Kurtarıcı beklentisi

10 Kasım 2018 bir kez daha gösterdi: Türkiye toplumu müthiş kutuplaşmış, geçmişiyle sorunlu bir toplum ve henüz çağdaş değil.

Türkiye toplumu bugün, Mustafa Kemal Atatürk'ün varlığı, yaptıkları ve ideolojisi konularında bıçakla ikiye ayrılmış durumda. Bir cenahta, onu Tanrı seviyesine çıkaran, kült-tabu olarak değerlendiren modern görünümlü bir kesim, karşısında onu lanetleyen, kargılayan feodal devir özentisi bir sürü.

İki tarafın ortak özelliği, dozajı farklı olsa da, rasyonaliteden uzak olmaları, dogmatizm hatta fanatizmleri. Üstelik iki taraf da doğal olarak eleştirel yaklaşıma karşı.

Bu bölünmenin kuşkusuz çeşitli nedenleri var: En başta Cumhuriyet'in kurucusunun şimdiye kadar nesnel temellerde, bilimsel ölçütlerle değerlendirilmemiş olması. Ölümünden bu yana hakkında çıkan kitaplara bakın, çoğunda göklere çıkartılır, az bir kısmında ise yerin dibine batırılır. Devlet, bütün aygıtlarıyla 80 yıllık uygulamada Atatürk'ü tartışılmaz, dokunulmaz bir statüde tutmaya çalıştı.  

Yabancı uzmanların Atatürk kitapları bir nebze olsun liderin olumlu ve olumsuz yanlarını dengelemeye çalışsalar da, bunların bir kısmı Atatürk hayatta iken çevresi tarafından yasaklandı ya da ölümünden sonra tahrifatlı çevirilerle Türkçeye aktarıldı.

Kuşkusuz her siyasi akım, her ideolojik kutup, Atatürk'ü kendi bakış açısıyla değerlendiriyor. Kürtlerin, Pontusluların ya da gayri-müslim azınlıkların ezici çoğunluğu ile Osmanlı nostaljikleri ve Siyasal İslamcıların Atatürk'ü benimsemeleri çok zor. İttihatçı anlayışın nispeten modern jakoben versiyonu haline gelen Kemalizm'in ulus-devlet projesi ve uygulaması, demokrasiden kopuk laiklik anlayışı, sadece bu kesimleri değil, uzun süre Kemalizm'in etkisinde kalmış olan solu da rahatsız ediyor. Ne var ki AKP iktidarına kadar egemen ideoloji olan, devletin resmi ideolojisi olan Kemalizmi doğru dürüst bir şekilde, kara çalmadan övgülere boğmadan eleştirmek çok da kolay bir girişim değildi. Halen de değil zaten...

Kemalizm tahlillerinde bir sorun da, bir iktidar mekanizması, bir devlet (Adına özel olarak kanun çıkarılmış tek lider) ve toplum tahayyülü olan Atatürkçülüğün siyasi, ideolojik, toplumsal ve kültürel bağlamından koparılıp liderin şahsi özellikleri üzerine yoğunlaşmak. Bir ak/kara kapışmasıdır sürüp gidiyor: Mustafa Kemal'in annesine küfürler, babasına çirkin imalar, Atatürk heykellerini kırmalar bir yanda, öte yanda da bu çapsızlığı sergileyenlere neredeyse benzer söylem ve araçlarla karşılık verenler var. Böyle bir ortamda, sağlıklı bir tartışma, nesnel bir değerlendirme haliyle yapılamıyor.    

Selanik doğumlu askeri dâhinin, modern, çağdaş, rasyonel bir şahsiyet olduğu herhalde tartışılmaz bir gerçek. Sabırsız bir toplum mühendisi olmasına, başucu kitabının Robespierre olmasına, bir gecede Cumhuriyet ilan etmesine rağmen bütün hata ve eksikliklerine karşı bilim, eğitim, kültür ve kadınlar konusundaki modernist yaklaşımı, Batılı yaşam tarzı henüz yeterince siyasi olarak derinlemesine tahlil edilmedi. 1915 Soykırımı'nda herhangi bir sorumluluğu olmadığı biliniyor ama Şeyh Said ve Dersim hadiseleri için aynı konum söz konusu değil. Basın özgürlüğü alanında örnek alınacak bir yöntem olmadığını biliyoruz.    

Atatürk'ün olumsuz yanları gündeme geldiğinde, Kemalistlerin "Lider iyiydi ama çevresi kötüydü" gerekçesi anlam taşımıyor.

10 Kasım 2018'de, Türkiye'de, belki de Tek Adam rejiminin uygulanmaya başlandığı günlerden bu yana Atatürk sevgisinin fevkalade yükseldiğini, yaygınlaştığını saptamak gerek. Karakter ve eğilimlerin yeni aynası haline gelen sosyal medyada, holdinglerin Kemalizm tacirliğinin yanı sıra Atatürk'e peygambervari nitelikler yükleyen kesimler geçit töreni yaptı. Zaten Ardıç, Mısırlıoğlu ya da Diyanet İşleri Başkanı'nın hırdavatlıkları, bu popülerleşmeye lümpen ve gerici bir tepki olsa gerek.

Tek Adam rejimine karşı Atatürk, bugün ciddi bir muhalefet lideri ve kurtarıcı olarak sunuluyor. At binmekten giysilere, diplomatik girişimlerden bilimle ilişkisine kadar Atatürk'ün, Erdoğan'dan ne kadar üstün olduğunu öve öve anlatıyor günümüzün Kemalistleri. Bu kıyaslama bile zül!

İktidarın kabul etmek hatta itiraf etmek zorunda kaldığı çok sayıdaki zaaflarından biri, kültürel alandaki boşluğunun yanı sıra Atatürk gibi bir lidere sahip olamamak. Erdoğan'a bu yüzden "Dünya Lideri" gibi hayali bir kartvizit bastırmışlar. Ne kişiliğine ne de gerçeğe uyuyor. 

Bugün Türkiye'de HDP dahil geniş çaplı, ikna edici, sağlam, uzun vadeli ve popüler tabanı olan bir muhalefet akımı/kutbu oluşamadığı için, kurtarıcı, 80 yıl öncesinde aranıyor. Gerçi AKP de 1071 ya da 1453 gibi tarihleri kıstas almış durumda ama onların hiç olmazsa 2053 ya da 2071 gibi, sözde de olsa, hedefleri mevcut.

Burada iki çelişki çıkıyor karşımıza:

-Kemalistler açısından bakıldığında, geçmiş, geleceğe çare olamaz. Beklenen Kurtarıcı bu bağlamda anakronik.

-İktidar açısından bakınca da, feodal dönemin Siyasal İslam'ı 20. yüzyıl başının Kemalizminden daha ileri olamaz.

İktidar, Kemalizmi yıkmaya çalışırken, Uzun Adamın "karizmatik liderliğinden ve kurtarıcılığından" medet umuyor. Tek Adamın muhalifleri de, 21. yüzyılın İslami görünümlü alaturka neo-liberal egemenliğini, 80 yıl öncesinin lideriyle, onun ideoloji ve politikalarıyla alt etmeye uğraşıyor.

Kurtarıcılar açık arttırmada. Oysa ki bir toplum, kurtarıcıya ihtiyaç duymadığının bilincine varıp ancak kendi kendisini kurtarmaya başladığında çağdaş olabiliyor. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi