bir ay süre daha tanınmış oldu.

Bu kararla İdlib’teki cihatçıların temizlenmesi konusu tamamen Türkiye’ye havale ediliyor. Ayrıca, Türkiye’nin cihatçı terör örgütleriyle yakın ilişki ve işbirliği de resmen bütün dünyaya duyurulmuş oluyor.

Çünkü zirve sonrasında yazılı bir mutabakat açıklandı.

Bu Türkiye’ye verilen ilk süre değil.

Mayıs 2017’den beri Türkiye İdlib’de Rusya ve İran’la birlikte ateşkes için belirlenen garantör ülkelerden biriydi.

Bir buçuk yıldır bu görevini yerine getirmedi, bir buçuk yıldır durumu idare etti. Bölgenin çevresinde 12 gözetim noktası kurmakla yetindi. Bu pozisyonunu bölgeye ilişkin niyetlerini gerçekleştirebilme umuduyla asker sokmak amacı için kullandı.

Şimdi daha da zorlaşan şartlar altında 15 Ekim’e kadar bunu yapabilmesi pek olası görünmüyor.

Üstelik Rusya, artık Ankara’ya yeni bir zaman tanımayı da pek düşünmüyor olmalı. Hatta zaman geçirmeden Türkiye’yi sıkıştırmaya başladığı bile söylenebilir.

Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov önceki gün yaptığı açıklamada, çatışmasızlık bölgesinin sınırlarının belirlendiğini, cihatçıların da aralarında bulunduğu muhalif grupların silah bırakarak arındırılmış bölgenin dışına çıkma konusunda işbirliğine ikna edilmesi gerektiğini açıkladı.

Tabii bu işi yapacak olan Türkiye.

Ankara, sırf İdlib operasyonunu geciktirebilmek ve mümkünse engelleyebilmek uğruna böylesine ‘pis bir işi’ üslenmiş bulunuyor.

‘Pis iş’ lafını AKP’nin eski dışişleri bakanı Yaşar Yakış’tan ödünç aldım.

TÜRKİYE BOYUNDAN BÜYÜK İŞLERE KALKIŞIYOR

Yakış Ahval’deki, ‘Türkiye’den İdlib krizinin en pis işi yapması bekleniyor’ başlıklı yazısında Putin’in, İdlib operasyonunu niçin bir ay ertelediğini de değerlendiriyor.

Putin’in, Türkiye ile gelişmekte olan ikili ilişkileri ve Ankara’yı Astana sürecinde masada tutmanın avantajlı olduğunu düşündüğü için Türkiye’nin taleplerini kabul etmiş olabileceğini söylüyor.

Buna karşılık sadece bir askeri operasyonu ertelemeyi kabul ettiğini ifade ediyor.

Ayrıca Putin’in, ABD ve Avrupa’nın operasyona karşı Türkiye’yi desteklemeye hazır tavırları karşısında zaman kazanmak istediği de bir gerçek. İlaveten, Şam yönetiminin İdlib’de zehirli gaz saldırısı hazırlığı içinde olduğuna ilişkin Batı propagandasının da bu manevrayla şimdilik boşa çıkartılmış olduğu da değerlendiriliyor.

Bir anlamda Erdoğan Putin’in ekmeğine yağ sürmüş oluyor.

AKP’nin eski dişişleri bakanı, Soçi’de alınan kararları Rusya ve Türkiye açısından değerlendirirken Rusya’nın askeri operasyonu bir ay erteleyerek çok fazla bir şey kaybetmediğini, çünkü saldırının süresiz iptal edilmemiş olduğunu hatırlatıyor.

Türkiye açısından ise şunları söylüyor:

"Meselenin öbür yüzünde, Türkiye çok zor, riskli ve son derece karmaşık bir sorumluluk üstlendi. Üstesinden gelmek zorunda olduğu çok sayıda güçlük var.

İlk olarak radikal cihatçılarla ılımlı muhalifleri birbirinden ayırmak kolay değil. ‘Radikal’in ne demek olduğunu herkes farklı anlıyor.

İkinci olarak, Türkiye’nin ikna edemediği fraksiyonlar, kızarak Türkiye’nin aleyhine dönebilirler. Yani Türkiye’den İdlib krizinin en pis işini yapması bekleniyor.

Üçüncü olarak silah bırakmaya karar verdiğini söyleyen bir teröristin sözüne ne kadar güvenilebilir?"

Dışişleri eski bakanı Yakış bir uyarıyla yazısını bitiriyor:

"Dolayısıyla Türkiye boyundan büyük işlere kalkışmamalı."

ANKARA BU PİS İŞLERE NİÇİN BULAŞIYOR?

Deneyimli diplomat, eski dışişleri bakanı Yakış’ın bu gerçekçi değerlendirmesini esas alıp sorarsak:

"Peki, Türkiye bütün tehlikesine, risklere rağmen bu pis işe niye kalkışmış olabilir?"

Türkiye’yi yönetenler uluslararası kamuoyuna, ‘İnsanı boyut’ gerekçesini ileri sürüyor. İdlib’de kan dökülmesinin önüne geçmek istediklerini söylüyorlar.

İç kamuoyuna ise, İdlib’in bir güvenlik, beka meselesi olduğu anlatılıyor.

"Amacımız, oradaki terör örgütlerini kollamak ve desteklemek. Mümkünse sınırlarımızın ötesinde, Kürtleri engellemek amacıyla bir güvenlik kuşağı oluşturmak. Bu cihatçı terör örgütlerinin ileride Kürtlere karşı kullanmak üzere Cerabulus-Azez bölgesinde üslenmelerini sağlamak." diyecek halleri yok ya!

Rusya uzmanı olarak tanınan Dr. Kerim Has da yine Ahval’deki ropörtajında bu sorunun cevabını arıyor.

"Türkiye İdlib’de operasyonu niçin önlemek istiyor?" sorusunu, "İdlib’deki teröristler Suriye’nin kendi sorunu. Madem Suriye ordusu Rusya veya İran desteğiyle operasyon yapacak, Ankara’nın bu operasyon konusunda Şam’ın işini kolaylaştırması gerekirdi." diye yanıtlıyor.

Türkiye’nin, operasyonda mümkün olduğunca minimum zararla ve minimum insanı trajediye yol açacak şekilde kolaylaştırıcı adımlar atabilecekken bunu yapmadığını belirtiyor.

Buna karşılık Türkiye’nin cihatçı teröristleri destekleyerek onların cesaretini arttırdığını ileri sürüyor. Oysa cihatçılara yardımı ve desteği kesseydi kaçacak yerleri kalmayan teröristlerin çok daha kolay teslim olabileceklerini varsayıyor.

Ve o da Yaşar Yakış’ın tespitlerine katılıyor:

"Bu insani krizi engellemek istiyorsanız bunun yolu Soçi’de imzalanan mutabakat değil."

İDLİB’İN TEMİZLENMESİ TÜRKİYE’NİN YARARINA

İdlib’in cihatçı teröristlerden temizlenme operasyonu şimdilik ertelendi.

Dr. Has’a göre bu yapılırken cihatçı terör tehdidinin Türkiye’ye naklinin sorumluluğunu da Ankara tek başına üslenmiş oldu. Oysa İdlib’in cihatçılardan temizlenmesi Türkiye’nin yararına bir operasyon olabilirdi.

Oysa şimdi Türkiye, hep değindiğimiz, ‘Terörizm ve terör örgütleriyle içli dışlı bir ülke’ görünümünü pekiştirecek bir pozisyona düşmüş oldu.

Soçi’de imzalanan mutabakata göre, Türkiye İdlib’deki silahlı muhaliflerin yanı sıra El Nusra ve uzantısı Heyet Tahrir Şam gibi terör örgütlerinin bundan sonraki eylemlerinden birinci dereceden ve tek başına sorumlu olacak.

Dr. Has bu tarz bir sorumluluğun Türkiye için stratejik bir hata olduğunu söylüyor. "Bu sorumluluk Türkiye açısından hukuki bir durum da kazandı. Bu durumun ileride Türkiye’nin uluslararası imajına ve rolüne çok ciddi zararları olacağı kanaatindeyim" diyor.

Yani Türkiye’nin ileride terör destekçisi bir ülke olarak uluslararası hukuka göre suçlanabileceğini ima ediyor.

Buna rağmen, göz göre göre, neredeyse 8 yıldır hem Suriye’nin genelinde, hem de şimdi son perde olan İdlib’de niye böyle bir yanlış politika izleniyor olabilir?

Dr. Has bu durumu, iktidarın bölgedeki güvenlik tehdidini iç politikada beka sorunu vb. diyerek kullanmak isteyişine bağlıyor.

Bu sayede AKP iktidarı ortaklarıyla birlikte, ‘dış düşmanlar ve beka sorunu'nu gerekçe göstererek hamasi söylemler eşliğinde milli birlik ve beraberlik duygusunun güçlenmesi ve böylece muhalefetin ve kamuoyunun desteğinin sağlanması taktiğini uyguluyor.

Bu konular gündeme geldiğinde CHP ve kimisi ‘sol’ diğer bazı muhalif güçlerin her zaman iktidarın yanı başında, ona destek oluşu bu tezin kısmen doğruluğunu bize gösteriyor.

Ama hep belirttiğimiz gibi, özellikle baştan aşağıya yanlış olan ve vahim hatalarla dolu Suriye politikasında temel neden, evet, beka sorunu olarak ortaya çıkıyor.

Türkiye’yi yönetenlerin, sınırların içinde ve dışındaki Kürtlere ilişkin düşmanca hatta ırkçı yaklaşımları bu yanlış politikaların esas nedenini oluşturuyor.

Türkiye, Kürtleri beka sorunu olarak görmeye devam ettikçe Tahran’da, Soçi’de olduğu gibi İdlib’de de, hatta yarın Afrin, Cerebulus ve başka yerlerde de başarısızlığa uğrayacak, sorunlarına yeni sorunlar katacak ve ‘Pis işlere’ bulaşacak.

Bu kafayla gidilirse bundan kaçınması söz konusu bile değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi