Dost ağlatır, düşman güldürür

Her şeyin mizahı yapılır ama gençlerini bodrumlarda yakıp, akademisyenini, gazetecisini hapse atan bir rejimde kolay mı gülmek ya da güldürmek?

Cehalet, düzeysizlik, kutuplaşma, sert siyasi ortam kaçınılmaz olarak söylemi de etkiliyor. Sevimsiz, kaba, çirkin sözler, yaklaşımlar cirit atıyor. Nezaket uzun bir yıllık izine çıkmış. Dönüp dönmeyeceği henüz belli değil. Çok buruk kendisi.

Galiba eksikliği en çok çekilen boyut, mizah olsa gerek. Sadece siyasi düzlemde değil, toplumsal, kültürel alanlarda da pek gülemiyoruz, sırıtamıyoruz bile son zamanlarda. Mevcut atmosferin ağırlığını, yıkıcılığını hesaba katarsak pek de anormal değil. Halbuki kahkaha hatta hafif bir gülümseme bile çoğu zaman şık ve güzel bir muhalefet jestidir. Ayrıca da rahatlatıcı, serin.

Nasreddin Hoca ya da daha yakın zamanda Gırgır kültüründen söz eder hatta övünürdük. Kaldı mı?

Siyasilerin zırt pırt ekrana çıkıp açıklama yaparken yüz ifadelerine bakın: Gergin, sinirli, aşırı ciddi hatta nemrut. Hele söyledikleri. İşte biraz da bunun için özlüyoruz Selocan’ı!

Eskilerden Erbakan ile Demirel bile kimi zaman isteyerek/bilerek ama kimi zaman da istemeden/bilmeden güldürürdü bizi. Ya şimdiki?

"Esprit" sözcük anlamı olarak aynı zamanda ruh demek, zekâ demek. E bunlar olmayınca mizah olmuyor, komik oluyorlar sadece.

Biri İngiltere’den diğeri Fransa’dan iki olay hatırlıyorum.

Yüzünün hiçbir kasını oynattırmadan yani içeriden güldüren anlayıştır "British humor" (İngiliz mizahı). Güneş batmayan imparatorluğun sakinleri (Hakikaten genelde çok sakindir İngilizler, isn’t) dünyanın dört bir köşesinden hammaddeleri sömürmenin yanı sıra Karayiplerden de Hindistan’dan da yerel mizah unsurlarını adaya getirip güzel bir sentez yapmışlardır yani. Siyasi mizah konusunda da olsa olsa ancak Fransızlarla yarışır onlar.

Private Eye (Özel Dedektif) İngiliz medyasının parlak, cüretkâr, centilmen görünümlü fırlama haftalık dergisi. Muhafazakâr Parti'ye de İşçi Partisi'ne de alttan üstten sağdan soldan vurur da vurur. Karikatürleriyle, özel haberleriyle, fotomontajları, fıkraları, kulis bilgileri ve okur mektuplarıyla Kraliyet ailesinden kıytırık liberallere kadar herkesi elekten geçirir.

Benim aklımda kalan ise 80’li yılların ITV kanalında yayınlanan bir mizah programı. Yayın, skeçler ve şarkılarla devam ederken birdenbire ekrana bir "Son Dakika" anonsu girer ve spiker acil haberi duyurur: "Biraz önce aldığımız habere göre Prens Charles başarılı bir ameliyat geçirdi. Hastane yetkililerinin verdiği bilgiye operatörler 2 saat 45 dakika süren ameliyat sonrasında Prens’in anüsüne kaçan Alistair Burnett’in dilini başarıyla çıkardı. Prens’in sağlık durumu iyi, dil parçası da özel bir sıvı içinde kavanoza kondu!’’.

Şok haber buna denir. Çünkü dili uygunsuz bir yere kaçan kişi aslında kanalın ana haber sunucusu aynı zamanda "Royal Watcher" olarak adlandırılan İngiliz Kraliyet Sarayı'nın haberlerini izleyen uzman muhabir. 1928-2012 yılarında yaşamış olan Burnett aslında başarılı bir gazeteci. Ama Kraliçe ve Saray’a karşı biraz nasıl desem… aşırı hürmetkâr.

Türkiye’den gelen biri olarak, televizyonda bu sahneyi izleyince, refleks olarak ben, hemen ertesi gün Scotland Yard’ın ITV merkezini basıp, "Who Dares Wins" (Cüret Eden Kazanır) programının yapımcı, senarist ve sunucusunun gözaltına alınıp Terörle Mücadele konularında ihtisaslaşmış Londra Ağır Ceza Mahkemesi'nde ilk celsede tutuklanmasını bekliyordum. Hiçbir şey olmadı!

İkinci örnek Fransa’nın çileli anarşist haftalık dergisi Charlie Hebdo’dan. 1986-88 yıllarında Cumhurbaşkanı sosyalist(?) Mitterrand, Başbakan sağcı Chirac. Cohabitation (Bir arada yaşama) dönemi. Yarı-başkanlık rejiminde Başbakan'ın aslında çok fazla yetkisi yok. Tilki kadar kurnaz Mitterrand da sağcı Chirac’ı yıpratmak için elinden geleni yapıyor. El-ense, faullü tekme, çelme…vs… Charlie’de çıkan karikatür erotizmi aşan nitelikte. Yüzde 75 porno. Mitterrand arkada Chirac önde şaapıyorlar.

O Türkiye’den gelen aynı kişi, karikatürü görür görmez, zaten her sayısı hakkında onlarca hakaret ve tazminat davası açılan Charlie Hebdo’nun artık bu sefer KHK ile kapatılacağını, sorumlu yazı işleri müdürü ile karikatürüstin Santé (Devlet de bazen mizah yapar. Hapisanenin adı Sağlık! Bizim Nedim Gürsel de aynı sokakta oturur) cezaevini boylayacağını düşünmüştü. Hiçbir şey olmadı. Ne Mitterrand ne de Chirac, "Cumhurbaşkanına ya da Başbakana hakaret’’ (Yok öyle bir hüküm zaten!) ya da "Kişilik haklarıma saldırı var" diye savcıya başvurdu. Cumhuriyet Savcısı da büyük bir ihtimalle karikatürü, düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ya da mizah çerçevesinde gördüğü için kamu davası filan açmadı.

Tabii şimdi doğru, İngiltere ile Fransa, Türkiye’den çok farklı ülkeler. Tarih, kültür, din, iktidarın konumu gibi parametrelere vursan, çok büyük zıtlıklar çıkar. Tabii bu durum siyasi iktidarın asık suratlı olmasını haklı gösterecek bir gerekçe değil.

Ve biz maalesef gülmüyoruz, gülemiyoruz. İktidarla alay edemezsek, kendimizle gırgır geçemezsek, hiç merak etmeyin bu duruma gülecek çok insan var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi