'Acı veriyorsa geçmiş, geçmemiş demektir' (*)

Orta Asya’dan geldik buralara. Tam da yerleşemedik henüz. Kore, Kıbrıs, Irak’tan sonra şimdi de Suriye seferindeyiz. Çok sorun var çok!

Dünyada ve Türkiye’de ilk defa savaş olmuyor. Daha doğru bir deyişle Türk Silahlı Kuvvetleri ilk kez bir başka ülkenin toprağında operasyon düzenlemiyor. Türk matbuatı, basını ve medyası da, Türk ordusunun sınır ötesindeki bir harekatını ilk kez izleyip aktarmıyor.

Yakın geçmişte TSK, Kore, Kıbrıs, K. Irak’ta operasyonlara katıldı, Türk basını da bu harekatları doğrudan ya da dolaylı yoldan izleyerek yurttaşlara aktardı.TSK ve diğer güvenlik (?) kurumlarının, ülke içinde PKK’ye karşı yürüttüğü savaş şimdilik konumuzun dışında.

Başka ülkelerin toprağında askeri harekat düzenlemek aslına bakılırsa, Türk tarihinin en eski sayfalarında bile mevcut. Orta Asya’dan ayrılmak zorunda kalan Türk boyları, önlerine çıkanı yakıp yıkıp, talanla Asya kıtasını enlemesine geçip Anadolu’ya kadar varmışlar. Sonraları oradan da taa Viyana kapılarına kadar fetih seferleri düzenlemiş. Şimdilerde daralıp küçülüp, yıkandıktan sonra çeken giysiler gibi, yarımadaya sıkışıp kalmışlar. Büyük bir travmadır bu. Eskiden üç kıtaya egemen bir imparatorluk iken, Doğu’ya Batı’ya nam ve korku salarken, bugün muhataplarına oranla küçük ya da orta çaplı bir devlet muamelesi görmek, eskiye oranla olağanüstü küçülen yüzölçümün ve nüfusunla nostaljiye düşmek galiba kaçınılmaz. İşte aslında çakma Osmanlıcılık olan bu neo-ottomanizm hülyası, geçmişin haşmetiyle bugünün sefaleti arasında bocalayan bir düş. Daha doğrusu düş kırıklığı.

Bu geçmiş, bu devleti yönetenleri de, bu devletin yurttaşlarını da hem dış dünya ile hem de bizatihi kendileri ile tartışmalı hatta ihtilaflı bir konuma çekiyor. Kendisiyle barışık değil. Gücünü abartıyor, rakibini küçümsüyor. Zamandan kopuyor, çünkü geçmişte kalmış. Mekandan da kopuyor çünkü kendi devleti bile aslında bir başkasının toprağında kurulmuş.

Savaşçı, işgalci, talancı gelenek, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra kaçınılmaz olarak -çünkü Osmanlı geçmişiyle ilişkilerini olduğu gibi kesmek istedi- zayıfladı ama o olumsuz geçmişin ciddi bir muhasebesi yapılmadı. Bu gelenek belirli boyutlarda ülke içinde yaşatıldı (1925-38 ve 84). O karanlık ve meşum geçmişle hesaplaşılmadı, yüzleşilmedi. Son olarak, 1915 yani Ermeni Soykırımı, Hrant Dink’in katlinden sonra resmi devlet politikası olarak yüzüncü yılında tescil edildi.

Dağıtmayalım konuyu, çok da fazla gerilere gidip tarihi deşmeyelim… Ve gelelim yakın geçmişe sonra da günümüze ve medyaya…

Kore’de mesela Türkler, "Komünizme karşı demokrasi için Hür Dünyanın lideri ABD ile birlikte kan döktü’’ değil mi? Komünizme karşı idi Ankara ama demokrasi ile pek ilişkisi yoktu, olmadı da hiçbir zaman. Mecburen askere alınan masum gençleri binlerce kilometre ötede, Türklerle, Türkiye ile, yurttaşlarla hiçbir bağlantısı olmayan bir savaşa sürüp onların ölümüne ya da sakat kalmasına neden olanlar yargılanmalıydı değil mi? Türk devleti Kore’de ABD’ye yardım ederek NATO’ya girme lisansı aldı. Aldı da ne oldu?

Kore savaşına karşı çıkan dönemin Barış Derneği ve aralarında Behice Boran’ın da bulunduğu yönetici ve üyelerine buradan bin selam.

Kıbrıs Harekatı da ilginçtir. "Rum mezalimine karşı oradaki soydaşlarımızı korumak" amacıyla yapıldığı söylenmişti resmi ağızlarca. Ecevit zamanında Garantörlük Anlaşması, ikili ya da üçlü temaslar sayesinde harekata yasal bir kılıf da bulunur gibi oldu. Ama meşru değildi.

Bugün memleketin en şoven siyasi akımının lideri Perinçek, 1974’de "İşgale Nihayet, Kıbrıs’a Hürriyet’’ sloganını yaygınlaştırıyordu. O zaman haklı ve doğruydu. Bugünse Erdoğan’dan daha fazla Kürt düşmanı ve saldırı yanlısı.  

Kıbrıs’ta neredeyse 45 yıl oldu, sorun hala çözülemedi. Türkiye’den adaya aileler yerleştirildi, çakma bir devlet bile kuruldu, kimse tanımadı.

Kıbrıs "Barış"’ Harekatı ile "Zeytin Dalı’’ operasyonunun kıyaslamak ilginç sonuçlar veriyor: 1974’de toplam 6 günde Kıbrıs’ın yarısını işgal eden TSK, 2018’de 11 günde henüz Efrin’e yaklaşamadı.

Irak topraklarındaki TSK operasyonları, bazen sıcak takip çerçevesinde bazen de Saddam ya da Barzani rejimlerinin onayı ve desteğiyle yapılmış olmasına rağmen, Ankara bu operasyonlardan da istediği sonucu hiçbir zaman alamadı. Maksat PKK’yı "yerle bir etmekti"’, PKK o zamandan bu yana hem Irak Kürdistan’ında hem de Rojava’da fevkalade bir şekilde yaygınlaştı, güçlendi.

Türk egemen medyası, Kore, Kıbrıs ve K.Irak operasyonları döneminde de, tıpkı bugün olduğu gibi TSK’nın savaş bülteni gibi yayın yaptı. Türkçüydü, milliyetçiydi, militaristti. Bağımsız ve özgür olmadığı için, karşı tarafın haber ve argümanlarını yayınlamadı, barışı savunmadı. 

Ulusal güvenlik, devletin bekası, terörizmle mücadele gibi gerekçeler bugün iktidar medyası aracılığı ile yaygınlaştırılmasına rağmen, özellikle dış dünyada hiçbir karşılık bulmuyor. Evet ülke içinde, CHP, tabanını yitirmiş MHP, kimi sağcı ve milliyetçi grupların desteğini kazanmış, saldırıyı destekleyen geniş bir kesim mevcut. Milliyetçilik ve Kürt düşmanlığının prim yaptığını zaten biliyorduk.

Ne var ki, aynı olayı/olguyu/gelişmeyi hatta fikriyatı, milli ve yerli Türk medyası ile gayrımilli ve yabancı medya, ki bu gruba Müslüman Kürtlerle Arapların medyası da dahil, birbirine 180 derece farklı açılarla veriyorsa, ki veriyor, ciddi bir sorun var demektir. Yani ya global medya ya da Türk medyası gerçeği tahrif ediyor, gizliyor.

PYD/YPG’yi ‘’terörist örgüt’’ olarak kabul eden Ankara’nın dışında hiç  bir başkent yok. Erdoğan için bu durum "Terörizme karşı mücadelede acınacak bir yalnızlık’’ değil mi? İttifaksızlık tecritin bir başka adı olsa gerek. Değerli yalnızlık dedikleri, aslında değersiz bir tecrit.  

Komik bir durum da, bu askeri/siyasi saldırıya dini bir kılıf arayışı. Karşında, bir ihtimal senden daha dindar bir Kürt kitlesi var. Buna rağmen kalkmışsın, helikopterle attığın bildirilerde, savaş bültenlerinde Müslümanlıktan ya da Cihad’dan sözediyorsun. Sonra da Furkan Vakfı’na saldırıyorsun.

Sorunu savaşla çözemediğin gibi dinle de çözemezsin. Sana bu söylemediler mi?

31 Ocak tarihli gazetelerin birinci sayfalarını taradım. Ayrıntıya girmeyeceğim. Ama iktidar medyasından ortak birkaç gözlem:

# 11. Günde jingoizmin (Popülist/militarist lümpen saldırganlık) ateşi biraz sönmüşe benzer. Birinci sayfalarda tabi ki askeri haberler var ama sayı azalmış, magazin ve spor haberlerinin alanı artmış.

# Saldırıdan önce "3 saatte Efrin’’ sloganını atan savaş şirketi, 11. günde sınır bölgesindeki tepecikleri fetihle meşgul.

# İdlip yolunda saldırıya uğrayıp durdurulan ve geri çekilmek zorunda kalan TSK konvoyu ile ilgili haberler ya hiç yayınlanmamış ya da saldırı "teröristlere"(?) mal edilmiş.

# Ortak haberler arasında Mihraç Ural’ın Soçi toplantısında ortaya çıkması egemen medyayı sinirlendirmiş: "Halbuki biz bu adamı daha önce bir kaç kez öldürmüştük. Şimdi ortaya çıkıp bizi tekzip ediyor’’ kızgınlığı seziliyor satır aralarında.

# Bir başka ortak haber, Erdoğan’ın söylemini birkaç tık yükseltmesi. "Çekilmeyeni de vururuz’’, "Kimseyi gözümüz görmez’’, "Sonuna kadar’’ gibi başlıklar göze çarpıyor. Başkomutan ABD karşıtı hatta anti-emperyalist olmuş!

# Kılıçdaroğlu’nun katkılarını unutmamış Saray’ın Savaş Bültenleri. CHP liderinin "Harekata desteğimiz tamdır"  şeklindeki açıklaması 1. sayfalarda büyük görülmüş.

# ÖSO’yu Kuvayı Milliye’ye benzeten Erdoğan’ın bu açıklaması, hep tepelerde ve iri puntolarla görülmüş. Ama Akit’le Milat gazeteleri, Başkomutanın cümlesine katkıda bulunup açıklık getirmiş: ÖSO, Suriye’nin Kuvayı Milliye’si! diye.

# Açıkça AKP yanlısı medyanın yanısıra Sözcü ve Aydınlık gibi kripto iktidar yanlısı 2 gazete, galiba Akit’le rekabette öne geçmek için çok çaba harcıyor. Sözcü, Uğur Dündar aracılığı ile Şükrü Elekdağ’a mikrofon uzatmış: "Beka tehdidiyle karşı karşıyayız’’ demiş emekli diplomat ve CHP eski milletvekili. Öztürk Yılmaz’ın siyasi dedesi…

# Sözcü’nün bir başka manşeti, tersten okunduğunda PYD’nin gücünü/prestijini gösteriyor: "100 yıldan fazla zaman geçti ama/Düşman Değişmedi’’ derken, YPG saflarındaki Fransız, İngiliz, Kanadalı, Amerikalı savaşçılar kınanıyor. Ankara, diplomasi koridorlarında parmağının ucunu duvara sürterek, tek başına ve hüzünlü bir şarkıyı ıslıkla çalarken yürüyor. Karşısında bir başka deyişle "7 Düvelin’’ enternasyonalist, devrimci, fedakar şahsiyetlerini görmek, haliyle Sözcü’yü kızdırmış. Milli ve yerli teorisi bir kez daha başaşağı!

# Şovenizmin ve Kürt düşmanlığının şahikası Aydınlık gazetesi, TTB’nin barış bildirisine ve CHP’ye bir seferde vurmak için "Bozguncu bildiriyi Meclis’te okudu’’ manşetini kullanmış Kılıçdaroğlu fotoğrafı ile. Egemen medyada bu konuyu manşete çeken başka gazete yok.

# Milliyet, herhalde durumun farkında, çünkü global medya, TSK’nın vurduğu/öldürdüğü/yaraladığı sivillerin fotografları ile dolu (Thanks Fisk), "Mehmetçik Şefkati’’ başlığıyla iki TSK mensubunun bir çocukla çektirdiği resmi yayınlamış. Bölgedeki insanların bu manzaraya inanmasını beklemiyorlar herhalde. Milliyet de zaten en az BBC, Guardian, Le Monde, NY Times kadar prestijli, yaygın ve etkin bir medya organı!

# Türk savaş medyasında, TSK konvoyuna yönelik saldırının yanısıra iki konu hala gündeme gelmiyor:

+ ÖSO ve diğer Cihatçı silahlı gruplar ne karşılığında TSK ile birlikte savaşıyor?

+ Erdoğan ile Putin arasında Efrin konusunda nasıl/ne tür bir anlaşmaya varıldı? Operasyonun süresi ve alanı nedir?

İşler askeri ve siyasi açıdan Ankara açısından kötüye gidiyor. Bu nedenle önümüzdeki günlerde Türkçe savaş bültenlerinde daha çok haber tahrifatı, daha çok haber gizleme göreceğiz, okuyacağız. Bu nedenle özellikle Suriye kökenli Kürtçe ve Arapça kaynakların yanısıra önem sırasına göre Rusça, Farsça, İngilizce ve Fransızca kaynakları daha iyi taramamız gerekecek. Kuşkusuz onları da eleştirel filtrelerden geçirerek… 
(*) Murathan Mungan 

  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi