Hakan Taşıyan: Müziğe değil insana ara verdim

Sosyal medya paylaşımlarıyla dikkat çeken Hakan Taşıyan'la uzun bir aranın ardından çıkardığı 'Sessiz Sedasız Dönüş' albümü vesilesiyle biraraya geldik.

Seran VRESKALA


ARTI GERÇEK - Uzun bir zamandır ortalarda görünmeyen Hakan Taşıyan, 2000 yılında çıkardığı "Güz Gülleri" albümü ile büyük bir çıkış yapmıştı. Müzik piyasasına adım attığı ilk günden beri Müslüm Baba’nın tahtının varisi olarak gösterilen Taşıyan, çeşitli dizilerde de başrol oynadı fakat sonra ne olduysa bir anda ortadan kayboldu. Alkol problemi yüzünden ortalardan kaybolduğu söylentileriyle ilgili sorduğum soruya verdiği cevaptan insanlara ne kadar kırgın olduğunu anlıyorsunuz. Müslüm Baba’ya duyduğu sevgiyi de onu anlatırken kurduğu cümlelerden hissedebiliyorsunuz; özlemi çok büyük.

Doğulu bir babanın ve Karadenizli bir annenin 9 çocuğundan biri olarak Ankara’da bir gecekonduda başlayan hayatı, çocukluğundan beri hep müzikle haşır neşir geçmiş; ergenliğinde de düğünlerde çalmış babasıyla beraber. Sonrası klasik bir Yeşilçam hikayesi; askerlik dönüşü Unkapanı koridorlarını aşındırmış önce fakat Müslüm Baba taklitçisi diye kimse ilgi göstermemiş. Neyse ki bir gün şans yüzüne gülmüş ve arabesk müziğinin en önemli isimlerinden olmuş. Belli ki ismi duyulana kadar feleğin çemberinden çok geçmiş ama geçmişinden bahsederken asla ajitasyon yapmıyor, ağdasız anlatıyor olanları. Kendisi için ‘Altındağ çocuğu’ diyor. Kardeşleri de Ankara’da yaşıyor. Birbirlerine çok düşkünler. Hasta annesiyle ilgileniyor şu aralar.

Karşı karşıya geldiğimizde bana o kadar uzun geldi ki arabaya sığmayacağından endişe ettim. 1.92’lik boyu ve efendi duruşuyla sektördeki en uzun ve mütevazı insan olduğunu düşünüyorum. Daha telefondaki sesinden ağırlığını hissedebiliyorsunuz. Anlattığı her şeyde çok samimi ama yüzünüze bakmaya çekiniyor sanki. Kafasını aşağı indirerek, uzun uzun düşünerek cevap veriyor ve yavaş konuşuyor. Çok kontrollü. Arada çok ender kontrolü bırakıp sesli gülüyor, işte o güldüğü zamanlarda içindeki çocuk ortaya çıkıyor, ama dediğim gibi çok nadir. İnsanlara karşı bayağı temkinli ama aynı zamanda çok saygılı ve özenli; konuşmamızı bölmemek için gelen hiçbir telefonu cevaplandırmadığı gibi, İstanbul’a dönüş yolculuğumda sağ salim vardığımdan emin olmak için de aradı.  

Twitter’da bayağı aktif; yazdıklarını binlerce kişi paylaşıyor. Tam bir Atatürk aşığı; üzerindeki takım elbisede rozetini taşıyor. Geçen hafta çocuk tacizcileriyle ilgili attığı tweet’i çok konuşulduğu için kendisiyle bağlantıya geçtik. Sanatçı arkadaşı Taner Solak’ın Ankara’daki müzik stüdyosunda buluştuğumuz Taşıyan’la hem sohbet ettik hem nostalji yaptık.  

- Tüm röportajlarınızda fazla sakin, ağır, efendi görünüyorsunuz, az konuşuyorsunuz. Hep böyle misiniz gerçekten?

Hep böyleydim ben. Konuşacak ne var ki? Küçücükken kendimizi bir alemde bulduk, gece aleminde yani, düşünsenize. 15-16 yaşındaydım. Ulus tarafında müzikholler, düğün salonları, restoranlar falan vardı, oralara giderdik babamla beraber. E, o hayat biraz ağırbaşlı olmayı öğretiyor insana.

- Özel hayatınızda bile hiç mi kendinizi kaybettiğiniz, öfkelendiğiniz olmuyor? Sanki cevap vermeden 3 kere düşünüyor gibisiniz.

Öyle, düşünmeyi severim. Konuşmadan önce düşünüp tartarım. Kendimi doğru ifade etmek isterim, karşımdakini doğru anlamak isterim. Öyle kolay kolay da öfkelenmem.

- İnsanı kırmaktan korkan bir haliniz var.

Herhalde, insan kırmak iyi bir şey mi? Biraz da dinlemek lazım, laf nereye gidiyor. Kalbi kırılır mı, üzülür mü diye bir bakmak lazım. Konuşmadan evvel insanları bir analiz etmek gerekir, değil mi? Yaşadıkça, birtakım şeylere şahit oldukça, insanları tanıdıkça, bir yerde illa ki, mecbur susmayı tercih ediyor insan.

- Bu yüzden mi ara verdiniz? Küstünüz mü insanlara?

Ya, tabii küstüğüm de oldu. Ayrıldığım şirketlere, çalıştığım prodüktörlere küstüm daha çok. Hayat işte, farklı farklı insanlarla karşılaştırıyor. Dost biliyorsun, işi yaparız zannediyorsun; bakıyorsun, çırak çıkartıyorlar seni. Ortada bir ekmek var, paylaşmasını bilmiyorlar. Sen de insansın, bir yere kadar kaldırabiliyorsun.

- İnsanların kalitesi de değişti şu son 20 yılda.
Evet. İnsan herkese lazım, ihtiyaç var hayatta. Artık kolay kolay güvenilmiyor kimseye.

- Bir ara alkol aldığınız için de çok üstünüze gelmişlerdi.

Benim üstüme gelenlerin hepsi alkolik geziyor. Çok şükür kendimizi biliyoruz, şarkılarla ayakta duruyoruz. Onları söyleyenler, kıskançlıktan beni yaralamaya çalışanlar. Hepsini tanırım. Ben bu alemin içine sonradan girmedim ki, baba mesleğim bu benim. Ben müziği çok sevdim.

- Ama sevdiğiniz müziğe ara verdiniz?

Yok, ara vermedim, insanlara ara verdim. Şirketten ayrıldım, başka bir şirkete geçtim, uyuşamadım. Sonra Taner kardeşimle gönül birliği yaptık, şarkıları beraber söylüyoruz, düet yapıyoruz.

- Mutlu musunuz şimdiki halinizden?

Çok şükür. Rahatız en azından. Yamyamlardan uzağız. Kendi kafamıza göre, özgürce müzik yapıyoruz.  

- Müslüm Baba’nın varisi olarak görüldünüz hep ve bu tarz müzik yapan bir siz varsınız bildiğim kadarıyla.

Müslüm Baba’yla birbirimize çok benziyoruz gerçekten. Sadece yaptığımız müzik, sesimiz değil, karakterimiz de hayat görüşümüz de çok benzer.

- Konuşmanız bile benziyor.

Bizler hep aynı ortamlardan geldiğimiz ve aynı yaşantılarla büyüdüğümüz için, dışarıya çok açık insanlar değiliz. Çok zor şartlardan geldik. İsim yaptık, büyüdük ama insanın büyüdükçe küçülmesi lazım.  Çünkü insanlar küçüldükçe büyür.

- Siz de onu mu yaptınız?

Tabii tabii. Bektaşiler böyledir. Ehl-i Beyt’te bu vardır. İnsanlar küçüldükçe büyür, saygıyla. Kendine bir minder, bir yer bulur. Biz bu ilkelerle büyüyen insanlarız.

- Siz o yeri buldunuz mu peki?

Allaha şükür. Bizler de kardeşlerimizden o saygıyı görüyoruz. Bizi örnek alıyor. Bakmayın, bizi öyle kafalarına göre eleştiriyorlar da işlerine gelmiyor, çünkü biz büyük lokmayız bu medyada. Onlarda bizdeki saygı yok. Meyve vermemizi istemiyorlar ve engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. İstiyorlar ki pastayı onlar yesin sadece. Çünkü büyük bir pasta var ortada. Öyle de bir ustanın çırağıyız ki! Usta da usta yani. Müzikal anlamda, karakter anlamında; insandı yani rahmetli. Bu zamana kadar kimseyi kırmamıştır Müslüm Ağabey. Evlendikten sonra kimseyle bir lafı sözü çıkmamıştır. Adam rahmani bir adamdı, dürüst ve doğaldı. Şimdi piyasada böyle bir adam var mı yani? Onun yeri farklıdır. Hala yaşıyor zaten çünkü güzel hatırlanıyor.

- Sizi de öyle hatırlarlar mı dersiniz?

İnşallah. Yıllarımızı verdik. Nefesinden ekmek yiyorsun bu piyasada, kimse kimseyi kolay kolay dinlemez. Hayranlarımız bizim şarkılarımızla hisleniyor, yemek yiyor, uyuyor. Beynini, gönlünü rahatlatıyoruz insanların. Bizim gibi saf nağmelerle, temiz melodilerle uğraşan, temiz nefesi olan kaç kişi var ki? Müzik bir terapidir yani. Bizim yaptığımız müzikleri dinleyen insanların çoğunluğu naiftir. Bu müziği yapanlar da öyledir. Bu insanlardan zarar gelmez insanlara. Ama bunu adam gibi yapan ve dinleyen insanlardan bahsediyorum.

"ASKERDE KÜRT BİR ARKADAŞIMIN ANNESİ TÜRKÇE BİLMİYOR DİYE ÇOCUĞU DIŞLAMIŞLARDI"

- Bu dönemin müzikalitesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kalite de yok, ses de yok! Saysan kaç tane sayarsın ki? Çoğu canlı okuyamaz, birkaç sanatçı dışında. Hepsi pleybek okur.

- Peki, Aleyna Tilki gibi müzik yapan gençler hakkında yorumunuz nedir? Birçok sanatçı, hatta Selda Bağcan da destekledi kendisini.

Çocuk o yahu! Müzikle ne alakası olabilir ki onun daha? Çocuk daha. O daha çiğ, pişecek o daha. Daha çiğ. Pişmesi lazım. Çocuklar falan seviyor ama müzik o değil. (Taner Solak söze giriyor: "O yaşta bir çocuğun bu kadar tıklanması garip gelmiyor mu size? Hiçbiri gerçek değil. Sektörde şimdi çok büyük olaylar var, sahte tıklanmalar konusunda mahkemeler hala devam ediyor. Kredi kartından YouTube’a 10 bin lira veriyorsun, 100 bin olan izlenme oranın 1 milyona çıkıyor bir anda. Ya düşünün, videon Türkiye nüfusunun 3 katı tıklanmış, mümkün mü bu? Dolayısıyla bu sadece talep değil! Buradaki en büyük tecavüz genlerimizdeki müziğe yapılmakta…")

- Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu durumu; satış rakamları da tıklanmalar da gerçek değil diyorsunuz.

Yok, kesinlikle doğru değil! Bin bir türlü oyunlar, oynamalar var içinde. Dediğim gibi biri bile canlı okuyamaz bunların. Teknolojinin olmadığı zamanlarda adamlar canlı sazlarla, canlı kayıt yaparlardı. Neyse oydu. Bir ton aletten geçiyor ses de müzik de. Ses temizleniyor, duyduğunuz keman sesi bile gerçek keman değil! Artık yeteneğe ihtiyacınız yok şimdi. Arkadaşlara da ayıp olmasın şimdi ama gerçek bu! Müzik bir deryadır, ummandır, kıyıda yüzmeyeceksin sadece, açılacaksın.

- Arabesk müziği acıların, duyguların müziği olarak hep küçük mahallelerde kaldı sanki. Müslüm Baba, Orhan Ağabey gibi sanatçılar aydın kesime de ulaşarak, o açıyı biraz daha genişletmişlerdi ama siz de onlar gibi daha geniş bir kitleye erişebildiniz mi sizce yoksa daha kısıtlı bir çevrede mi kaldınız?

Ben o sınırı ‘Güz Gülleri’ ile aşmıştım zaten. O şarkıyla hemen hemen aydın kesim de dahil büyük bir kitleye ulaştım. Hala da dinleniyor. Derin bir şarkıdır. Tamburi Selim Öztaş ağabeyimizin sevgili eşine yazdığı bir şarkıydı. Arabesk zengin bir müziktir, duyguların müziğidir. Sözlerinde bir hikaye, bir hayat vardır. Zor bir müziktir de. Sazlar olamasa şarkı çıkmaz ortaya. Son yıllarda arabeske verilen değer de arttı zaten. En son Funda Arar kardeşimiz açıkladı arabesk bir albüm yapacağını. Onda da çok güzel bir arabesk ruh var; kişiliğinde de var. Çok yakışır, ağır ve terbiyeli bir arkadaşımızdır. Seyircisine özen gösterir, gerek davranışlarıyla gerek kıyafetiyle gerek yaşantısıyla. Sesine bakar insanımız ama önce karakterine bakar. Sen ne yaparsan yap, o taktığın maske düşüyor bir gün. Kendini belli ediyor karakteri. Bir müddet sonra onu gizleyemiyor. Halkımız da görüyor bunları.

- Yıllar evvelki bir konserde sahneye çıktığınızda izdiham yaşanmıştı ve seyirciler koltukları parçalamışlardı.

Ali Sami Yen’de neredeyse 100 kişilik bir halk konseri olmuştu. Ama beni en sona bırakmışlardı (gülüyor), rahmetli Ahmet (Kaya) Ağabey’den sonra çıkmıştım. İnsanlar daha da coşsun diye beni sona koymuşlar. Sahneye çıkınca bir taşkınlık yaşandı ama ben ışıklardan, spotlardan etrafı göremiyorum. Baktım, karşıdan kırmızılı, sarılı bir şeyler geliyor, havada uçuşuyor ama ben onları kağıt zannediyorum. (Gülüyor) O ışıklardan onların koltuk olduğunu bile anlamadım, kulise geçerken gördüm koltuk olduklarını… Bazen dinleyiciler fazla duygusal davranabiliyorlar, anlamak lazım! Ama etrafa zarar vermemek de lazım!

- Ahmet Kaya’ya da zamanında bayağı haksızlık edildi bu ülkede, şimdi göklere çıkarılıyor. İyi miydi aranız?

Sorma ya! Ahmet Ağabey sevgili bir insandı. Çok ciğerli, çok yürekli, vicdanlı bir adamdı. Mert, güzel bir insandı. Nasıl olduysa gaza geldiler insanlar, haksızlık yaptılar ona ama bu dünyadan göçünce kıymete biniyorsun. Bak şimdi, TRT'de çalıyor. Bu ülke zengin bir ülke; bu zenginliğin sebebi hepimiziz. Kürdü Türkü, Sünnisi Alevisi, Lazı Ermenisi, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, neyi paylaşamıyoruz? Dünyalıyız nihayetinde. Ne yaptı ki? Ben de bu ülkenin çocuğuyum, dedi. Kürtçe şarkı okumak istedi çünkü doğuda köyünden dışarı çıkmamış Türkçe bilmeyen annelerimiz var. Köyün nüfusunun yazdığı tabeladan dışarı çıkmamış hayatında, onlara nasıl ulaşacaksın? Askerde Kürt bir arkadaşımın annesi Türkçe bilmiyor diye çocuğu dışlamışlardı.

- 2 yıl evvel Diyarbakırlı bir işçiyi yaktılar diri diri, telefonda Kürtçe konuştuğu için.

Hatırlıyorum. Bilmiyor kardeşim Türkçeyi, bilmiyor. Ben de doğuluyum, babamın büyükleri de Kürtçe konuşurlardı evlerde. Halkımız çok çabuk galeyana geliyor.

- Öyle. 6-7 Eylül olayları da bu galeyandan dolayı yaşanmadı mı!

Bizim mahalleler o zaman neydi yahu? Evden dışarı çıkamıyorduk, neler neler yaşadık!           

"BÜTÜN BU OLANLAR KIYAMET ALAMETİDİR"

- Çocuk tacizcileriyle ilgili son attığınız Tweet çok konuşuldu; olayları, insanları, gündemi umursuyorsunuz.

https://twitter.com/hakantasiyan_/status/1014647084744617985?s=21

Burası bizim topraklarımız, bizim insanlarımız; nasıl umursamayayım! Mesela bugün telefon faturamı ödemeye gittim; masanın üzerine renkli renkli küçük şekerler koymuşlar. Onlardan aldım birkaç tane, cebimde dursun da bir çocuk görürsek şeker veririz diye. Sonra düşündüm, insanlar çocukların yabancılardan şeker almamasını söylüyorlar. Çekindim ben de; o şekerler kaldı cebimde. İnsanlıktan çok şey çaldılar gerçekten de. Mesela biz çocukken bayram geldiğinde, sabah kalkar kalkmaz hemen üzerimizi değiştirip kapı kapı dolaşırdık. Evimizde şeker olsun diye gezerdik, kalabalık bir aileydik. Öyle bir tane de almazdık, avuçlardık. (Gülüyor) Bir de o zamanlar harçlık da veriyorlardı kardeşim, şimdinin parasıyla 5-10 lira hem de. (Gülüyor) Şimdi yok bunlar, kapıyı da açmıyor insanlar. O zamanlar binaların kapısı açıktı, şimdi tüm kapılar kapalı. Çoğu şeker de almıyor evlerine. Bayramlaşma da kalmadı. Günaydın diyen de yok! Bakma, beni tanırlar da binada selam veriyorlar. (Sessizce gülümsüyor)  

- Hatırlıyorum, tanımadığım teyze amcalar bizim yanaklarımızı sıkarlardı çocukken.

Ne sıkması, ısırırlardı. Sevgilerinden ısırırlardı, ağlayarak eve gelirdik yemin ediyorum. Kimse kimse hakkında kötü düşünmezdi.

- Hem eskiye özlem duyuyoruz hem de bu konuda hiçbir şey yapmıyoruz.

Öyle. Komşuluk da kalmadı artık. Herkes yakın olmaya çekiniyor, acaba benden bir şey ister mi diye. Bak beni çok üzen bir hikaye vardır; hiç unutmam. Rahmetli Adile Naşit annemizin 14 yaşındaki oğlu Ahmet kalp rahatsızlığından ölmüştü. Çok da yokluk çekmiş. Bir gün çalışmadığı, işlerinin kesat olduğu bir dönemde, evde yiyecek bir şeyi yok; komşusundan bayat ekmek istermiş ‘oğlumun canı köfte istedi’ diye. Kuru ekmeği suya batırıp oğluna yedirirmiş. Şimdi bayat ekmek bile isteyecek komşu kalmadı artık. O kaliteli insanlar kalmadı artık, bir zamanlar yaşamışlar ve yok olmuşlar.

- Ne oldu sizce de bu hale geldik?

Teknoloji bozdu insanları. (Sözü Taner Solak alıyor: "30 yıldır teknolojinin içinde biri olarak çok net söylüyorum ki, buradaki en büyük problem teknolojidir. Teknolojinin getirdiği sorunları bir baba olarak da yaşıyorum.")

Çocuk ve hayvan istismarı haberleri yıllardır manşetlerden inmiyor. Hele şu son ayda hiç olmadığı kadar kaçırılan veya tacize uğrayan çocukları görüyoruz haberlerde. En son yavru bir kediye tecavüz haberi vardı. İnanılır gibi değil!

(Yüzünü buruşturarak) işte, bunlar kıyamet alametleri. Bu haller alamettir. İnsanız değil mi? Müslümanız bir de. Ben yine de teknolojiyi suçluyorum. Ne ahlak kaldı, ne Allah korkusu!

- Adli Tıp Kurumu Eski Başkanı Oğuz Polat ‘aslında yıllardır böyle yüzlerce dava geliyor bizim önümüze ama haber değeri kalmadığı için yayımlanmıyor’ demişti bir röportajında. Bazı çevreler, özellikle son zamanlarda bu tip haberlerin sık sık basında yer almasını, idamın yasallaştırılmasının önünü açmak için yapıldığını belirtti. Bu anlamda ben de halkın yönlendirildiğini düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Cezayla insanın içindeki o nefret alevi sönmüyor tabii. Anne babalara yetmiyor ceza almaları, o yüzden idam istiyorlar. İçeride yatıp çıkacak bir gün çünkü. Benim çocuğum öldü ama o yaşayacak diyor. Çoğunu da salıyorlar zaten af çıkararak, bunlar yine sokağa dökülüyor. Şu son zamanlarda müebbet almaya başladılar. Onun öncesi yoktu ki böyle bir şey! Yatıp afla çıkıyorlardı.

 

- Fakat ülkemizin adalet sistemi ortada. İçeride iftiradan ya da sistemin doğru işlememesinden dolayı yatan pek çok masum insan da var. Mesela Ergenekon ve Balyoz davalarının sahte olduğu yıllar sonra anlaşıldı; eğer idam olsaydı o zamanlar, birçok kişi idam edilmişti boşu boşuna.

Bizim ülkemizde şeriat kanunları zor, olmaz! Adam asmak zor! Ancak cezalar ağırlaştırılsa bile anne babanın yüreği soğumuyor. İdam onları tatmin edecek, öyle soğuyacak o acı. E, bu tarafı da düşününce, o alevi ömür boyu içinde taşıyacağını düşününce anlıyorsun da neden idamı istediklerini. İnsanın öldürülmesine karşıyız ama cezalar da anne babanın yüreğini soğutmuyor. Ciğer bu! Ben ne yapayım adaleti, benim çocuğum ölmüş diyor. İdama karşıyız diyoruz ama ben de bir babayım, bu konuda çok hassasım. Ceza yetmeyebilir yani.

"KARDEŞİZ HEPİMİZ, AÇALIM ARTIK ŞU KİLİTLERİ"

- Kaç yaşında oğlunuz? Nasıl bir ilişkiniz var?

17 yaşında. Güzel bir ilişkimiz var. Yerinde.

- Yerinde derken?

Yerine göre arkadaş, yerine göre kardeş; onun havasına göre. Onun havası nasılsa öyle şekilleniyor.

- Tam ergen. Peki zorluk yaşıyor musunuz? Bir arkadaşım ergenler için ‘şeytan bunların ruhunu 13-14 gibi ele geçiriyor, 25 gibi geri veriyor’ demişti.

(Gülüyor) doğru gerçekten de. Hani bir ara dönem var ya, 13 yaşından askere gidene kadarki dönemi; onu sağ salim atlattın mı bitti, sonra işin kolay! Allah bu dönemde tüm anne babalara sabır versin. Yeri geliyor çıldırıyor, diyorsun ki ‘ne oldu o uysal çocuğa?’, ‘benim çocuğum böyle mi olacaktı’ diyorsun, bir de korkutuyor da! İleriyi düşünüyorsun, bu huy böyle kalacak mı diye sorguluyorsun.

- Siz böyle tuhaflıklar yaptınız mı ergenken?

Yok, şimdiki çocuklar gibi bizim bir saygısızlığımız ya da şımarıklığımız olmadı. Çok küçük yaşta verdiler o eğitimi bize. Yokluğu bildiğimiz için de yetindik ve mutlu olduk. Şimdiki çocuklar mutlu olmuyor. Hiperaktiflikleri, saygısızlıkları bahsettiğim bu teknoloji çağının ürünleri. 

- Çok mu veriyorsunuz acaba?

O da var tabii. Bizler zor şartlarda büyüdüğümüz için, onlar da zorluk çeksin istemiyoruz. Üzülmemeleri için elimizden geleni yapıyoruz ama yeterli olmuyor bazen. Hiçbir şey beğenmiyorlar. Tüketim toplumu olduk. Emekçi kardeşlerimiz de dişinden tırnağından arttırarak en son model telefon alıyor; çocuklar da görünce istiyorlar tabii. Ben de oğluma varlığı, yokluğu öğretmeye çalışıyorum. Bir şey istediğinde hemen almıyorum, 1 ay sonra diyorum, bekliyor.

- Üniversitede ne okumak istiyor?

Daha karar vermiş değil! Bir ara pilot olmak istiyordu. (Gülüyor) ben hukuk okumasını isterdim çünkü zor bir dönem bekliyor çocuklarımızı. Adalet adına.

- En son attığınız Twitlerden birinde ‘kilitleri açalım’ diye bir ibare kullanmışsınız. Ne demek istediniz?

Pek çok insan anlayamadı yazdığımı, ona da üzüldüm biraz. ‘Kardeşiz, niye birbirimize böyle davranıyoruz, açalım artık şu kalplerimize vurduğumuz kilitleri’ anlamında yazmıştım onu. Hepimiz Mustafa Kemal’in çocuklarıyız, atamız, liderimiz bu ülkeyi bizlere böyle mi bıraktı? Bitsin artık bu öfke, bu nefret, bu kin. Açın kilitleri!

- Şimdi yeni bir projeniz var mı?

Yeni bir albüme giriyorum şimdi. Taner kardeşimle bir düet yaptık onun albümü için. Maliyetler de çok yüksek şimdi, bakalım. Bizim stüdyoya giren sazlarımı fazla bir kere. Öyle dijital bir kayıt yapmıyoruz. Sazlar giriyor; sade ritimlerle, makinayla yapılan bir müzik değil!

https://www.youtube.com/watch?v=sc-087FSrIM

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seran Vreskala Arşivi