Magazinin Allah’ı

Çok esnek bir millet. Bu aralar herkes ekonomi profesörü. TL’nin değer kaybetmesine karşı abrakadabra formüller medyada. Azimli sıçan duvarı deler mi?

Toprağı bol olsun, memleketin önemli ve değerli gazetecilerinden biri olan Çetin Emeç (1935-1990), Hürriyet gazetesinin başında iken bir sohbette şöyle demişti:

  • Öyle bir gazete yapacağız ki, apartmanda hem üst kattaki profesör okuyacak ve beğenecek hem de kapıcı okuyup sevecek…

Dudağımı büzüp yüzümü ekşitmiş olacağım ki, Galatasaray’dan ağabeyim Çetin Bey, ‘’Ne o, olmaz mı diyorsun yani…’’ mealinde bir cümle sarfetmişti. Haddim değil, tartışma çıkaracak durumum yoktu.

Çetin Bey, fevkalade disiplinli, ciddi ve müthiş çalışkan bir gazeteci idi. Çalışanlar ondan tir tir korkardı. Sertti, laubaliliğe cıvıklığa asla yüz vermezdi. Mesleğine aşık bir gazeteci idi. Daha sonra Milliyet’in başına geçtiğinde günlükleri, tuttuğu notlar, Sadun Tanju’nun kitabında yayınlandı. (Çetin Emeç - Bir Basın Şehidinin Anatomisi, Sadun Tanju - İzmir Büyükşehir belediyesi Kültür Yay. 1992)

Bir gazete patronunun (Selim Ragıp) oğlu olarak, Galatasaray’da okuması, Hukuk fakültesi mezunu olması kuşkusuz ona mesleki ve insani açıdan çok şey kazandırmıştı. Hürriyet’e gelmeden önce Hayat ve Ses gibi popüler yayınlarda Yazı İşleri Müdürlüğü yapması da önemli bir aşama. Hafta Sonu’nu yönetti uzun bir dönem. Magazini çok iyi bilirdi, popüler gazeteciliğin de ustasıydı. Siyasi görüşlerini burada tartışma konusu yapmak pek anlamlı değil. Hürriyet gazetesinin siyasi-ideolojik konumu ne ise, Emeç’in konumu da biraz o. Ben işin mesleki cephesini deşmeye çalışıyorum. Profesörle kapıcının medya ile olan ilişkilerine takıldım.

Popüler gazeteciliğin temel mottosu, en geniş kesime ulaşmanın yanısıra, yani çok satmanın yanısıra, hafif konuları, hatta ciddi konuları da mümkün olduğunca yüzeysel, basit bir şekilde yazmak. Bugünün tabiriyle ‘’Bilal’e anlatır gibi’’ yazmak. Magazin, popüler gazeteciliğin anası, babası, teyzesi, dayısı… kısacası her şeyi. Her konu magazinleştiriliyor artık. Okuru ıvır zıvır konularla mümkün olduğu meşgul kadar edip eğlenmesini sağlamak, gerçek hayatın dert ve sorunlarından uzaklaştırmak, bu arada birkaç ürün veya hizmetin gizli açık reklamını yapıp tüketimi teşvik etmek.

Benim çocukluğum Sıddık Sami Onar, Tarık Zafer Tunaya, Hüseyin Nail Kubalı gibi profesörlerin çevresinde geçti. Babamdan da, o dönemin profesörünün, profesörlüğünün ne olduğunu bilirim. 60 küsur yılda herhalde en az on apartman dairesinde yaşamışsam, on kapıcıyla da hep iyi ilişkilerim olmuştur. Medyayı da izlediğime göre bu üçlü arasındaki (Ménage à trois!) ilişkileri saptayabilirim: Öyle çok derin sosyolojik, antropolojik, medyatik, epistemolojik ve bilimum jik bilgi ve tahlillere gerek yok. Profesörle kapıcı aynı gazeteyi okuyup zevk alıyor ve tatmin oluyorsa ya kapıcı çok entelektüeldir ya da profesör sahte diplomalı ve yan sanayi akademisyenidir.

Dünyada, özellikle gazeteciliğin doğum mecrası anglo-sakson medya evreninde boş yere serious/popular (Ciddi/Popüler) gazete ayrımı yoktur. Her toplumsal kesimin kendine has özellikleri nedeniyle o kesimin okurlarının özel ve öznel okuma ihtiyaçlarını karşılamak için gazete çıkarılır. Çok satacağım diye abur cubur haber ve fotoğrafların yanına bir iki ağır makale koyamazsın. Bir araya gelemeyecek insanları, sosyo-ekonomik konumları, dertleri, zevkleri çok farklı okurları, milli birlik ve beraberlik sloganıyla bir gazetede birleştiremezsin. Gastronomiye yansıtırsak, Portakallı Ördeği ne biliim mesela Çamlıca gazozu içerek mideye indiremezsin. Türleri karıştırmamak gerek.

Ne var ki, bizde de Batı aleminde de, kapıcıların entelektüelleşme eğilimine nadiren rastlansa da, esas trend profesörlerin ya da daha doğru bir deyişle profesör görünümlü okurların giderek magazin oğlan/kızına heveslenmeleri.

Paris için anlatırlar: Aristo ve lüks bir semt olan 16. mahallede, şık bir hanımefendi berberden çıkıp gazete bayiine uğrar:

  • Eşim için lütfen bir Le Figaro, bizim Portekizli hizmetçi için de bir ParisMatch!

Senaryodaki ‘’Portekizli hizmetçi’’, burjuva hanımın bizzat kendisidir de, o konumdaki bir kadının magazin/dedikodu dergisi Paris-Match okuması sınıf kökenine ve asaletine (Cırt!) yakışmayacağı için bir beyaz yalan uydurma ihtiyacı hasıl olmuştur. Oysa ki Portekizli hakiki hizmetçi, Le Monde, Libération hatta L’Humanité alacak olsa, gazete bayiine ‘’Bizim patron için…’’ deme ihtiyacını duymaz. Eh sınıf farkı.

Uzatmayalım. Ciddi ile popüler, yılışık magazinle hakiki haber bir arada yürümeyeceğine göre, birinin ötekine galebe çalması beklenir. Nitekim de çalmıştır. Magazin ve popüler artık egemenlik kurmuştur medyada.

Bizde son dönemlerde bu iş galiba önce medyatik manken bir kızımızın, ki prestijli bir üniversitede tarih tahsili de yapıyormuş ya da yapmış, ekrana çıkartılıp ‘’Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum aynı mı?’’ isyanı ile başladı. Batıda 20. yüzyılın başında çözülmüş bir sorunu Türkiye’de gündeme getirmiş oldu konu mankeni!

Halen yaşadığımız dolar/ekonomi/Tek Adam/Tek Rahip krizi konusunda da yine 2. sınıf bir sahne sanatçısı kalkıp ‘’Her ülkenin parası aynı değerde olmalı. Gerekirse biz de dolar, yuro basalım’’ dedi. Kadın dahi!

Önceki gün de ciddi gazete sayılan Cumhuriyet’de uzun uzun yayınlamışlar. Barış Sürecinde olsun Afrin işgalinde olsun hemen sahneye çıkan ülkücü-türkücü cenahından biri patlatmış demeci:

‘’Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a güvenim ve inancım tamdır. Ekonomimizi alaşağı etmek isteyen, içeriden ve dışarıdan bize savaş açan düşmanlar, hainler yine galip gelemeyecekler! Bizim öyle bir liderimiz var ki; ülkemizin ne adını, ne de şehit kanıyla ıslanmış bayrağımızı ayaklar altına aldırtsın. Bayrağımızı göğsüne koyan, hiç bir zaman üstüne basmayan, diğerleri boş boş bakarken önce bayrağını düşünen bir adam var. Zor günler geçecek, bu ülke neler gördü… Ne ilk olacak, ne de son!!! Doların inip çıkmasıyla bu vatana, bu millete bir şey olmaz! Şimdi avuçlarını ovuşturanlar, yine avuçlarını yalayacaklar, hep beraber göreceğiz… Ne aç kalırız, ne de açıkta kalırız burası Türkiye Cumhuriyeti herkes bunu bilsin!!! Biz bunları yaşadık, dolarmış, avroymuş korkunuz bu mu? Döviz hep indi, hep çıktı… Birlik olursak her şeyin üstesinden geleceğiz, biz hiç bir zaman paranın esiri olan bir millet olmadık, bu da böyle biline.’’

Sosyal medyaya baktığımızda TL’nin değer kaybetmesine karşı önlem olarak sunulan daha nice teneke öneri var. Güldüren cehalet örnekleri hepsi.

Kimsenin ağzı torba değil ki büzesin. Konuşan tabi ki konuşacak. Ama medya, ilginç diye, garip diye, konuşan ünlü diye bunları yaygınlaştırınca çapsızlığın, cehaletin, milliyetçiliğin ekmeğine yağ sürüyor. Egemen söylem işte böyle, sanki masummuş gibi yaygınlaştırılıyor, meşrulaştırılıyor. Sözkonusu manken, kalpazan şarkıcı ya da son konuşan türkücü kendi ilgi alanı, mesleği, uğraşı hakkında demeç versin, söyleşi yapsın amenna… Ama sen ne anlarsın ki döviz kurundan, cari açıktan, enflasyondan, stagflasyondan? Hoş, yayınlanan demeçlere bakılırsa finans ve ekonomi profesörleri de meseleyi siyaset dışında ele aldıkları için onlar da pek bir şey anlamıyor dolayısıyla da anlatamıyor bu konuları.

Hadi şarkıcı-türkücü konuştu, sen editör olarak neden yayınlıyorsun böyle saçmalıkları?

Ay ben galiba fazla iyimserim. Buranın Hazine (Osmanlı ve Saray özentisi bir sözcük bu!) ve Maliye Bakanı, dolar milyoneri iş insanlarına, uzmanlara, profesörlere, bürokratlara Ticaret Lisesi orta 2 düzeyinde sunum yapıp alkış ve takdir kazanıyorsa şarkıcı-türkücü görüş belirtmiş diye dert ediniyorum ben de.

Balık baştan… Reyiz, dolara karşı Allah’ı koz olarak sunduğunda zaten herşey bitmiştir. Geçmiş olsun.

In God We Trust (Biz Tanrı’ya İnanırız) yazar dolar banknotunun üzerinde. İyi de sakın tek taraflı bir aşk olmasın bu… Allah muhafaza! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi