Medyanın tükenişi

Ne yazık ki, seçimi ülkenin değil kendi bireysel ve kurumsal varlığı için 'beka' olarak görenlerin, toplumda yarattığı tahribat her gün biraz daha onarılmaz hale geliyor.

Şüphesiz 31 Mart seçimlerinin en önemli siyasal araçlarından birisi de medya. Siyasi iktidarın yüzde 90-95’ini kontrol ettiği medyayı "gönüllüler" aracılığıyla sonuna kadar kullanıyor. Medya sadece muhalefeti yok saymakla kalmıyor, muhalefeti "kötü"lemek için çok şey yapıyor.

Bu konuda örnek çok.

Birini geçen hafta yaşadık. Artı TV ekranlarında benim de katıldığım bir programda HDP Eş Genel Başkanı’nın söylemediği bir sözün sanki söylenmiş gibi tırnak içine alınarak manşet yapıldığını hep birlikte gördük. Bunu yapan Türkiye’nin yazılı medyasının "amiral gemisi" Hürriyet ile görsel basının güçlü TV’si CNN Türk’tü.

Bu "yalan" habere kamuoyundan ve konunun muhataplarından gelen tüm düzeltme taleplerine rağmen, düzletme yapılmadığı gibi HDP’den açıklanma beklendiği açıklanmıştı. Garipti, gerçekten.

Medyanın düştüğü acınası duruma önceki gün yaşanan iki olayla bir kez daha şahit olduk.

Biri Ülke TV’de bir programda, diğeri AKİT TV’de bir haber sunumunda karşımıza çıktı. İnsan izlediklerinden ve duyduklarından sonra gerçekten gazetecilik mesleğinin ne kadar "ucuz", "niteliksiz" ve "sığlaştığına" üzülerek şahit olduk.

BU CÜRETİ NERDEN BULUYOR?

Bunlardan ilki önceki gün gündüz yaşandı. Akit TV’de bir sunucu, Ulucanlar Cezaevi’nde yaptığı bir yayında "toplumun CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun idamını beklediği" görüşünü açık biçimde ifade etti.

Haber sunduğu platformda bir darağacının bulunduğu yayında sunucu Mehmet Özmen; "...PKK ve FETÖ’ye yandaşlık yapan, bağrında besleyen örneğin Kemal Kılıçdaroğlu gibi isimlerin bu darağacında asılmasını bekliyor diye düşünüyorum, bu bizim fikrimiz..." diyebildi.

Dahası Akit TV bu haberi kendi yayınlarında ise "Ulucanlar Cezaevi’nden Kemal Kılıçdaroğlu’na dikkat çeken terör eleştirisi" başlığıyla servis edebildi.

İnsanın kanını donduran bu görüntülerin kamuoyunda belli bir infial oluşturduğu bir gerçek. Nitekim bu açıklamalardan neredeyse bir gün sonra bu kişi hakkında bir soruşturma açılabildi.

Soruşturmanın akıbetini takip edeceğiz, bakalım ne olacak?

Ama sormamız gereken soru şu; bu muhabir bu cesareti, bu cüreti nerden bulabiliyor. Bunun bireysel bir söylem, talep olduğunu düşünmek sanırım fazla naiflik olur.

AMAÇ GAZETECİLİK OLMAYINCA...

İkinci olay, aynı günün akşamında yaşandı. CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu, Ülke TV’de Turgay Güler’in programına konuk oldu.

Yayın içinde şunu anladı ki, İmamoğlu’nun katılacağı program 22:00’de başlanıp, 23:30’da bitirilecek. Karşılıklı anlaşma bu şekilde.

Ancak 1.5 saatlik programın yaklaşık 1 saatlik bölümü, İmamoğlu’nun davet edildiği belediye başkanlığı adaylığı, İstanbul’un sorunları, çözüm projeleri, bu projelerin nasıl gerçekleştirileceği, bunların bütçesi vs. üzerine değil, CHP’nin HDP’yle ittifak yapıp yapmadığı, PKK ve FETÖ’nün bu seçimi kendileri için neden bir "beka" meselesi olarak gördükleri gibi amacı, hedefi konukla bağlantılı olmayan sorularla, izletilen videolarla geçti.

Geçti, çünkü zaten hedef, İmamoğlu’nun İstanbul’la ilgili hedefleri, sorunlara yönelik projelerini konuşmak, kendisine bu yönde sorular sormak, cevaplar almak ve halkı bilgilendirmek değildi.

Programın hedefi, kendi zihinlerinde kurdukları ve inandıkları ilişkiler ağını konuğuna itiraf ettirmek, onu zorda bırakmaktı. Bunun gazetecilik olmadığı ise açıktı.

Sunucunun bütün provakatif sorularına, insani ve mesleki nezaketsizliğine rağmen İmamoğlu, gerek kendisine sorulan sorulara her şeye rağmen makul cevaplar vermesi, sakinliği elden bırakmamasıyla hem sunucuyu hem de programı TV ve sosyal medyadan izleyen milyonlarca insanın gönlünü kazandı.

Nitekim, sosyal medyada program sonrasında atılan pek çok tweette insanlar, oy vermeyi düşünmediğini ama bu programdan sonra İmamoğlu’na gönül rahatlığıyla oy vereceklerini beyan ettiler.

Bu açıdan program hedeflerinin tersine Ekrem İmamoğlu çevresinde farklı kesimden insanları konsolide etti.

Ne yazık ki, bu programda izlediğimiz, gazetecilik değildi. Bunun "ne olduğunu" sizlere bırakmaktan yanayım.

SEÇİMDEN SONRA DA BİRLİKTE YAŞAYACAĞIZ

Evet, 31 Mart’ta sandığa gideceğiz, oy kullanacağız. Muhtar, il, ilçe meclis üyeleri ve belediye başkanlarını seçeceğiz.

Ve daha önemlisi, 31 Mart’ta olduğu gibi 1 Nisan ve sonrasında da bu ülkede birlikte yaşamaya, aynı pazarda alışveriş yapmaya, aynı otobüslere binmeye, aynı caddelerde yürümeye devam edeceğiz.

Toplumu böylesine provake edenler, kendilerine toplumdan izole bir hayat kurmuş, özel araçlarıyla seyahat ediyor olabilirler. Ama onların yanlı haberlerine maruz kalan milyonlar ile iktidara eleştirel bakan milyonlar bu ülkede yaşamaya devam edecek.

Ne yazık ki, seçimi ülkenin değil kendi bireysel ve kurumsal varlığı için "beka" olarak görenlerin, toplumda yarattığı tahribat her gün biraz daha onarılmaz hale geliyor. Toplumu bir arada tutan tüm toplumsal değerler hızla aşınıyor. Bunun önüne geçmek hepimizin görevi.

Belediye başkanlıklarını hangi partinin adayı kazanırsa kazansın, oy almadığı toplumsal kesimlere de hizmet verecek. Seçimleri kaybeden siyasette mücadelesine devam edecek.

Ama seçimi kazanmayı siyasi bir mücadele değil, varlık yokluk olarak kabullenmek, toplumun diğer yarısına hiçbir şekilde güvenmemek ve bunu meydanlarda her gün dile getirmek toplumu zihinsel olarak birbirinden iyice koparıyor. Bu üslup, bu dille seçimi kazansanız bile rıza üretemedikçe yönetemeyeceğiniz bir ülkeyi yaratıyor.

Ama en acısı bu sürece, aynı mesleği paylaştığımız insanların bu kadar kolayca katkı sunması ve bu siyasal gerilimin parçası olmaları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi