Seçim, demokratik toplum ile otoriter devlet arasında

Seçim sürecinin kendisi bir anlamda demokratik toplumun otoriter devlete karşı mücadelesi oldu. Pazar günü demokrasi mi yoksa otoriterleşme mi istediğimize de karar vereceğiz.

İstanbul seçimlerine sadece iki gün kaldı. Son hafta önceki haftalara göre hayli gergin geçti. Geçen haftaya kadar sahada görünmeyen Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan sahaya çıktı ve Ekrem İmamoğlu’na karşı pek çok açıklamada bulundu.

Erdoğan’ın son hafta İmamoğlu’na karşı yeniden sahada olmasının anlamı, tıpkı ortak münazaraya katılmanın kabul edilmesi gibi bir anlamda yenilginin kabulüdür.

Nitekim ne Erdoğan, İmamoğlu hakkında konuşurken seçimi "kazanacakların"dan değil, "Ordu Valisi’nden özür dilemeden göreve gelemeyeceğini" iddia etti.

Yine Erdoğan yaptığı açıklamalarda, İmamoğlu seçilse bile sonraki süreçte yargı yoluyla önünün kesilebileceği, görevden alınabileceği ima etti.

Özetle son bir haftada yapılan tüm konuşmalar, bir anlamda 31 Mart öncesi olduğu gibi gelip "beka" sorununa dayandı.

İMAMOĞLU’NU İKTİDAR LİDER YAPTI

Bütün bu açıklamalar ve yaşanan süreç, Ekrem İmamoğlu’nu bir belediye başkanından hızla siyasi lidere dönüşmesini sağladı.

Daha önce de ifade ettiğim gibi İmamoğlu, Erdoğan ve AK Parti yönetiminin izlediği yanlış stratejileri ile siyaseten yıldızı parlatılıyor. Şu anda bile seçim sonrası için yapılan özellikle hukuksal süreçlerle ilgili tehditler yine İmamoğlu’na yarıyor. 

Şunu hatırlamakta fayda var. Seçilmiş bir kamu görevlisinin görevden alınması ancak devlete karşı işlenmiş suçlar, terör suçları ve yüz kızartıcı suçlarla mümkün. Bu açıdan, ne valiye ettiği söylenen hakaret ne de başkanlığı döneminde verilerin kopyalanmasından kendisinin görevden alınacağı bir suç çıkması "hukuki" olarak imkânsızdır.

Bu açıdan İstanbul seçimi, İstanbul seçimi olmaktan bizatihi Erdoğan ve AK Parti tarafından çıkarıldı. Pazar günü sadece bir belediye başkanı seçmeyeceğiz. Seçimimiz demokrasi ile otoriterleşme arasındadır.

Seçim sonuçları sadece belediye başkanı seçmekle sınırlı olmayacak. Dalga dalga büyüyerek, ulaştığı her yeri etkileyecek bir seçim olacak.

DEMOKRASİ KOALİSYONU NE İSTİYOR?

Bunun seçim öncesi ilk işaretini YSK’nin 6 Mayıs’ta aldığı iptal kararı sonrası gördük. Bunun ilk işareti, iptal kararı sonrası kısa sürede İmamoğlu çevresinde kendiliğinden güçlü bir koalisyon oluşmasıdır. İmamoğlu çevresinde, ülkenin dört bir yanında ve neredeyse partiler üstü bir demokrasi koalisyonu oluştu ve onu, onun siyasetini sahiplendi. Bugün sahada olan bu koalisyon, sadece İmamoğlu’nun seçilmesi için kendi gelecekleri için de bunu gönüllü olarak yapıyorlar.

Siyasal, kültürel ve etnik olarak birbirinden bu kadar farklı insanları gönüllü biçimde bir araya getiren ise kuşkusuz AK Parti (ve MHP) iktidar blokunun birey, toplum, Türkiye tasavvuruna olan itirazdır.

Kurulduğu dönemde siyasal meşruiyetini devlette değil birey ve toplumda arayan; temsil ettiği değer sitemi olarak sadece yereli değil evrensel değerleri de önemseyen ve saygı duyan siyasi iktidar, son yıllarda tam tersine toplumu terk ederek devlete eklemlendi.

Siyasi iktidar bugün, siyasal meşruiyetini toplumsal taleplerden değil devlette arıyor, onu kutsuyor. AK Parti, bu haliyle tipik devletçi sağcı bir partidir. Yine temsil ettiği değer sistemi olarak ise evrensel değerleri tamamen dışlayan yerel değerleri öne çıkaran ve bunları içinden geldiği kültürel kimlik içinden okuyan, tanımlayan ve bu değerleri tüm topluma bir üst norm olarak dayatan bir parti var karşımızda. Bu haliyle AK Parti, muhafazakâr sağ bir partidir.

Bu haliyle karşımızda devletçi/muhafazakâr sağ bir parti vardır. Siyasi iktidarın MHP ile kurduğu siyasal ortaklık da bu eklemlenmenin bir sonucudur. MHP bu eklemlenmede sağcı devletçi geleneği temsil ederken, siyasi iktidar muhafazakâr sağ siyasetin temsilcisidir.

KILIÇDAROĞLU’NUN SAHİPLENİLMEYEN VİZYONU

İşte İmamoğlu etrafında oluşan partiler üstü demokrasi koalisyonunun karşı olduğu bu eklemlenmedir. Bu demokrasi koalisyonu, daha çok özgürlük, daha çok adalet ve daha çok demokrasi istiyor.

Ve İmamoğlu bu siyasal anlayışın ve talebin siyasi temsilcisine dönüşüyor. Bu yüzden iki gün sonra yapılacak seçim evet bir belediye başkanı seçimidir ama sonuçları onu aşan bir anlam ifade edecektir.

İmamoğlu’nun güçlü bir siyasi lidere dönüşmesinde siyasi iktidarın 31 Mart seçim sonrasında yaptığı ve halen yapmaya devam ettiği stratejik hataların büyük payı vardır.

Ama bütün bu sürecin siyasi lideri, İmamoğlu dahil, adını şimdilik pek az bildiğimiz yeni insanları siyasete kazandıran Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisidir.

Siyasi liderliğini riske atma pahasına da olsa sadece siyasal alanda değil toplumsal düzlemde de farklı toplumsal kesimlerle konuşabilen; adalet, özgürlük, demokrasi ve çoğulculuğu sahiplenen; CHP’nin geçmiş yüklerini değil, geleceğini konuşmanın ve kurmanın siyasetini savunan ve bizatihi bunun siyasetini yapan bizatihi Kılıçdaroğlu’nun kendisidir.

AK Parti-MHP iktidar blokunun muhafazakârlaşıp devlete eklemlendiği siyasal eksende yerel değerleri dışlamadan evrensel değerleri savunan toplumu, toplumsal değerleri ve bireyi önde çıkararak bir anlamda devlete mesafe alan Kılıçdaroğlu’nun kendisidir.

Ve üzülerek şunu iletmeliyim ki, bu durumun parti içinde dahi yeterince anlaşılamamış olması ayrı bir sorundur. Bu şu açıdan önemlidir; CHP’nin bundan sonraki süreçte sahiplenmesi gereken Kılıçdaroğlu’nun adım adım hayata geçirdiği bu siyasal anlayış ve siyaset yapma tarzı, siyasi vizyonu olmalıdır.

Seçim sürecinin kendisi bir anlamda demokratik toplumun otoriter devlete karşı mücadelesi oldu. Pazar günü belediye başkanı seçeceğiz ama aynı zamanda demokrasi mi yoksa otoriterleşme mi istediğimize de karar vereceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aksoy Arşivi