Yeni Zelanda’dan insanlık dersleri

Başbakan Ardern, korkunç bir terör saldırısı sonrasında hem sözleri hem de eylemleriyle kucaklayıcı, sahiplenici bir barış dili ile ülkesini birbirine daha çok kenetledi.

Yeni Zelanda’da geçen hafta yaşanan korkunç terör saldırısı, terörün nerede olursa olsun, kim tarafından yapılırsa yapılsın ne kadar korkunç bir insanlık trajedisi olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bu eylemi gerçekleştirenin siyasi ve dinsel kimliğinin bu aşamada hiçbir önemi yok. Çünkü kimlik ne olursa olsun, hedef ne olursa olsun bu bir terör eylemidir ve hedefi de tüm insanlıktır.

Ama esas üzüntü verici olan yaşanan bu korkunç olay sonrası verilen tepkilerin farklılığıdır.

BAŞKA BİR LİDERLİK MÜMKÜNMÜŞ

İslam coğrafyası dışında kalan bölgelerde Müslümanlara yönelik karşıtlığın İslamofobi seviyesine yükseldiği, dünyanın birçok yerinde ırkçılığın, yabancı düşmanlığı ve etnik milliyetçiliğin bu denli arttığı bir dönemde; Yeni Zelanda’da siyasetçisinden sıradan vatandaşına kadar ülke olarak tüm dünyaya insanlık dersi verdiler.

Özellikle Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern her açıklaması ve davranışıyla, dünyaya böyle liderler gerek dersi verdi. Ortaya koyduğu merhametli liderlik ile bütün dünyanın saygısını kazandı. Nitekim New York Times editöryal yazısında, ABD’nin de böyle bir lider hakettiğini yazdı. Siyasi liderlik konusunda Donald Trump, Viktor Orban ve Jair Bolsonaro’dan farklı bir yol izlenebileceğini de gösterdi tüm dünyaya. Lider olarak ne hamaset yaptı ne de popülizm.

Müslüman göçmenleri hedef alan İslam karşıtı terör saldırısı karşısında, "Bu terör saldırısıdır" dedi. Ardından yaptığı açıklamada, "Yeni Zelanda bizim evimiz, onlar biziz" diyerek ülkesinde yaşayan diğer Müslüman göçmenlerin kendilerini güvende hissetmelerini sağladı.

Konuşmasında, "O teröristin adını anmayacağım, siz de anmayın" diyerek bütün dünyaya çağrıda bulundu. Yaşadığı üzüntüyü de tepkisini de en samimi haliyle ortaya koydu. Ülkede yaşayan Müslümanlar üzerinden dünyadaki tüm Müslümanlarla empati kurdu. Kendisini arayan ABD Başkanı Trump’a da; "Tüm Müslüman topluluklar için sempati ve sevgi duyun" dedi.

Batı’da kimi ülkelerde Müslümanların sınır dışı edilme, ülkeye girişlerinin engellenmesi, ibadethanelerinin kapatılma tehlikesinin varlığı düşünüldüğünde Yeni Zelanda Başbakanı Ardern’in, "Biz 200’den fazla etnik kimliği içeren, 160 dilin konuşulduğu onurlu bir ulusuz" şeklindeki sözleri, dünya liderlerine örnek olacak cinstendir.

Başbakan Ardern, sadece konuşmalarıyla değil eylemi ile de örnek oldu. Mesela terör eyleminin hemen sonrasında; "Bir daha böylesi terör olaylarının yaşanmaması için, bu saldırıda kullanılan yarı otomatik her türlü silah bu ülkede yasak olacak. Kanunlarımızdaki eksiklikleri gidereceğiz" dedi ve yasa birkaç gün içinde değişti. Aynı şekilde saldırıda yakınlarını kaybedenlerle kurduğu sıcak ilişki, onu sadece orada izleyenleri değil, tüm dünyadaki insanları etkiledi.

Son olarak Meclis açılışında Kuran okuyarak dünyaya barış mesajını en güçlü şekilde verdi.

Özetle Başbakan Ardern, korkunç bir terör saldırısı sonrasında hem sözleri hem de eylemleriyle kucaklayıcı, sahiplenici bir barış dili ile ülkesini birbirine daha çok kenetledi.

Dahası dünya liderlerine de, "ülkesindeki katliam" üzerinden hamaset yapmamalarını ve kutuplaştırıcı üslup ve dilden kaçınılmasını hatırlattı.

DAYANIŞMANIN ZAFERİ

Yeni Zelanda’da sadece Başbakan Ardern değil mesela Emniyet Genel Müdürü Mike Bush gerek konuşması gerekse duygusal davranışlarıyla tüm Müslümanların gönlünü kazandı.

Ve tabii sıradan Yeni Zelandalılar. Onlar da en az başbakanları kadar tüm dünyaya örnek oldular. Yeni Zelandalılar, olası yeni saldırıları caydırmak için camilerden çıkmadılar. Müslümanlar namaz kılarken onlara kalkan oldular. Kadınlar dayanışma amaçlı başörtüsü taktılar.

Bütün bunlar, bu eylemi gerçekleştirenle aynı düşüncede olanlara ve dünyanın her yerindeki İslamofobiklere karşı net mesajlar oldu.

Özetle Yeni Zelanda’da siyasisinden vatandaşına kadar bir bütün olarak tüm dünyaya, insanlığa ders verdiler.

Bütün mesele, bu insanlık dersini görmekte. Dersi alıp almamak bu aşamada ikincil.

ARTIK DİNİ KULLANMAYIN

Yeni Zelanda’da iki caminin basılarak 50 insanın hayatını kaybetmesi, bir terör eylemidir. Teröristin temel motivasyonu da, Hristiyan coğrafyasını Müslümanlardan temizlemektir. Teröristin Hristiyan kimliği, dine bir hakaret değil bir tespittir. Tıpkı IŞİD, Boko Haram gibi İslamcı terör örgütleri gibi. Bu tespit de İslam’a hakaret değildir.

Din, dini semboller, iktidar, siyasetin konusu ve aracı hale geldiği andan itibaren; bunu yapanlar en çok zararı bizatihi adına hareket ettikleri iddiasında oldukları "dine" vermektedirler.

Tarihin her döneminden kendi dinini ya da kendi dini yorumunu biricikleştirip, ona evrensellik atfedenler, onun iktidar aracı haline getirenler dünyayı cehenneme çevirmişlerdir. Tüm bu çabalar, dinsel saiklerle yapılsa da, esas olarak dünyevidir, siyasaldır. Ve din, siyasetin konusu olduğundan itibaren de ilahi değil, dünyevidir, sekülerdir. Ve salt iktidar için araç olmaktan başka anlam taşımaz.

O yüzden din (dinin hangisi olduğunun önemi yok), adına yapılan her eylem, özüne siyasidir, siyasaldır.

LAİKLİĞİN VAZGEÇİLMEZ DEĞERİ

Bunun için laiklik, bugün her zamankinden daha değerlidir.

İşte Yeni Zelanda Başbakanı Ardern verdiği tüm mesajlarla bunu bize bir kez daha hatırlatmıştır.

Müslümanların varlığını, onların dini görünürlüğünü bir tehdit olarak görmemiş tersine bunu çoğulculuğun bir parçası olarak sahiplenmiştir.

Yine Yeni Zelandalılar, farklı ama eşit biçimde birlikte yaşamın örneği olarak Müslümanların ibadetlerine kalkan olmuş, onlarla dayanışma için başörtüsü takmışlardır. Meclis’te bir oturum Kuran okunarak açılmıştır. En yüksek düzeyde gösterilen bu dayanışma insanlık adına önemli dersler içermektedir.

Bütün mesele bu dersi görüp, görmemekte; alıp, almamaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi