Bir kadın cinayetinin anatomisi

Altını çizdiğimizde tepki gösterenler oldu ama Müzeyyen’in bir avukat, katilinin bir doktor olması çok önemliydi. Ama sistemin onu koruması için o dahi bir şey yapamamıştı.

Geçen hafta aldık avukat Müzeyyen Boylu’nun ölüm haberini. Güneşli bir Pazar gününün orta yerine düşüverdi cinayet haberi. İşlek bir caddedeki bir kafenin önünde vuruldu dediler. Bazılarımız Müzeyyen'le tanışmamıştı hiç. Çoğumuzun da evliliği ya da boşanma süreci konusunda bilgisi yoktu. Kısa bir süre içinde öğrendik Müzeyyen’in boşanmaya çalıştığı ‘eski eşi’ tarafından hunharca öldürüldüğünü. Koşup hastaneye, morga gittik. Orada öğrendik Müzeyyen’in yıllardır neler yaşamakta olduğunu.

Evlilikleri boyunca Müzeyyen eşinin psikolojik, fiziksel ve ekonomik şiddetine maruz kalmış meğer. O kadar ki mesleğinin gereklerini yerine getirmekte, çalışmakta dahi zorlandığı zamanlar olmuş. Daha fazla dayanamamış, 2018 yılının Şubat ayında çocuklarını alıp annesinin evine taşınmış ve boşanma davası açmış. Boşanma davası sürerken de failin baskılarına, tehditlerine, şantajına, iftiralarına ve şiddetine maruz kalmış. Kendisi ve çocuklarına yönelik hareketleri nedeniyle fail hakkında şikâyette bulunmuş ancak mahkeme Müzeyyen’in yalnızca iki hafta korunmasına karar vermiş. Son olarak Nisan ayında fail, Müzeyyen ve annesinin beraber yaşadığı evi basarak Müzeyyen’i darp etmiş ve tehditler savurmuş. Müzeyyen bu olay üzerine de emniyete giderek şikâyetçi olmuş; korunmak için gayretlerde bulunmuş ama korunamamış. Bu ülkede yaşayan pek çok kadınla aynı trajik sonu paylaştı sonunda. Boşanmak istemeyen fail Müzeyyen’i sokakta, çocuklarının gözünün önünde, 11 kurşun sıkarak öldürdü.

Cinayet haberini alınca Müzeyyen’i tanıyan tanımayan kadın erkek çok sayıda avukat hastaneye koştu. Otopsi ve teşhis işlemleri epey zaman aldı. Perişan ailesi onu aynı günün akşamı toprağa vermeye karar verdi ama bunun için biraz daha beklemeleri gerekti. Müzeyyen’i yıkayıp kefenleyecek bir kadın görevlinin gelmesi beklendi. Ölürken erkek olmak daha avantajlı bir şeydi…

Defin yapılırken Müzeyyen’in mezarının etrafı erkeklerle çeviriliydi. Oysa Müzeyyen’in onlarca kadın akrabası, arkadaşı, meslektaşı da oradaydı. Kadınlar epey geride duruyorlardı. Kepçe operatörünün yardımıyla dümdüz edildi mezar. Filmlerdeki cenaze töreni sahnelerine hiç benzemiyordu hiçbir şey. Bir grup kadın avukat olarak toprak dökmek istedik Müzeyyen’in mezarına; kürek vermediler ellerimize. Sonunda ellerimizle birkaç avuç toprak atabildik mezarına. İmam geldi. Dualar okudu. Arapça okuyup hemen arkasından Türkçesini okuyordu, bu nedenle anlayabiliyorduk söylediklerini. ‘Her canlı bir gün ölümü tadacaktır’ minvalinde, ölümü doğal karşılamayı öğütleyen teskin edici şeyler söylüyordu. Sanki Müzeyyen doğal sebeplerle ya da kazayla hayatını kaybetmiş gibi konuşuyordu. Bir kadını yani insanı öldürmenin nasıl büyük bir günah olduğundan hiç söz etmiyordu…

Defin ve dualar bittikten sonra erkekler ayrıldılar mezarın başından. Ancak ondan sonra kadınlar gelebildiler Müzeyyen’in mezarının başına. Asıl cenaze ve yas o zaman başladı. Ağladı kadınlar; ağıtlar yaktılar, Müzeyyen’in toprağına yüz sürdüler, isyan, beddualar ettiler. Sadece birkaç dakika süren bu yası bir beyefendi gelip dağıttı. Kadınları azarlar gibi konuştu. Kalkın dedi, olan oldu, yakarmanızın ölüye bir faydası yok dedi. Hemen kalktı kadınlar da. Yeterince ağlayamadan, acılarını haykırmadan karanlığa karışıverdiler kısa bir süre içinde. Bir erkeğin cinayetine kurban giden bir kadının cenaze töreninde dahi yalnızca erkekler konuşuyor, acının nasıl yaşanacağına bile onlar karar veriyordu. Ne garipti…

Sonraki gün faili ifade vermek üzere savcıya götürdüler. Bunu duyunca onlarca avukat adliyeye koştuk. Fail, hâkimin huzuruna çıktığında orada olalım istedik. Müzeyyen’in yalnız olmadığını, yargılama boyunca da onu hiç yalnız bırakmayacağımızı, adil bir yargılama yapılmasını istediğimizi göstermek istedik sadece. Savcının odasından çıkan failin etrafında polisler etten duvar örmüştü. Onun bulunduğu koridora girmemizi engellediler önce. Israrımızdan sonra, ancak onu bir odaya aldıktan sonra koridordaki kapıyı aralamak zorunda kaldılar. O kapı avukat kimliğimizi okutarak açabildiğimiz bir kapıydı oysa ki o güne kadar. Sonra koridorda beklememizi istemediler. Sonra failin sorgusu sırasında mahkeme salonunda olmamızı. Hâkimle müzakereler sürerken salondaki kadın polisler bize hâkimle görüşme hakkında bilgi vermeye çalışıyorlardı; yüzlerinde dostça, biraz da mahcup bir ifadeyle. Ben hayatımda ilk defa bir grup polisle aynı kahrı çektiğimizi hissettim o gün. Onlar da üzgünlerdi Müzeyyen için…

Yine ısrarlarımız, içeride bulunma hakkımızda direnmemiz üzerine mahkeme salonuna getirildi fail, üzerinde çelik yelekle. Müzeyyen’i korumayan sistem, katilini bir grup avukattan korumaya karar vermişti…

Hâkim onu ‘hoş geldiniz, geçmiş olsun’ diyerek karşıladı. Katil hoş buldu onu ama biz hiç hoş bulmadık o an yaşamakta olduklarımızı. Kendini, oradaki varlığımız nedeniyle baskı altında hissettiği için savunma yapmak istemediğini söyledi fail. Avukatı da ona hak verdi. Baro olarak soruşturmaya müdahil olma talebimizi de reddetti hâkim.

Müzeyyen’in böyle hunharca katledilmesi çok canımızı yaktı. Evliliği sırasında ve boşanma sürecinde yaşadıkları, devlet tarafından korunmaması ve cinayetten sonra yaşananlar malum olanı iliklerimizde hissetmemize sebep oldu, acımıza acı kattı. Sistem kadını korumuyor ve cinayet gerçekleştikten sonra katilin etrafında etten duvar örüyordu. Ve bu daha başlangıçtı. Yargılama aşamasında kim bilir daha neler yaşayacağız. Fail daha az ceza almak için kim bilir ne iftiralar atacak Müzeyyen’e. Kim bilir daha kaç kere yalnızca avukatlık yapmak ve Müzeyyen’in yanında olmak için direnmek zorunda kalacağız biz.

Altını çizdiğimizde tepki gösterenler oldu ama Müzeyyen’in bir avukat, katilinin bir doktor olması çok önemliydi. İnsanların haklarını korumak için ifa edilen bir mesleğe mensuptu Müzeyyen. Üstelik hak savunuculuğu da yapmıştı. Ama sistemin onu koruması için o dahi bir şey yapamamıştı. Müzeyyen’in katili ise insan hayatını korumaya yemin etmiş bir mesleğe mensuptu. Ve bu yemini dahi bir kadını canavarca hislerle öldürmesine engel olamıyordu.

Bu cinayeti duyan her insanın tüylerinin ürpermesi doğaldı. Öyle de oldu. Sonrasında gördüğüm kadın erkek her arkadaş, her akraba üzgündü. En çok da Müzeyyen’in çocukları için. Bu cinayet sayesinde sıklıkla haberini aldığımız kadın cinayetleri konusunda durumun ne kadar feci, kadınların ve çocukların ne kadar korumasız olduğu gerçeğiyle ürpermişti herkes.

Ancak atlanan bir husus vardı, o da kadın cinayetlerinden yalnızca kadınları korumayan devlet sisteminin sorumlu olmadığıydı. Tabii ki en büyük sorumluluk kollukta, yargıdaydı. Ayrıca kadınlara karşı ayrımcılığı besleyen eğitim sistemi, kadınları ötekileştiren bir lisan kullanan basın kuruluşları, kadınları ikinci sınıf olarak gördüğünü her fırsatta gösteren iktidar ve ayrıca ülkedeki şiddet ikliminin bu cinayetteki sorumluluğu büyüktü. Ama acaba Müzeyyen için üzülen insanların taşıdıkları zihnin, düşünme biçimlerinin bir payı yok muydu yaşananlarda? Kadınları erkeklerle tam olarak eşit görmeyen bakış ile canavarca işlenmiş bir cinayet arasında doğrudan bir bağ yok elbet. Her erkek kadına şiddet uygulamıyor. Şiddet uygulayan her erkek de katil değil. Tamam, ama kadına yönelik ayrımcı bakış ile kadına şiddeti meşru gören bakış aynı kökten beslenmiyor mu acaba? Kadınların yapabileceklerinin, yaşayabileceklerinin bir sınırı olduğuna inanılması cinayetlerin işlenmesinin en temelindeki taşlardan biri değil mi? Müzeyyen için üzülen erkeklerin kaçı kendileri için meşru gördükleri her eylemi kadınlar için de meşru görmekteler acaba? Birkaç soru sorayım bu arkadaşlara… Mesela, skor peşinde koşarak daha fazla, daha da fazla kadınla beraber olma gayretinde olup yaşadıklarını gururla anlatan erkekleri dinlerken hissettikleriniz ile aynı şeyi yaşayan ve anlatan bir kadın olsaydı eğer, hissettikleriniz aynı olur muydu? Erkeklerin deneyimli olması gerektiğine, ne yaşarsa kâr olduğuna inanırken, birkaç sevgilisi olmuş bir kadına bakarken aklınızdan geçen ilk sıfat nedir acaba? Kaçınız evlenmeden önce birçok kadınla beraber olduğu halde bakire bir kadınla evlenmeyi tercih etmedi? Kaçınız ayaklarının üzerinde duran, üreten, zeki, güçlü bir kadını çekici bulurken onun ideal eş olamayacağını düşünmedi? Mutsuz olduğu için ya da gönlü başkasına kaydığı için boşanmak isteyen bir erkekle aynı gerekçelerle boşanmak isteyen bir kadına bakışınız aynı mıdır? Çok sert oldu, değil mi? Peki, daha kolay bir yerden sorayım bir de: İkiniz de çalıştığınız halde kaçınız akşam eve geldiğinde eşi ile tam olarak aynı düzeyde taşıyor evin yükünü? Kaçınız yemek pişiriyor, kaçınız tuvaleti/küveti fırçalıyor mesela? Kaçınız bugüne kadar eşinin giydiğine hiç karışmadı peki? Kaçınız eşinizin çıktığı iş seyahatlerini ve (erkek dahil) arkadaşlarıyla geçirdiği zamanı dert etmedi bugüne kadar? Kaçınız kız çocukları ile erkek çocuklarına tam olarak aynı muameleyi yapıyor? Kaçınız kızının bir erkek arkadaş sahibi olması ile oğlunun bir kız arkadaş sahibi olması arasında hiçbir fark görmüyor? Kaçınız kız kardeşinin ya da kızının erkek arkadaşıyla beraber olmasını ya da aynı evde yaşamasını doğal karşılar? Peki, kaçınız eşine, sevgilisine ya da kız kardeşine hiç şiddet uygulamadı? Hiç mi? Bir daha düşünün, psikolojik şiddet de mi uygulamadınız hiç? Emin misiniz?

Elbette kadınları erkeklerle eşit görmeyen zihniyete sahip kadınlar da var ama ortada olan bir gerçek şu ki kadınları dövenler, onları öldürenler erkekler. O erkekleri koruyanlar da yine büyük oranda başka erkekler. Bazı kadınların zihni zararlıysa bile erkeklerinki gibi öldürücü değil. Ortada failin kadınların olduğu bir ‘erkek cinayetleri’ meselesi de yok. Üstelik yaşadığımız şey çok sarsıcıydı. O yüzden bugün yalnızca erkeklere sorular soruyor olmamı mazur görün lütfen.

Toprağın bol olsun Müzeyyen. Seni hiç unutmayacağız ve hep yanında olacağız…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nurcan Kaya Arşivi