Türkiye’de gençliğin hali duman

Türkiye’deki gençlerin beceri düzeyi OECD ortalamasında en ileri yaş grubuna denk. Geleneklere bağlı ve dindar ama başkalarına karşı önyargılı bir genç neslin varlığı dikkat çekiyor.

10 yıldır eğitimi izleyip bu alandaki gelişmeleri Eğitim İzleme Raporları aracılığıyla değerlendiren Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) son raporu, eğitimin durumunu incelemekle kalmıyor, eğitim politikalarının uzun dönemli etkilerini göstermek adına eğitimini tamamlamış ya da sürdüren (15-30 yaş) gençleri ele alıyor.

Eğitimin toplumsal çıktılarını yansıtan rapora göre:

14-24 yaş aralığındaki her bin gençten 1’i ve her bin kadından 4’ü halen okuma yazma bilmiyor.

1997’de zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla net okullulaşma oranı ilköğretimde yüzde 90’ın üzerine çıktı. 2012’de zorunlu eğitimin ortaöğretimi de kapsayarak 12 yıla çıkarılmasına rağmen bugün net okullulaşma oranı yüzde 83,6.

Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde hem eğitimden erken ayrılma oranının hem de kadınlar ve erkekler arasındaki farkın en yüksek olduğu ülke. 2017’de eğitimden erken ayrılma oranı kadınlarda yüzde 34, erkeklerde yüzde 31 idi.

Öncelikli neden eğitimin maliyetinin karşılanamaması. Kadınlar için ilkokuldan sonra eğitimi sürdürememenin en önemli nedeni ‘ailesinin veya eşinin eğitime izin vermemesi’. Ortaokul ve sonrasındaki tüm kademelerde ‘evlilik veya diğer ailevi nedenler’...

‘Sınavlarda başarısızlık’ eğitimi sürdürememenin bir nedeni. Bu, kurs ve özel ders gibi ek kaynaklara erişememek veya okulda gerekli becerileri edinememekten kaynaklanıyor.

Eğitimden erken ayrılma oranının yüksek oluşu genç nüfus için işsizlik, yoksulluk, sosyal dışlanma ve zayıf sağlık durumu gibi riskler taşıyor.

Türkiye’de gençlerin yüzde 27,2’si ne öğrenim görüyor ne de bir işte çalışıyor. Bu, OECD üyesi ülkeler içindeki en yüksek oran. Oranı kadınlar yükseltiyor. Öğrenim görmeyen ve çalışmayan genç erkeklerin oranı yüzde 15,2 iken, bu oran kadınlarda yüzde 41,5!

Aile ve eş baskısı açıkça, bu ülkede kadınların hem okumasına hem çalışmasına mani oluyor.

TÜRKİYE’DEKİ GENÇLER DEZAVANTAJLI

Türkiye’de genç işsizlik oranı son yıllarda artıyor. 15-24 yaşları arasındaki kadınlarda işsizlik 2017’de yüzde 26,1 ile son 18 yılın en yüksek düzeyine erişti. Giderek daha fazla genç çalışmak istemesine rağmen, istihdam edilmiyor. Yükseköğretim mezunu erkeklerin yüzde 8,7’si, kadınların yüzde 18,4’ü işsiz.

Türkiye’de gençlerin beceri düzeyleri OECD ülkelerinin ortalamasının epey altında. Verilere göre gençler, daha ileri yaşlardakilere göre daha yüksek beceri düzeyine sahip. Türkiye’deki gençlerin (16-24 yaş) ortalama sözel ve sayısal puanlarının OECD ortalamasındaki en ileri yaş grubunun (55-65 yaş) bile aşağısında olması endişe verici. Hele de dünyada 4. Sanayi Devrimi ile beraber yüksek teknolojik uzmanlık sahibi çalışanlara, yeniliklere uyum sağlayabilen yöneticilere ihtiyaç artarken.

Türkiye’deki gençler arasında teknoloji zengin ortamlarda problem çözme becerisi yüksek olanların oranı da OECD ortalamasında en ileri yaş grubuna denk.

Yani Türkiye’deki gençler, beceri düzeyi bakımından uluslararası anlamda dezavantajlı.

ÖNYARGILARIN ESİRİ BİR GENÇLİK

Eğitimin toplumda hoşgörü ve dostluğu artıracak, ötekileştirmeyi engelleyecek bir nitelikte olması gerektiği, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde açıkça yazıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı da ‘iletişime ve paylaşıma açık’ ve ‘barışçı’ bireyler yetişmesine ortam, olanak sağlamayı misyon edindiğini ifade ediyor.

Ama 2017’de British Council’ın yaptığı ankete bakıyorsunuz: "Gençler, Suriyeli mülteciler, Müslüman olmayanlar ve lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel ve interseks (LGBTİ+) bireyler gibi bazı gruplara uzaklık ve önyargı işaretleri gösteriyorlar. Türkiye’nin etnik ve kültürel çeşitliliğini tamamıyla kabul etme konusunda aşması gereken hâlâ çok mesafe var."

Başka bir araştırmada (Uyan Semerci, Erdoğan, Sandal Önal, 2017) kendilerini belirli bir gruba ait olarak gören 18-29 yaş arası gençlere başka gruplarla aralarındaki ortak yanlar sorulduğunda, en yüksek oranda uzak görülen gruplar ‘eşcinseller’, ‘ateistler/dinsizler’, ‘başka dinden olanlar’, ‘azınlıklar’, ‘aşırı dinciler’ oldu.

Gençlerin yüzde 80’i, başka gruplardan kişilerle ‘evlenmek, çocuklarının çocuklarıyla arkadaşlık etmesine izin vermek, komşu olmak, iş kurmak ya da işe almak’ gibi ilişkiler kurmaya olumsuz bakıyor.

Özetle, gençlerin yüzde 80’i kendilerine benzemeyenin yanından bile geçmek istemiyor. Ötekileştirmenin, önyargıların panzehiri olan karşılaşmalara gençler hiç de hevesli değil.

DİN DERSİ BİRLİKTE YAŞAMA KÜLTÜRÜNÜ BESLEMİYOR

Gençlerin siyasi katılımı demokrasinin bir gereği olsa da, Türkiye’de 2000’lerin başında yapılan çalışmalar gençler arasında özellikle kadınların, eğitim düzeyi düşük olanların ve çalışmayanların siyasal katılımın dışında kaldığını gösteriyor.

Gençler oy veriyor ama bir siyasi partinin gençlik koluna üye olmaya, yürüyüşe katılmaya veya şikâyet dilekçesi vermeye pek yanaşmıyor.

Geleneklere bağlı ve dindar ama başka dinlerden olan bireylere karşı önyargılı bir genç neslin varlığı dikkat çekiyor.

Avrupa Konseyi’nden AİHM’ye pek çok uluslararası kuruluş okullarda din eğitiminin ‘hassas, dengeli, içermeci, doktrinellikten uzak, tarafsız ve insan hakları temelli’ bilgiler sunması gerektiğini vurgularken, Türkiye’deki zorunlu din dersi tek bir dini görüşün benimsetilmesine yönelik niteliğiyle ‘insan haklarına aykırı bir uygulama’ olarak görülüyor. Verilen din eğitiminin, gençlerin çeşitli dinleri tanıyıp bir arada yaşama kültürü geliştirmesine destek olduğu söylenemez.

Eğitim sisteminin gençlere etkisinin fotoğrafını çeken ERG raporunun ‘Sonsöz’ündeki çözüm önerisine, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, tüm eğitim camiası kulak kesilmeli:

"Farklı kimliklerle, farklı bireylerle teması çoklaştıracak dersiçi/dersdışı etkinlikler, kutuplaşmış/ayrışmış bir toplumda köprülerin kurulmasını sağlayabilir. Gönüllülük ve derneklere üyelik gibi sivil katılım faaliyetlerinin teşvik edilmesi diğeriyle bir arada var olabilme algısını yaygınlaştırabilir."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Melis Alphan Arşivi