Raporun taşıdığı büyük risk

Bu raporun taşıdığı en büyük risk ise bu fişlemelerin üzerinde yapılacak az bir çalışma ile birer iddianameye dönüşme olasılığıdır.

2006 yılında SETA Vakfı adıyla kurumsallaşan yapı, 2003 yılında Dışişleri Bakanlığı bünyesinde "Stratejik Araştırmalar Merkezi" olarak çalışmaya başlamıştı. Kurulduğu günden bu yana iktidarın gündemi doğrultusunda araştırmalar, raporlar hazırlıyor, konferanslar düzenliyor.

Hazırladığı raporlar ve düzenlediği konferanslarla siyasi iktidara kendi ölçüsünde bazen rehberlik, bazen de iktidar politikalarına kamusal meşruiyet sağlamayı amaçlayan düşünce kuruluşu olarak işlev gördü.

Bu işlevini, sadece rapor ve konferanslarla yerine getirmekle kalmadı. Bunun dışında kurumda "uzman", "araştırmacı" ve farklı adlar altında istihdam edilenlerin iktidara yakın medya kurumlarındaki görevlerine, bu kişilerin akademi dünyasında elde ettikleri pozisyonlara ve konuk olarak davet edildikleri TV’lerde söylediklerine baktığımızda iktidara yakınlıkları kadar, iktidar gibi eleştirel her düşünceye ve görüşe bakışlarının da benzer olduğunu görüyoruz.

Kurulduğu ilk yıllarda yayınladıkları rapor içerikleri ve raporlara katkı sunanların heterojenliği, 2011 sonrasında hızla homojenleşti. Ve bu tarihten sonra siyasi iktidarın bir organik düşünce kuruluşuna dönüştü.

Nitekim vakfın kuruluşundan bu yana yönetici kadrosuna ve bu kadronun şimdi bulunduğu pozisyonlara baktığımızda, iktidarla olan siyasi ve ideolojik ilişkisini de net biçimde görmek mümkündür.

PARTİZAN OLAMAYAN PARTİZANLIK

Bu açıdan web sitesinde "uluslararası bilim standartlarına uygun ve partizan kaygılardan uzak bir şekilde" çalıştığını ilan etse de, bunun gerçek olmadığını görmek için özel bir çabaya gerek yok.

Bunun son örneğini son iki gün tartışıyoruz.

Vakfın "Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları" başlıklı raporu, bu açıdan partizan olmadan partizanlığın en saf hali olarak karşımızda duruyor.

Raporun adında olan "uzantı" kelimesi bile, hazırlanan raporun neye hizmet ettiğinin açık bir göstergesi.

Raporda, Türkiye’de yayın yapan BBC Türkçe, DW Türkçe, Amerika’nın Sesi, Sputnik Türkiye, Euronews Türkçe, CRI Türk ve Independent Türkçe’nin haberlerinden çalışanlarına ve katkıda bulunanlara, bu isimler arasında bağları ortaya koyan grafiklere bakıldığında bunun "bilimsel" çalışmadan çok "fişleme" amaçlı "istihbari" bir önceliğinin olduğunu söylemek mümkün.

İKTİDAR GÖZÜYLE RAPOR

Hazırlanan raporun bilimsellik bağlamda en temel sorunu "nesnel" olmamasıdır. Seçilen kurumlar, bu kurumların değerlendirme kriteri olarak seçilen konulardaki genel duruşları ve çalışanların yaptıkları haberler, attıkları tweetlerden hareketle haklarında yapılan yorumlar bilimsellikten ziyade ancak zamanı geldiğinde kullanılmaya müsait birer "bilgi notu" niteliğinde olduğunu görmek için bir hukuki süreç yaşamaya ihtiyaç da yok.

Rapor, kurumların ve çalışanlarının bu konulara yaklaşımını "gazetecilik" üzerinden değil iktidarı "destek" ya da "karşıt" olma üzerinden hazırlanmış olması bilimsellikle değil ancak partizanlık açıklanabilir.

Bu rapora giden yolun 31 Mart Yerel ve 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi öncesi iktidara yakın medyanın en üst yöneticilerinin özellikle Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını ve elde ettiği başarıyı açıklamaya çalışırken, İmamoğlu’nun bir "proje" olduğunu, dış destekli olduğunu ve bu projenin bir parçasının da Türkiye’de Türkçe yayın yapan yabancı yayın organları olduğunu sıkça yazdıklarını hatırlayalım.

Bunları yazanların unuttuğu şu; kendileri gazeteciliği, toplumsal yarar için değil elde ettikleri konforlarının sürmesi için  kullanmayı tercih ettiği için; gazetecilik, iktidara mesafeli duran ama ekonomik gücü olmayan az sayıdaki medya organına, burada zor şartlarda çalışanlara ve ekonomik gücü olan yabancı medya kurumlarına, burada çalışan meslektaşlarımıza kaldı.

RAPORUN ASIL TEHLİKESİ

Bu rapor, işte bu yapancı kurumları ve orada çalışanların fişlenmesidir. 

Bu raporun taşıdığı en büyük risk ise bu fişlemelerin üzerinde yapılacak az bir çalışma ile birer iddianameye dönüşme olasılığıdır.

Nitekim raporda yapılan tespit ve değerlendirmeler, ortalama bir savcılık iddianame dilinden ve bakışından farklı değildir.

Nitekim, raporun sayfalarına yayılmış olan;

"Twitter hesabından Necmettin Erbakan, Ahmet Kaya gibi toplumun farklı kesimlerini temsil eden kişiler için başsağlığı dilekleri iletmiştir."

"Türkiye’de toplumsal kutuplaşma olduğundan kurum ve kişilerin toplumsal erozyona uğradığından zaman zaman şikayetçi olan paylaşımlarda bulunmuştur."

"Twitter hesabında BirGün’ü ve Marksizmi desteklediğine dair paylaşımları mevcuttur."

"Zaman zaman Karar ve Cumhuriyet gazetelerinin haberlerini de hesabından paylaşmıştır."

"Venezuela’nın lideri Nicolas Maduro’ya destek paylaşımları emperyalizm karşıtı olduğunu göstermektedir."

"... spekülatif konular üzerinden hükümete yönelik yaptığı suçlayıcı iddialarla dikkat çekmektedir."

"Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaretten yargılanan Evrensel gazetesi genel yayın yönetmeni Fatih Polat’ı savunan paylaşımları retweet ederek tekrar dolaşıma sokmuştur."

"Paylaşımları ve yazılarına dayanarak hükümete eleştirel bir çizgiye sahip olduğu ve CHP’yi de AK Parti karşısında yeterince güçlü bir muhalefet partisi olarak görmediği söylenebilir."

"Sosyal medya hesabı incelendiğinde Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığına yönelik Twitter paylaşımlarının mevcut olduğu görülmüştür."

"Bu süreçte Abdullah Gül’ün yeni parti kuracağı hakkındaki iddiaları içeren Cumhuriyet gazetesinin haberlerine de şahsi Twitter sayfasında yer vermiştir."

"Zaman zaman hükümeti uyguladığı ekonomi politikaları nedeniyle eleştirmekte ve bu eleştirilerini faiz gibi konular bağlamında daha çok İslami temellere dayandırmaktadır."

gibi sayısını arttıracağımız bu tespit ve değerlendirmelerin her biri istenildiği zaman bir savcının elinde en azından propaganda suçlamasında birer "delile" dönüşebilir.

Bu raporun en büyük tehlikesi budur. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi