Normalleşme için iktidar adım atmalı

Devletin öteki kabul ettiği parti ve toplumsal grupları sistem dışına itecek bir toplumsal uzlaşma arayışına değil, tüm toplumu içine alacak bir siyaset arayışına ihtiyacımız var.

31 Mart seçim sonuçlarından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen "kızgın demiri soğutmak" ve "Türkiye İttifakı" ile ifade edilen "açılım" denemeleri konusunda geçen süre içinde çok adım atılmış görünmüyor.

Tam tersine önce MHP Lideri Devlet Bahçeli yaptığı açıklamayla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çıkışını boşluğa düşürdü. Takip eden günlerde ise bizatihi Erdoğan yaptığı konuşmalarla kendi açıklamasını yok saydı.

Oysa Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları dikkate aldığımızda en temel ihtiyacın demokrasi ve hukukun üstünlüğü olduğu açık. Bunun sağlamanın yolu ise iktidarın siyaset yapma anlayışını tersine çevirmesi demek.

BİRLİKTE YAŞAM İRADESİNE İHTİYAÇ VAR

Bugün Türkiye’nin içeride güçlü bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyacı var. Uzlaşma ihtiyacının temelinde, farklı ve eşit olarak birlikte yaşama iradesinin ortaya konması var.

Bunu siyaseten yapması gereken ise bizatihi siyasi iktidar. Çünkü, bunu yok sayan bizatihi kendisi.

Siyasi iktidar 2011 sonrası siyasal tercihleriyle yukarıdan aşağıya bir toplumsal mühendislik projesine girişti. Bu projeyi uygulamakta en büyük ortağı ise bizatihi "devletin" kendisi oldu.

Şunu unutmayalım ki, hangi devlet olursa olsun, özünde otoriterdir; kendi varlık ve gücünü korumak her şeyden önce gelir. Sahiplendiği kültürel kimlik hep ikincildir.

80 yıl boyunca laik kültürel kimliği sahiplenen devletin bir on yıl içinde muhafazakâr kültürel kimliğe bu kadar kolay dönüşmesi bunun örneğidir. Çünkü devlet için öncelik kimlik değil varlıktır.

Siyasi iktidar, devletlerin güç ve imkânlarını kullanarak toplumu yukarıdan aşağıya muhafazakârlaştırıyor. Ve bunu yaparken siyasal meşruiyetini toplumdan değil devletten alıyor.

Devlet özünde var olan otoritesinin, siyasal iktidar üzerinden korurken, siyasi iktidar da toplumu, kendi kültürel değer ve normlarına göre dönüştürüyor. Eğitim başta olmak üzere devletin tüm ideolojik aygıtları bu dönüşümün birer aracı olarak işlev görüyor.

Ve devletlerin demokratikleşmesi ancak toplumsal taleplerin açık biçimde kamusal alana yansıması; siyasetin de toplum adına devletin alanının daraltması, onu denetlemesiyle olur.

"YÜZDE 50" İLE BAŞLAYAN DÖNÜŞÜM

Gezi sürecinde ifade edilen "yüzde 50" bu dönüşümün önemli bir işareti.

Yüzde 50 söylemi ile başlayan ötekileştirme, bugün toplumsal düzeyde sert bir kutuplaşma olarak yaşanıyor.

Geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi, bu toplumsal kutuplaşmanın sonuçlarından bir yansıması.

Oysa Türkiye’nin gerçekten toplumsal barışa ve uzaklaşmaya ihtiyacı var. Bunun başarılabilmesinin yolu da, siyasal iktidarın siyaset yapma tarzını ve anlayışını tersine çevirmesidir.

Bugün Türkiye, içeride ve dışarda ciddi sorunlar ile karşı karşıya. Bunların hiçbiri Türkiye için "beka" sorunu olacak kadar ciddi olmasa da önemlidir. Ve bu önemli sorunlar, sadece AK Parti-MHP ittifakının seçmenlerinin değil, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sorunudur.

Siyasi iktidara yakın olanlar, ülkenin yaşadığı sorunları, parti ve devlet üzerinden aldıkları desteklerle daha az hissedebiliyor olabilirler ama bu, sorunların varlığını ve önemini ortadan kaldırmaz.

HEPİMİZ BU ÜLKEYİ SEVİYORUZ

Şunu kabul edelim; siyasi iktidara eleştirel olanlar, siyasi muhalifler özetle bu ülke daha demokratik, daha özgür ve daha adaletli olsun istiyor.

Bunları ifade etmek; ne vatan hainliği, ne teröristliktir.

Siyasi iktidarın, kendisinden farklı olanların her önerisine, her düşüncesine sert tepki vermesi, sadece ülke için değil kendisi içinde büyük sorundur. Ve bunu her seçimde yaşamaktadır.

Sonuç olarak muhalefet partileri, ülke için kendi perspektifinden doğru olan politikaları öneriyorlar. Bu önerilerin hiçbiri tek başına suç değil.

Ve iktidar dahil hiçbir siyasi partinin önerdiği, ne mutlaktır ne de biriciktir. Sadece birer öneridir.

Ama iktidar partisi ve onu destekleyen parti ve toplumsal gruplar –ki iktidarın kısa sürede birbirinden çok farklı söylemleri savunsa bile- iktidarın her söylemini mutlak ve biricik doğru kabul ediyorlar.

DEMOKRASİ FARKLI OLANLARI KONUŞMAKLA BAŞLAR

Sonuç olarak ülke için iyi olan, farklı siyasal düşünce ve önerilerin kamusal alanda birbiri ile iletişim halinde olması, birbirini etkilemesi ve toplumsal taleplere uygun biçimde ortak iyinin kararlaştırılmasıdır.

Bir partinin, kendi politika ve düşüncesini tek doğru olarak topluma dayatması siyaseten anlamlı değildir. Toplumu gerer ve kutuplaşmayı besler. Son yıllarda yaşadığımız budur.

Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları aşması için ihtiyacı olan tek şey, kamusal alanda farklı siyasal düşünce, öneri ve görüşlerin kendini ifade edebilmesi; birbiriyle konuşabilmelerini sağlayacak bir siyasal anlayıştır.

Bu sadece siyasal partilerle sınırlı değildir. Farklı toplumsal grupların, toplumsal kesimlerin de ortak sorunudur.

Kamusal alanda birbiriyle konuşamayan bir siyasetin ve toplumsal grupların uzun süre bir arada durma imkânı olamaz.

Bunun için, devletin öteki kabul ettiği parti ve toplumsal grupları sistem dışına itecek bir toplumsal uzlaşma arayışına değil, tüm toplumu içine alacak bir siyaset arayışına ihtiyacımız var.

Muhalif kesimler bu yolda epey mesafe katettiler. Bütün mesele muhalefetin siyasi iktidara eklemlenmesiyle değil, siyasi iktidarın muhalefetle diyaloğa geçerek ortak iyiyi araması gerekiyor.

Herkesin farklı ve eşit kabul edilerek buluşulan bir masada çıkacak olan demokrasi ve hukuk ittifakıdır. Ülkenin temel ihtiyacı da budur.

Bu ihtiyaç, otoriter devlet alanının daraltılıp, devletin demokratikleştirilmesinin de yoludur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi